Cemal Akkuş: Sessiz çığlığımızı, dünyayı derinden sarsan bir feryada dönüştüreceğiz
Cemal Akkuş: Sessiz çığlığımızı, dünyayı derinden sarsan bir feryada dönüştüreceğiz
Türk Dünyası Yörük Türkmen Birliği Genel Sekreteri Cemal Akkuş'un yönetmenliğinde hazırlanan "Sessiz Çığlık: Bir Soykırımın Anatomisi" belgeselinin yakın bir zamanda ilk gösterimi yapılacak. Akkuş, belgeselin yapım aşamasını Kırım Haber Ajansına değerlendirdi.
Haber Giriş Tarihi: 06.11.2023 09:37
Haber Güncellenme Tarihi: 07.11.2023 17:46
Kaynak:
Haber Merkezi
https://www.qha.com.tr/
Selahaddin Kaşgarlı / QHA Muhabir / Ankara
Türk Dünyası Yörük Türkmen Birliği tarafından Çin'in Doğu Türkistan'da yıllardır Uygur Türklerine uyguladığı sistematik işkence ve soykırımının anlatıldığı "Sessiz Çığlık: Bir Soykırımın Anatomisi" adlıbirbelgesel film çekildi. 21. yüzyılın dünyasında Çin tarafından, Doğu Türkistan’da uygulanan soykırımın ve insanlık dışı olayların ardında büyük ve acı hikayelerin olduğunu kaydeden Genel Sekreter Cemal Akkuş, geniş yankı uyandıracak olan belgesel hakkında QHA'ya konuştu.
Cemal Akkuş, kendisinin Doğu Türkistan mücadelesi ve orada yaşananlar ile ilgili daha genç yaşlarda bilinçlendiğini, üniversite hayatında tanıştığı Doğu Türkistan mücadelesinin efsanevi lideri İsa Yusuf Alptekin'in kendisinde bıraktığı etkileri, Türkistan bilincini Türk kamuoyununa kazandırmayı amaçladığını ve Türk Dünyası Yörük Türkmen Birliğinin faaliyetlerini anlattı.
Türk devletleri ve Müslüman ülkeler Doğu Türkistan’da devam eden soykırıma neden bu kadar sessiz kalıyor?
Son dönemde tahammül sınırlarını zorlayan Çin zulmü karşısında sınırlı toplumsal olaylar hariç, sonuç odaklı hiçbir vaziyet alamayışımızın konjonktürel, siyasal ve diplomatik sebeplerini uzun zamandır birçok dostumuz düşünüyor maalesef. Kan, can ve itikat bağı ile sımsıkı bağlı olduğumuz ata yurdu olan bir coğrafya konusunda niçin fısıltı ile konuşmak zorunda kaldığımızı yüksek bir ses ile herkese sormak lazım. Maalesef, bu çok derin ve uzun bir konu. İçler acısı bir gerçek. Ve aslında meselenin tam da merkezinde biz varız, yani insan. Aslında günlük hayatımızdaki zaaflarımız, tercihlerimiz devletlerin tercihine de yansıyor. Zira, "nasılsanız öyle yönetilirsiniz" gerçeği her zaman karşımızda capcanlı duruyor. Gözden ırak olan gönülden de ırak olur sosyal analizinin yansımasını yaşıyoruz belki de.
Kendi bahanelerimize kılıf arıyoruz her zaman. Herkesin bahanesi çok kallavi cümlelerle kendini ifade ediyor. "ABD bu konuyu kaşıyor" , "Çok uzak", "ticaretimiz bozulur", "uygar-barbar ayrımı", "siyasal tercihlerimiz..." gibi bir sürü olgu içerisinde ele alabilirsiniz. Ağzımızdan çıkanları gönlümüzde demlendirmiyoruz. Değerlendirmelerde tabî olduğumuz bir mihenk taşımız yok maalesef. Bütün bunların üzerine bir de basiretsiz, ehliyetsiz, çıkar odaklı, devlet geleneğinden kopuk idarecileri de koyarsanız, sorunuzun cevabı da ortaya çıkıyor. Hani klasik bir tespit vardır ya; gömleğin ilk düğmesini yanlış iliklerseniz, sonrası da hep yanlış olur diye.. Ne yazık ki, bu sarmalı yaşıyoruz başta Doğu Türkistan olmak üzere tüm meselelerimizde.
"DOĞU TÜRKİSTAN DAVASINI SİZLERE EMANET EDİYORUM"
İsa Yusuf Alptekin’in "Doğu Türkistan davasını sizlere emanet ediyorum" dediği bu dava, şimdi ne oldu da gündeme daha çok gelmeye başladı peki? Çünkü artık konu emperyalist devletlerin çıkar kavgalarının bir aracı olmaya başladı.… ABD-AB ve Çin arasındaki ekonomik savaş gün yüzüne çıktıkça bunun yansıması olarak da Doğu Türkistan’da uygulanan soykırım, insan hakları ihlâlleri olarak dillendirilmeye başlandı. 1946’da Doğu Türkistan’ı işgal edilmiş toprak statüsünde görmeyen ve Çin’in kendi toprağı olarak kabul eden BM üyeleri, bu gün ancak insan hakları ihlâlleri çerçevesinde bunu ifade edebilmekteler. Yani aslında olaya biraz farklı bakmak gerekiyor. Türk ve Müslüman devletlerin tutumunda bir değişiklik olmadı. Hala sağır ve dilsizler. Hristiyan Batı devletlerinin konu ile ilgilenmesi ise tamamen çıkar odaklı, konjoktürel gelişmelere bağlı. Eskiden sağır ve dilsiz olmak işine gelen, ya da bunu bir politik tercih olarak yansıtanlar bu sefer de bahanelerinin adını değiştirmeye başladılar ve ABD’nin bir ajanlık faaliyeti gibi algılayarak uzak durmayı tercih ettiler. Bu bir sarmal maalesef. Siz oradaki insanlara, kadim topluluklara zulmediyorsunuz, çaresiz bırakıyorsunuz, ınsanlık onurunu kırıyorsunuz ve artık canına tak eden insanlar seslerini yükseltmeye, haklarını aramaya başlıyorlar. Bunu fırsat bilen başka birileri de sizi başka yerlerde, başka çıkar alanlarında ve hatta bazen vekalet savaşlarında paralı asker olarak kullanmaya başlıyor. Tüm bunların sonucunda bu sefer de terör hareketi damgası yiyorsunuz. Bu sarmalı, Doğu Türkistan’da da, Afganistan’da da, Filistin’de de görebilirsiniz.
Müslüman Türk olarak biz olaylara böyle bakamayız. Biz tüm bu günlük organizasyonlardan bağımsız değerlendirmek durumundayız. Dünyanın öbür ucunda bir kardeşimizin ayağına diken batsa bizim yüreğimiz acımalı. Ve bu acı karşısında gücümüz yetiyorsa elimizle, yetmiyorsa dilimizle, o na da gücümüz yetmiyorsa hiç değilse buğzederek tavır almak durumundayız. Bunu yapmıyorsak zaten boşuna Türkçülük, milliyetçilik, vatanperverlik, ümmetçilik, Müslümanlık edebiyatı yapmamızın bir anlamı yok. Acının, zulmün, zalimin coğrafyası olmaz, milleti olmaz, dini olmaz. Acı Kudüs’te de acıdır, Kaşgar'da da, zulüm Gazze’de de zulümdür, Myammar’da da. Zalim, İsrail’de de aynıdır, Çin’de, Amerika’da da…
Bizim böyle bir ayrım yapma ve tercihte bulunma şansımız yok. Bu kendimizi inkar anlamına gelir. Özetle önce Türk’ün varlık ve beka davasına, İslam’ın ilahi gerçeklerine layık olabilme gayretini kendimizde göstermemiz gerekiyor. Sonra layık olduğumuz yöneticiler, özgüveni yüksek idareciler, stratejik tutum sergileyen siyasetçiler arkasından gelecektir. Hem Türk dünyasında hem İslam dünyasında… İşte o zaman Türk dünyasına şamil, medeniyet merkezli, Türkistanlılık şuurlu bir yola girmiş oluruz.
Gençlik yıllarımda şiirlerimde "Suskun Çağlayan" mahlasını kullanırdım. İfade edemediğiniz, derdinizi anlatamadığınız asil ve derin yaralarınızı ancak böyle tanımlayabiliyorsunuz. Kadim Türk yurdunda, Kaşgarlı Mahmut’un memleketinde, medeniyetin beşiği bir beldede dünyanın en korkunç uygulamalarına maruz kalan bir mazlumlar topluluğu var. Ve düşünün ki, çektikleri acıları ve maruz kaldıkları uygulamaları görüntüleyemiyorlar bile, belgeleyemiyorlar… Öylesine etkili bir yasak zinciri ve sansür mekanizması var ki tüm çığlıklarınız sadece kendi kulaklarınızda yankılanıyor. Ve malumunuz Doğu Türkistan insan hakları faaliyetlerinin sembolü bir fotoğraf var. Ağzı zalim Çin'in eli ile kapatılmış, gök yüzlü, gök bayraklı Uygur Türkü kardeşimiz. Tam da bu hak arayışını özetleyen bir kompozisyon. Bu yüzden bu adı seçtik.
"MİLLİ MESELELERDE İSE İNANILMAZ BİR VURDUMDUYMAZLIK, BANANECİLİK VAR"
Sizi bu belgeseli hazırlamaya iten en önemli etken neydi?
Yatılı öğretmen lisesinde okurken bizlerin ilk fikri temellerinin oturmasında çok katkısı olan değerli bir öğretmenimiz vardı. Abdullah Topaç. Daha ortaokulda "Volga Kızıl Akarken" romanını okuyorduk. Sonrasında Kapı, Kilit, Anahtar serisi... Sonra üniversiteye geldiğimizde İlber Ortaylı, Mümtaz Soysal gibi hocalardan eğitim aldık.
Gençlik hareketleri içinde 90'lı yıllarda attığımız sloganlar, "Kan kan kan Kudüs Kıbrıs Türkistan", "Amerika Rusya Yahudiye kukla" vs… Sadece bu iki sloganı bile alın bugüne hayatınızın ortasına koyun, dünyanın birçok siyasi çıkmazını, krizini kolayca çözümleyebilirsiniz. Analizleri doğru yaptığınız müddetçe, çareleri de iyi düşünürsünüz.
Yine 90'lı yıllarda İstanbul Çağlayan’da yapılacak bir Doğu Türkistan mitingine davet edildik ve büyük bir heyecanla Ankara’dan İstanbul’a gittim. Hem sayesinde Doğu Türkistan davasını öğrendiğim, efsanevi lider İsa Yusuf Alptekin, hem de Doğu Türkistan’dan Türkiye’ye sığınan bu müstesna insanlara Türkiye’de ilk kucak açan ve mücadelelerine omuz veren Aykut Edibali’yi dinleyecektim. Miting alanına gittiğimde o heyecanımın yerini hüzün aldı. Zira o iki efsane lider bir kamyon kasasının üzerinde Çin zulmünü haykırırken onları dinleyen maalesef bir avuç insandı. O gün farkına vardım ki, insanlar ancak bir ucu kendine dokunduğunda meydanlara iniyor. Siyasi, ekonomik bir endişe duyduğunda, canı yandığında tepki veriyor insanlar. Milli meselelerde ise inanılmaz bir vurdumduymazlık, bananecilik var.
"Bir millet ızdırap içinde inlerken onun evlatları rahat edemez" düsturuyla yetişmiş birisi olarak bu gerçeklik karşısında elbette köşemize çekilemezdik. "Müminler birbirini yıkayan iki el gibidir" kutsi öğüdünü tutmak durumundayız. Bize dokunmayan yılan bin yıl yaşamasın. Malesef inanılmaz bir kavram kargaşası, hatta kavram fetişizmi yaşıyoruz. Kavramlara yüklediğimiz anlamlar herkes için farklı. Öyle olunca aynı sızı ile sızlanmamıza rağmen, fikir ayrılıkları yaşıyoruz. Anlamsız tartışmalara giriyoruz. Düne kadar Turan’ı amcasının oğlu, Kızıl Elma’yı bir elma cinsi sanan insanlar bugün, bu kavramları ağızlarından düşürmüyorlar. Bu kavramlar o gün siyasallaştırılıp, belli bir grubun bilinçsiz sloganı haline getirilirken, bugün de sıradanlaştırılıp, kendi ezik seküler tercihlerinin güçlü dışavurum aracı olarak kullanılıyor. Sonuç olarak avamlaşıyoruz. Altını doldurmak, stratejik hamleler yapmak, dinamik tahliller yapıp doğru tercihleri hayata geçirmek yerine, bilgisiz yargılarla hareket ediyoruz.
"TÜRKİSTANLILIK MERKEZLİ YENİ BİR KİMLİK İNŞASI GERÇEKLEŞTİRMEK ZORUNDAYIZ"
Bütün bu siyasallaştırılmış, içi boşaltılmış kavramlar yerine binlerce yıllık medeniyetimizden süzülüp gelmiş, kurumsallaşmış kavramlara yönelmek gerekiyor. Bu medeniyetin pınarı da Türkistan. O yüzden Türkistanlılık bilincini oluşturmak durumundayız, Türkistanlılık merkezli yeni bir kimlik inşası gerçekleştirmek zorundayız. Bazı devletlerin çıkarları doğrultusunda istismar etmeye çalıştığı, bazılarının ise sağır ve dilsiz kalmayı tercih ettiği Doğu Türkistan gerçeğini, yansız, gerçekçi bir şekilde ortaya koymak gerekiyordu. Bilgi kirliliğinden arındırılmış bir çalışmayı çağımızın iletişim ağına sokmak gerekiyordu. İşte bu sebeple "Sessiz Çığlık" belgeseline ihtiyaç oldu.
"TÜRK DÜNYASINI BİR ARAYA GETİRMENİN BİR VESİLESİ OLMALIDIR DOĞU TÜRKİSTAN"
Bursa’da düzenlenecek olan belgesel galasından neler bekliyorsunuz?
Siyasi iktidarlar, devletler şartlar gereği birtakım arzu etmediğimiz tercihlerde bulunabilirler, bu tercihler tartışılabilir. Ama bireylerin ve STK’ların bu tercihlere zorlanması gibi bir durum asla olamaz. Aksine STK’lar, resmi kurumların dile getiremediği şeyleri dillendirmek için vardır, farkındalık oluşturmak için vardır. Her bir sivil toplum hareketinin üstlendiği bir misyon vardır. Bu millet olmanın da gereğidir. Millet olmak ırkçılık bayağılığının çok ötesinde bir tecrübe ve olgunluktur. Millet olmadan ümmet de olamazsınız, insan topluluğu da olamazsınız.
Medeni olmanın ilk şartıdır millet olmak. İşte tam da bu sebeple bu görev, Türk dünyasına hizmet eden STK’lara düşmektedir. Aynı amaç doğrultusunda gönüllü görev yapan bu yapılar, milletimizin ortak dertleri karşısında birlikte hareket edebilme kaabiliyeti kazanmalıdır. Acılar ve mutluluklar insanları, toplulukları birleştirir. Türk dünyasını bir araya getirmenin bir vesilesi olmalıdır Doğu Türkistan. Tıpkı Kudüs meselesinin, Myammar'ın İslam dünyasını bir araya getirme sebebi olması gerektiği gibi.
"SESSİZ ÇIĞLIĞIMIZI DÜNYAYI DERİNDEN SARSAN BİR FERYADA DÖNÜŞTÜRECEĞİZ"
Dikkatinizi çekerim; Doğu Türkistan ve Filistin aynı dönemde işgal edildi. Aynı dönemlerde aynı acıları yaşadı, Üstelik bu acılar ilk defa da yaşanmıyor. Doğu Türkistan yüzlerce, binlerce yıllık bir Çin ve Rus mezalimi ile, Kudüs ise yüzlerce binlerce yıllık bir Haçlı zulmü ile karşı karşıya. Pir-i Türkistan Hoca Ahmet Yesevî'ye atfedilen bir söz vardır, "Sarp Yokuştur Türkistan" der. Türkistanlılar bu sarp yokuşta yürüyenlerdir. Siyasi sınırlarımızın büyük vatanı Türkistan büyük vatandaşlığı Türkistanlılıktır. Doğu Türkistan davasının onurlu savaşçısı Osman Batur; silahını teslim etmesini isteyenlere, “Bu gün silâhımızı alanlar, yarın canımızı da alırlar. Ben silâhımı Çinlilere vermem. İstiyorlarsa ve güçleri yetiyorsa, gelip alsınlar!” diye haykırmış. Biz de gerekirse çağın silahlarını kuşanacağız. Çağın iletişim araçlarıyla sessiz çığlığımızı dünyayı derinden sarsan bir feryada dönüştüreceğiz.
Meslek edindirme ve sözde yeniden eğitim kampları, evde ıslah projesi uygulamaları ile Çin’in Doğu Türkistan’ı nasıl bir açık hava hapishanesine dönüştürdüğünü bu iletişim araçlarıyla anlatmak zorundayız. Potansiyel suç ve suçlu gibi korkunç bir kavramla, Müslüman Türk avına çıkmış bu canilerin gerçek emperyalist yüzlerini insanlığa göstermek durumundayız. Doğu Türkistan bağımsızlık mücadelesi ve insan hakları faaliyetleri de bir halkın meşru varoluş mücadelesidir ve hiçbir zaman terör ile örtüşen bir yanı olmamıştır.
Türk dünyasına hizmet eden sivil toplum kuruluşları yapacakları faaliyetleri; kamu diplomasisinin, insani diplomasinin, kültürel diplomasinin bir parçası olarak planlamak zorundadırlar. Bursa’da "Doğu Türkistan Milli Günü" kutlamaları çerçevesinde yapacağımız bu gala programı bir başlangıç olacak. Türkiye’nin her yerinde bu tarz etkinliklerle bu yaramızı dile getireceğiz. Bu ve benzeri çalışmalarla manüpülasyonları önleyeceğiz, doğruları daha etkili iletişim kanalları ile haykıracağız. YouTube gibi yeni medya araçları ile modern zamanların mücadelesini daha etkin kullanacağız.
Bu türden çalışmaların devamı gelecek mi?
Uzun süre kurumsal tanıtım filmleri, marka iletişimi çalışmaları yaptık. Ama yapmayı çok istediğim özel projeler var. Bunlardan biri "Öldürmeyeceksin" film projesiydi. Üzerinde çok çalıştım. Çok uzun bir hazırlık dönemi oldu. Ama malesef mali sebepler dolayısıyla hayata geçiremedik. Yine Piri Reis’in hayatını dünya standartlarında bir filme aktarmak en büyük hayalim. Ama bunlardan önce yine Türk tarihinde bir dram olarak duran Boraltan Köprüsü olayını sinema filmi yapmayı istiyorum. Türk tarih ve medeniyeti sinema ve belgesel konusunda inanılmaz bir alan aslında. Yüzlerce yönetmen, senarist, yapımcı yıllarca hiç durmadan çalışsa yine bitmez bir malzeme var elimizde. Bunu değerlendirmemiz gerekiyor. Bunu, tarihi bir sorumluluk ve insanlık görevi olarak değerlendiriyorum.
Son olarak, Türk Dünyası Yörük Türkmen Birliğinden kısaca bahseder misiniz?
Türk Dünyası Yörük Türkmen Birliği, 3335 Sayılı Uluslar Arası Teşekküllerin Kuruluşuna Dair Kanun çerçevesinde 2016 yılında Bakanlar Kurulu’nun onayıyla kurulmuş bir uluslararası kültürel işbirliği teşkilatıdır. Bünyesindeki 100'e yakın dernek, 12 federasyon, 1 konfederasyon ve bir vakıfla Türkiye’nin en önemli sivil toplum kuruluşlarından birisi. Türk dünyasına yönelik hizmet veren, Türk Devletleri Teşkilatının sivil altyapısı olma gayretinde, yapılanması ve yasal altyapısı çok sağlam bir teşkilat. Yönetim, denetim ve disiplin kurulları dışında, Kırklar Meclisi, Onur Kurulu, Bilim Kurulu, Bacılar Divanı, Delikanlılar Teşkilatı gibi köklerini tarihi birikimimizden alan bir teşkilatlanmaya sahip. Yörük Türkmenlerin milletimizin kurucu unsuru olduğu göz önüne alındığında; birliğin stratejik önemi daha çok ortaya çıkıyor aslında. Zaten hazırladığı stratejik eylem planı, üniversiteler ve ilgili kamu kurum ve kuruluşları ile yaptığı işbirliği protokolleri de bu stratejik yaklaşımı çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor. Türk Devletleri Teşkilatının aktif ve etkili bir yapıya dönüştüğü bu dönemde birliğin çalışmalarını önemsiyorum.
CEMAL AKKUŞ KİMDİR?
1968 Ardahan doğumluyum. Aslen Kafkas asıllıyız. 93 Muhaciriyiz yani. Ama ailem 1971’den beri Kahraman Maraş Elbistan’da ikamet ediyor. İlköğretimi Elbistan’da, ortaokul ve liseyi ise Sivas Yıldızeli Pamuk Pınar Öğretmen Lisesi’nde devlet parasız yatılı olarak okudum. Üniversite eğitimimi, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinde yani Mekteb-i Mülkiye’de tamamladım. Sonrasında Türkiye’nin önemli birçok markasında üst düzey yöneticilik yaptım. Bir dönem TBMM’de yasama danışmanlığı yaptım. Önemli ulusal ve uluslararası organizasyonların yanında, çeşitli tematik park projeleri ve müzeler projelendirdim. 2005 yılında Çanakkale Savaşları’nın 90. yıl dönümü etkinliklerini koordine ettim. Farklı alanlarda birçok konuda projelendirmeler ve kurumsal eğitim çalışmaları yaptık. Çalışma hayatı devam ederken Marka İletişimi, Hukuk eğitimleri aldım. Marmara Siyasal’da Yönetişim ve STK alanında tezli yüksek lisans eğitimimi tamamladım ve "Türkiye’de STK’ların Yasama Sürecine Katılımı" konulu tezimi hazırladım. Yapımcılık eğitimi başta birçok farklı alanda eğitimler alarak hayatın gelişim yanından kopmamaya çalıştım. Aynı zamanda sivil toplum çalışmalarını aktif olarak devam ettiriyorum. Türk Dünyası Yörük Türkmen Birliği Genel Sekreterliğinin yanında, Göç ve Göçer Kültürü Araştırmaları Derneği Kurucu Başkan Yardımcılığı, Anadolu Eğitim Kültür ve Bilim Vakfı ve Çınar Gençlik ve Spor Kulübünün Danışma Meclisi üyeliğini devam ettiriyorum. Altın Yayınları arasında yayınlanan bir kitabımın yanında birçok dergi ve sureli yayında yazılarım yayınlandı. Evli ve iki çocuk babasıyım. Oğlum İTÜ’de Ekonomi eğitimi alıyor, kızım da Uludağ Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünde doktora yapıyor.
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Cemal Akkuş: Sessiz çığlığımızı, dünyayı derinden sarsan bir feryada dönüştüreceğiz
Türk Dünyası Yörük Türkmen Birliği Genel Sekreteri Cemal Akkuş'un yönetmenliğinde hazırlanan "Sessiz Çığlık: Bir Soykırımın Anatomisi" belgeselinin yakın bir zamanda ilk gösterimi yapılacak. Akkuş, belgeselin yapım aşamasını Kırım Haber Ajansına değerlendirdi.
Selahaddin Kaşgarlı / QHA Muhabir / Ankara
Türk Dünyası Yörük Türkmen Birliği tarafından Çin'in Doğu Türkistan'da yıllardır Uygur Türklerine uyguladığı sistematik işkence ve soykırımının anlatıldığı "Sessiz Çığlık: Bir Soykırımın Anatomisi" adlı bir belgesel film çekildi. 21. yüzyılın dünyasında Çin tarafından, Doğu Türkistan’da uygulanan soykırımın ve insanlık dışı olayların ardında büyük ve acı hikayelerin olduğunu kaydeden Genel Sekreter Cemal Akkuş, geniş yankı uyandıracak olan belgesel hakkında QHA'ya konuştu.
Cemal Akkuş, kendisinin Doğu Türkistan mücadelesi ve orada yaşananlar ile ilgili daha genç yaşlarda bilinçlendiğini, üniversite hayatında tanıştığı Doğu Türkistan mücadelesinin efsanevi lideri İsa Yusuf Alptekin'in kendisinde bıraktığı etkileri, Türkistan bilincini Türk kamuoyununa kazandırmayı amaçladığını ve Türk Dünyası Yörük Türkmen Birliğinin faaliyetlerini anlattı.
Türk devletleri ve Müslüman ülkeler Doğu Türkistan’da devam eden soykırıma neden bu kadar sessiz kalıyor?
Son dönemde tahammül sınırlarını zorlayan Çin zulmü karşısında sınırlı toplumsal olaylar hariç, sonuç odaklı hiçbir vaziyet alamayışımızın konjonktürel, siyasal ve diplomatik sebeplerini uzun zamandır birçok dostumuz düşünüyor maalesef. Kan, can ve itikat bağı ile sımsıkı bağlı olduğumuz ata yurdu olan bir coğrafya konusunda niçin fısıltı ile konuşmak zorunda kaldığımızı yüksek bir ses ile herkese sormak lazım. Maalesef, bu çok derin ve uzun bir konu. İçler acısı bir gerçek. Ve aslında meselenin tam da merkezinde biz varız, yani insan. Aslında günlük hayatımızdaki zaaflarımız, tercihlerimiz devletlerin tercihine de yansıyor. Zira, "nasılsanız öyle yönetilirsiniz" gerçeği her zaman karşımızda capcanlı duruyor. Gözden ırak olan gönülden de ırak olur sosyal analizinin yansımasını yaşıyoruz belki de.
Kendi bahanelerimize kılıf arıyoruz her zaman. Herkesin bahanesi çok kallavi cümlelerle kendini ifade ediyor. "ABD bu konuyu kaşıyor" , "Çok uzak", "ticaretimiz bozulur", "uygar-barbar ayrımı", "siyasal tercihlerimiz..." gibi bir sürü olgu içerisinde ele alabilirsiniz. Ağzımızdan çıkanları gönlümüzde demlendirmiyoruz. Değerlendirmelerde tabî olduğumuz bir mihenk taşımız yok maalesef. Bütün bunların üzerine bir de basiretsiz, ehliyetsiz, çıkar odaklı, devlet geleneğinden kopuk idarecileri de koyarsanız, sorunuzun cevabı da ortaya çıkıyor. Hani klasik bir tespit vardır ya; gömleğin ilk düğmesini yanlış iliklerseniz, sonrası da hep yanlış olur diye.. Ne yazık ki, bu sarmalı yaşıyoruz başta Doğu Türkistan olmak üzere tüm meselelerimizde.
"DOĞU TÜRKİSTAN DAVASINI SİZLERE EMANET EDİYORUM"
İsa Yusuf Alptekin’in "Doğu Türkistan davasını sizlere emanet ediyorum" dediği bu dava, şimdi ne oldu da gündeme daha çok gelmeye başladı peki? Çünkü artık konu emperyalist devletlerin çıkar kavgalarının bir aracı olmaya başladı.… ABD-AB ve Çin arasındaki ekonomik savaş gün yüzüne çıktıkça bunun yansıması olarak da Doğu Türkistan’da uygulanan soykırım, insan hakları ihlâlleri olarak dillendirilmeye başlandı. 1946’da Doğu Türkistan’ı işgal edilmiş toprak statüsünde görmeyen ve Çin’in kendi toprağı olarak kabul eden BM üyeleri, bu gün ancak insan hakları ihlâlleri çerçevesinde bunu ifade edebilmekteler. Yani aslında olaya biraz farklı bakmak gerekiyor. Türk ve Müslüman devletlerin tutumunda bir değişiklik olmadı. Hala sağır ve dilsizler. Hristiyan Batı devletlerinin konu ile ilgilenmesi ise tamamen çıkar odaklı, konjoktürel gelişmelere bağlı. Eskiden sağır ve dilsiz olmak işine gelen, ya da bunu bir politik tercih olarak yansıtanlar bu sefer de bahanelerinin adını değiştirmeye başladılar ve ABD’nin bir ajanlık faaliyeti gibi algılayarak uzak durmayı tercih ettiler. Bu bir sarmal maalesef. Siz oradaki insanlara, kadim topluluklara zulmediyorsunuz, çaresiz bırakıyorsunuz, ınsanlık onurunu kırıyorsunuz ve artık canına tak eden insanlar seslerini yükseltmeye, haklarını aramaya başlıyorlar. Bunu fırsat bilen başka birileri de sizi başka yerlerde, başka çıkar alanlarında ve hatta bazen vekalet savaşlarında paralı asker olarak kullanmaya başlıyor. Tüm bunların sonucunda bu sefer de terör hareketi damgası yiyorsunuz. Bu sarmalı, Doğu Türkistan’da da, Afganistan’da da, Filistin’de de görebilirsiniz.
"DÜNYANIN ÖBÜR UCUNDA BİR KARDEŞİMİZİN AYAĞINA DİKEN BATSA BİZİM YÜREĞİMİZ ACIMALI"
Müslüman Türk olarak biz olaylara böyle bakamayız. Biz tüm bu günlük organizasyonlardan bağımsız değerlendirmek durumundayız. Dünyanın öbür ucunda bir kardeşimizin ayağına diken batsa bizim yüreğimiz acımalı. Ve bu acı karşısında gücümüz yetiyorsa elimizle, yetmiyorsa dilimizle, o na da gücümüz yetmiyorsa hiç değilse buğzederek tavır almak durumundayız. Bunu yapmıyorsak zaten boşuna Türkçülük, milliyetçilik, vatanperverlik, ümmetçilik, Müslümanlık edebiyatı yapmamızın bir anlamı yok. Acının, zulmün, zalimin coğrafyası olmaz, milleti olmaz, dini olmaz. Acı Kudüs’te de acıdır, Kaşgar'da da, zulüm Gazze’de de zulümdür, Myammar’da da. Zalim, İsrail’de de aynıdır, Çin’de, Amerika’da da…
Bizim böyle bir ayrım yapma ve tercihte bulunma şansımız yok. Bu kendimizi inkar anlamına gelir. Özetle önce Türk’ün varlık ve beka davasına, İslam’ın ilahi gerçeklerine layık olabilme gayretini kendimizde göstermemiz gerekiyor. Sonra layık olduğumuz yöneticiler, özgüveni yüksek idareciler, stratejik tutum sergileyen siyasetçiler arkasından gelecektir. Hem Türk dünyasında hem İslam dünyasında… İşte o zaman Türk dünyasına şamil, medeniyet merkezli, Türkistanlılık şuurlu bir yola girmiş oluruz.
"KAŞGARLI MAHMUT’UN MEMLEKETİNDE MAZLUMLAR TOPLULUĞU VAR"
Belgeselinizin adı neden Sessiz Çığlık?
Gençlik yıllarımda şiirlerimde "Suskun Çağlayan" mahlasını kullanırdım. İfade edemediğiniz, derdinizi anlatamadığınız asil ve derin yaralarınızı ancak böyle tanımlayabiliyorsunuz. Kadim Türk yurdunda, Kaşgarlı Mahmut’un memleketinde, medeniyetin beşiği bir beldede dünyanın en korkunç uygulamalarına maruz kalan bir mazlumlar topluluğu var. Ve düşünün ki, çektikleri acıları ve maruz kaldıkları uygulamaları görüntüleyemiyorlar bile, belgeleyemiyorlar… Öylesine etkili bir yasak zinciri ve sansür mekanizması var ki tüm çığlıklarınız sadece kendi kulaklarınızda yankılanıyor. Ve malumunuz Doğu Türkistan insan hakları faaliyetlerinin sembolü bir fotoğraf var. Ağzı zalim Çin'in eli ile kapatılmış, gök yüzlü, gök bayraklı Uygur Türkü kardeşimiz. Tam da bu hak arayışını özetleyen bir kompozisyon. Bu yüzden bu adı seçtik.
"MİLLİ MESELELERDE İSE İNANILMAZ BİR VURDUMDUYMAZLIK, BANANECİLİK VAR"
Sizi bu belgeseli hazırlamaya iten en önemli etken neydi?
Yatılı öğretmen lisesinde okurken bizlerin ilk fikri temellerinin oturmasında çok katkısı olan değerli bir öğretmenimiz vardı. Abdullah Topaç. Daha ortaokulda "Volga Kızıl Akarken" romanını okuyorduk. Sonrasında Kapı, Kilit, Anahtar serisi... Sonra üniversiteye geldiğimizde İlber Ortaylı, Mümtaz Soysal gibi hocalardan eğitim aldık.
Gençlik hareketleri içinde 90'lı yıllarda attığımız sloganlar, "Kan kan kan Kudüs Kıbrıs Türkistan", "Amerika Rusya Yahudiye kukla" vs… Sadece bu iki sloganı bile alın bugüne hayatınızın ortasına koyun, dünyanın birçok siyasi çıkmazını, krizini kolayca çözümleyebilirsiniz. Analizleri doğru yaptığınız müddetçe, çareleri de iyi düşünürsünüz.
Yine 90'lı yıllarda İstanbul Çağlayan’da yapılacak bir Doğu Türkistan mitingine davet edildik ve büyük bir heyecanla Ankara’dan İstanbul’a gittim. Hem sayesinde Doğu Türkistan davasını öğrendiğim, efsanevi lider İsa Yusuf Alptekin, hem de Doğu Türkistan’dan Türkiye’ye sığınan bu müstesna insanlara Türkiye’de ilk kucak açan ve mücadelelerine omuz veren Aykut Edibali’yi dinleyecektim. Miting alanına gittiğimde o heyecanımın yerini hüzün aldı. Zira o iki efsane lider bir kamyon kasasının üzerinde Çin zulmünü haykırırken onları dinleyen maalesef bir avuç insandı. O gün farkına vardım ki, insanlar ancak bir ucu kendine dokunduğunda meydanlara iniyor. Siyasi, ekonomik bir endişe duyduğunda, canı yandığında tepki veriyor insanlar. Milli meselelerde ise inanılmaz bir vurdumduymazlık, bananecilik var.
"Bir millet ızdırap içinde inlerken onun evlatları rahat edemez" düsturuyla yetişmiş birisi olarak bu gerçeklik karşısında elbette köşemize çekilemezdik. "Müminler birbirini yıkayan iki el gibidir" kutsi öğüdünü tutmak durumundayız. Bize dokunmayan yılan bin yıl yaşamasın. Malesef inanılmaz bir kavram kargaşası, hatta kavram fetişizmi yaşıyoruz. Kavramlara yüklediğimiz anlamlar herkes için farklı. Öyle olunca aynı sızı ile sızlanmamıza rağmen, fikir ayrılıkları yaşıyoruz. Anlamsız tartışmalara giriyoruz. Düne kadar Turan’ı amcasının oğlu, Kızıl Elma’yı bir elma cinsi sanan insanlar bugün, bu kavramları ağızlarından düşürmüyorlar. Bu kavramlar o gün siyasallaştırılıp, belli bir grubun bilinçsiz sloganı haline getirilirken, bugün de sıradanlaştırılıp, kendi ezik seküler tercihlerinin güçlü dışavurum aracı olarak kullanılıyor. Sonuç olarak avamlaşıyoruz. Altını doldurmak, stratejik hamleler yapmak, dinamik tahliller yapıp doğru tercihleri hayata geçirmek yerine, bilgisiz yargılarla hareket ediyoruz.
"TÜRKİSTANLILIK MERKEZLİ YENİ BİR KİMLİK İNŞASI GERÇEKLEŞTİRMEK ZORUNDAYIZ"
Bütün bu siyasallaştırılmış, içi boşaltılmış kavramlar yerine binlerce yıllık medeniyetimizden süzülüp gelmiş, kurumsallaşmış kavramlara yönelmek gerekiyor. Bu medeniyetin pınarı da Türkistan. O yüzden Türkistanlılık bilincini oluşturmak durumundayız, Türkistanlılık merkezli yeni bir kimlik inşası gerçekleştirmek zorundayız. Bazı devletlerin çıkarları doğrultusunda istismar etmeye çalıştığı, bazılarının ise sağır ve dilsiz kalmayı tercih ettiği Doğu Türkistan gerçeğini, yansız, gerçekçi bir şekilde ortaya koymak gerekiyordu. Bilgi kirliliğinden arındırılmış bir çalışmayı çağımızın iletişim ağına sokmak gerekiyordu. İşte bu sebeple "Sessiz Çığlık" belgeseline ihtiyaç oldu.
"TÜRK DÜNYASINI BİR ARAYA GETİRMENİN BİR VESİLESİ OLMALIDIR DOĞU TÜRKİSTAN"
Bursa’da düzenlenecek olan belgesel galasından neler bekliyorsunuz?
Siyasi iktidarlar, devletler şartlar gereği birtakım arzu etmediğimiz tercihlerde bulunabilirler, bu tercihler tartışılabilir. Ama bireylerin ve STK’ların bu tercihlere zorlanması gibi bir durum asla olamaz. Aksine STK’lar, resmi kurumların dile getiremediği şeyleri dillendirmek için vardır, farkındalık oluşturmak için vardır. Her bir sivil toplum hareketinin üstlendiği bir misyon vardır. Bu millet olmanın da gereğidir. Millet olmak ırkçılık bayağılığının çok ötesinde bir tecrübe ve olgunluktur. Millet olmadan ümmet de olamazsınız, insan topluluğu da olamazsınız.
Medeni olmanın ilk şartıdır millet olmak. İşte tam da bu sebeple bu görev, Türk dünyasına hizmet eden STK’lara düşmektedir. Aynı amaç doğrultusunda gönüllü görev yapan bu yapılar, milletimizin ortak dertleri karşısında birlikte hareket edebilme kaabiliyeti kazanmalıdır. Acılar ve mutluluklar insanları, toplulukları birleştirir. Türk dünyasını bir araya getirmenin bir vesilesi olmalıdır Doğu Türkistan. Tıpkı Kudüs meselesinin, Myammar'ın İslam dünyasını bir araya getirme sebebi olması gerektiği gibi.
"SESSİZ ÇIĞLIĞIMIZI DÜNYAYI DERİNDEN SARSAN BİR FERYADA DÖNÜŞTÜRECEĞİZ"
Dikkatinizi çekerim; Doğu Türkistan ve Filistin aynı dönemde işgal edildi. Aynı dönemlerde aynı acıları yaşadı, Üstelik bu acılar ilk defa da yaşanmıyor. Doğu Türkistan yüzlerce, binlerce yıllık bir Çin ve Rus mezalimi ile, Kudüs ise yüzlerce binlerce yıllık bir Haçlı zulmü ile karşı karşıya. Pir-i Türkistan Hoca Ahmet Yesevî'ye atfedilen bir söz vardır, "Sarp Yokuştur Türkistan" der. Türkistanlılar bu sarp yokuşta yürüyenlerdir. Siyasi sınırlarımızın büyük vatanı Türkistan büyük vatandaşlığı Türkistanlılıktır. Doğu Türkistan davasının onurlu savaşçısı Osman Batur; silahını teslim etmesini isteyenlere, “Bu gün silâhımızı alanlar, yarın canımızı da alırlar. Ben silâhımı Çinlilere vermem. İstiyorlarsa ve güçleri yetiyorsa, gelip alsınlar!” diye haykırmış. Biz de gerekirse çağın silahlarını kuşanacağız. Çağın iletişim araçlarıyla sessiz çığlığımızı dünyayı derinden sarsan bir feryada dönüştüreceğiz.
Meslek edindirme ve sözde yeniden eğitim kampları, evde ıslah projesi uygulamaları ile Çin’in Doğu Türkistan’ı nasıl bir açık hava hapishanesine dönüştürdüğünü bu iletişim araçlarıyla anlatmak zorundayız. Potansiyel suç ve suçlu gibi korkunç bir kavramla, Müslüman Türk avına çıkmış bu canilerin gerçek emperyalist yüzlerini insanlığa göstermek durumundayız. Doğu Türkistan bağımsızlık mücadelesi ve insan hakları faaliyetleri de bir halkın meşru varoluş mücadelesidir ve hiçbir zaman terör ile örtüşen bir yanı olmamıştır.
Türk dünyasına hizmet eden sivil toplum kuruluşları yapacakları faaliyetleri; kamu diplomasisinin, insani diplomasinin, kültürel diplomasinin bir parçası olarak planlamak zorundadırlar. Bursa’da "Doğu Türkistan Milli Günü" kutlamaları çerçevesinde yapacağımız bu gala programı bir başlangıç olacak. Türkiye’nin her yerinde bu tarz etkinliklerle bu yaramızı dile getireceğiz. Bu ve benzeri çalışmalarla manüpülasyonları önleyeceğiz, doğruları daha etkili iletişim kanalları ile haykıracağız. YouTube gibi yeni medya araçları ile modern zamanların mücadelesini daha etkin kullanacağız.
Bu türden çalışmaların devamı gelecek mi?
Uzun süre kurumsal tanıtım filmleri, marka iletişimi çalışmaları yaptık. Ama yapmayı çok istediğim özel projeler var. Bunlardan biri "Öldürmeyeceksin" film projesiydi. Üzerinde çok çalıştım. Çok uzun bir hazırlık dönemi oldu. Ama malesef mali sebepler dolayısıyla hayata geçiremedik. Yine Piri Reis’in hayatını dünya standartlarında bir filme aktarmak en büyük hayalim. Ama bunlardan önce yine Türk tarihinde bir dram olarak duran Boraltan Köprüsü olayını sinema filmi yapmayı istiyorum. Türk tarih ve medeniyeti sinema ve belgesel konusunda inanılmaz bir alan aslında. Yüzlerce yönetmen, senarist, yapımcı yıllarca hiç durmadan çalışsa yine bitmez bir malzeme var elimizde. Bunu değerlendirmemiz gerekiyor. Bunu, tarihi bir sorumluluk ve insanlık görevi olarak değerlendiriyorum.
Son olarak, Türk Dünyası Yörük Türkmen Birliğinden kısaca bahseder misiniz?
Türk Dünyası Yörük Türkmen Birliği, 3335 Sayılı Uluslar Arası Teşekküllerin Kuruluşuna Dair Kanun çerçevesinde 2016 yılında Bakanlar Kurulu’nun onayıyla kurulmuş bir uluslararası kültürel işbirliği teşkilatıdır. Bünyesindeki 100'e yakın dernek, 12 federasyon, 1 konfederasyon ve bir vakıfla Türkiye’nin en önemli sivil toplum kuruluşlarından birisi. Türk dünyasına yönelik hizmet veren, Türk Devletleri Teşkilatının sivil altyapısı olma gayretinde, yapılanması ve yasal altyapısı çok sağlam bir teşkilat. Yönetim, denetim ve disiplin kurulları dışında, Kırklar Meclisi, Onur Kurulu, Bilim Kurulu, Bacılar Divanı, Delikanlılar Teşkilatı gibi köklerini tarihi birikimimizden alan bir teşkilatlanmaya sahip. Yörük Türkmenlerin milletimizin kurucu unsuru olduğu göz önüne alındığında; birliğin stratejik önemi daha çok ortaya çıkıyor aslında. Zaten hazırladığı stratejik eylem planı, üniversiteler ve ilgili kamu kurum ve kuruluşları ile yaptığı işbirliği protokolleri de bu stratejik yaklaşımı çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor. Türk Devletleri Teşkilatının aktif ve etkili bir yapıya dönüştüğü bu dönemde birliğin çalışmalarını önemsiyorum.
CEMAL AKKUŞ KİMDİR?
1968 Ardahan doğumluyum. Aslen Kafkas asıllıyız. 93 Muhaciriyiz yani. Ama ailem 1971’den beri Kahraman Maraş Elbistan’da ikamet ediyor. İlköğretimi Elbistan’da, ortaokul ve liseyi ise Sivas Yıldızeli Pamuk Pınar Öğretmen Lisesi’nde devlet parasız yatılı olarak okudum. Üniversite eğitimimi, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinde yani Mekteb-i Mülkiye’de tamamladım. Sonrasında Türkiye’nin önemli birçok markasında üst düzey yöneticilik yaptım. Bir dönem TBMM’de yasama danışmanlığı yaptım. Önemli ulusal ve uluslararası organizasyonların yanında, çeşitli tematik park projeleri ve müzeler projelendirdim. 2005 yılında Çanakkale Savaşları’nın 90. yıl dönümü etkinliklerini koordine ettim. Farklı alanlarda birçok konuda projelendirmeler ve kurumsal eğitim çalışmaları yaptık. Çalışma hayatı devam ederken Marka İletişimi, Hukuk eğitimleri aldım. Marmara Siyasal’da Yönetişim ve STK alanında tezli yüksek lisans eğitimimi tamamladım ve "Türkiye’de STK’ların Yasama Sürecine Katılımı" konulu tezimi hazırladım. Yapımcılık eğitimi başta birçok farklı alanda eğitimler alarak hayatın gelişim yanından kopmamaya çalıştım. Aynı zamanda sivil toplum çalışmalarını aktif olarak devam ettiriyorum. Türk Dünyası Yörük Türkmen Birliği Genel Sekreterliğinin yanında, Göç ve Göçer Kültürü Araştırmaları Derneği Kurucu Başkan Yardımcılığı, Anadolu Eğitim Kültür ve Bilim Vakfı ve Çınar Gençlik ve Spor Kulübünün Danışma Meclisi üyeliğini devam ettiriyorum. Altın Yayınları arasında yayınlanan bir kitabımın yanında birçok dergi ve sureli yayında yazılarım yayınlandı. Evli ve iki çocuk babasıyım. Oğlum İTÜ’de Ekonomi eğitimi alıyor, kızım da Uludağ Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünde doktora yapıyor.
Son Haberler