SON DAKİKA
Hava Durumu

#Türkçülük

QHA - Kırım Haber Ajansı - Türkçülük haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, Türkçülük haber sayfasında canlı gelişmelerle ulaşabilirsiniz.

Prof. Dr. Ahmet Kanlıdere yazdı: Muallim, Muharrir, Müverrih Yusuf Akçura Haber

Prof. Dr. Ahmet Kanlıdere yazdı: Muallim, Muharrir, Müverrih Yusuf Akçura

Türk milliyetçiliğinin fikri mimarlarından Yusuf Akçura'nın hayatı, Marmara Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Kanlıdere tarafından eser haline getirildi. Prof. Dr. Kanlıdere, Yusuf Akçura için, "Kendisini 'Osmanlılaşmış bir Tatar' olarak görmüş ve Tatarların Türk milletinin bir parçası olduğunu savunmuştur. Tatar modernleşmesinin Osmanlı Türkleri için model alınması gerektiğini savunmuştur. Onun Türkçülüğü, mazlum ve mahkum halkların milliyetçiliğidir" değerlendirmesini yaptı. Türk Milliyetçiliğinin doğuşuna, fikri yükselmesine büyük hizmetleri olan Rusya ve Osmanlı Türkleri arasında münasebetler kurmaya çalışan bir düşünür, gazeteci ve tarihçi Yusuf Akçura hakkında çok önemli bir eser yayımlandı. Türk Kültürüne Hizmet Vakfının Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığının da destekleriyle hazırlanan “Cumhuriyetin 100. Yılına Armağan Yayın Projeleri” kapsamında, Prof. Dr. Ahmet Kanlıdere tarafından “Kültürümüzün Temelini Oluşturan Değerli İnsanlarımın Biyografileri” alt başlığında Yusuf Akçura eseri hazırlandı. Marmara Üniveritesi Genel Türk Tarihi Anabilimdalı başkanı olan Prof. Dr. Ahmet Kanlıdere’nin bu çalışması, daha önce kullanılmamış olan belgeleri de değerlendirerek bütüncül ve özgün bir Akçura portresi ortaya koymaktadır. "ONUN TÜRKÇÜLÜĞÜ, MAZLUM VE MAHKUM HALKLARIN MİLLİYETÇİLİĞİDİR" Marmara Üniversitesi Genel Türk Tarihi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ahmet Kanlıdere, son eseri hakkında şunları söyledi: "Çok iyi bilindiği düşünülen bazı meşhurların pek de o kadar tanınmadığı, hatta çoğu kez de yanlış tanındığı görülür. Yusuf Akçura da böyle bir şahsiyettir. Elli dokuz yıllık ömründe dünyayı sarsan olaylara şahit olmuş, Rusya Türkleriyle yoğun ilişkilerin olduğu bir dönemde yaşamış, gazeteci, yazar ve hoca olarak Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemlerinde de etkin bir rol oynamış olsa da, hayatı ve eserleri konusunda önemli boşluklar bulunmaktadır. Bu çalışmada, Akçura’nın kitap ve makalelerini kronolojik olarak inceleyerek onun fikrî serüvenini tespit etmeye, daha önce kullanılmamış olan belgeleri de değerlendirerek bütüncül ve özgün bir Akçura portresi ortaya koymaya çalıştım. Yusuf Akçura, Rusya ve Osmanlı Türkleri arasında münasebetler kurmaya çalışan bir düşünür, gazeteci ve tarihçidir. Rusya Türklerinin siyasi hayatında olduğu kadar Meşrutiyet ve Cumhuriyet Türkiyesi’nde de mühim bir rol oynamış, Cihan Harbi, İstiklal Savaşı ve Cumhuriyet’in oluşum yıllarında önemli görevler üstlenmiş, makale ve kitaplarında Türk dünyasının içtimai, iktisadi ve fikrî hayatı hakkında özgün analizler yapmıştır. Kendisini “Osmanlılaşmış bir Tatar” olarak görmüş ve Tatarların Türk milletinin bir parçası olduğunu savunmuştur. Bununla beraber, yazılarında Tatarlarının Türk halkları içinde iktisadi, kültürel ve medeni bakımlardan ileri durumda olduğunu vurgulamış, Tatar modernleşmesinin Osmanlı Türkleri için model alınması gerektiğini savunmuştur. Onun Türkçülüğü, mazlum ve mahkum halkların milliyetçiliğidir. Diğer milletlerin haklarını kabul ve saygı esasına dayanan bir milliyetçilik anlayışını savunmuş, dar ve bencil milliyetçiliğin daima karşısında olmuştur. Dönemindeki diğer bazı Türkçüler gibi, terakkiperver ve halkçı fikirleri ve reformist bir İslam anlayışını savunmaktan kaçınmamıştır. Cumhuriyetin 100. Yılına Armağan” projesi ile kitabın çıkmasına vesile olan Türk Kültürüne Hizmet Vakfı’na ve onun değerli Başkanı Av. Şerafettin Yılmaz’a, desteklerinden dolayı Kültür ve Turizm Bakanlığı’na ve Tek-İmaş A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Malkan’a minnettarım."  TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNİN BÜYÜK İSMİ, YAZAR VE DÜŞÜNÜR YUSUF AKÇURA Yusuf Akçura, Rusya'da yaşayan Türklerin siyasi hayatında olduğu kadar Meşrutiyet ve Cumhuriyet Türkiyesi’nde de mühim bir rol oynamış, Cihan Harbi, İstiklal Savaşı ve Cumhuriyet’in oluşum yıllarında önemli görevler üstlenmiş, makale ve kitaplarında Türk dünyasının içtimai, iktisadi ve fikrî hayatı hakkında özgün analizler yapmıştır. ürk tarihçiliğinin ve Türkçülük fikrinin sembol isimlerinden Yusuf Akçura, 87 yıl önce bugün vefat etti. Geride Türkiye Cumhuriyeti’ne ettiği büyük hizmetler ile hatırlanan Akçura, TBMM adına 6 Ekim 1923’te İstanbul’u işgal kuvvetlerinden teslim alan isim. Türk Tarih Kurumu Başkanı olarak Türk tarihçiliğine hizmet eden ünlü Tatar aydını Akçura, arkasında silinmez izler bırakarak yaşama veda etti. TATAR AYDINI YUSUF AKÇURA KİMDİR? Türk tarihçiliği ve Türkçülük fikrinin mimarlarından olan Yusuf Akçura, 2 Aralık 1876’da Rusya’nın Ulyanovsk şehrinde doğdu. Kazan’a göç etmiş Kırım Türklerinden aristokrat bir aileden gelen Akçura eğitimine İstanbul Harbiye Mektebi’nde başladı. Yusuf Akçura, Jöntürk hareketinin önde gelen simalarından olduğu için 1897’de dönemin padişahı II.Abdülhamid tarafından çıkarılan bir fermanı ile Trablusgarp’a sürüldü. Kısa bir süre sonra da Fransa’ya kaçarak, Paris’teki Jön Türkler’e katılan Akçura, burada Siyasal Bilgiler Yüksekokuluna devam etti. 1903’te “Osmanlı Devleti Kurumlarının Tarihi Üstüne Bir Deneme” adlı teziyle okulu bitirerek Kazan’a döndü ve öğretmenlik yapmaya başladı. ÜÇ TARZI SİYASET’İN YAZARI BÜYÜK TÜRKÇÜ YUSUF AKÇURA Bu dönemde pek çok deneme ve fikir yazısı yayınlanan Akçuraoğlu Yusuf’un, bunlar içinde, 1904’te Türk Gazetesinde çıkan “Üç Tarz-ı Siyaset” başlıklı makale serisi özel önem taşıyordu. Bu makalede imparatorluğun önündeki seçeneklerin “Osmanlıcılık”, “Panislamizm” ve “ırk esasına müstenit Türk Milliyetçiliği” olduğu, bunlardan en uygununun da sonuncusu olduğunu belirtiliyordu. Akçura, II. Meşrutiyet’ten sonra İstanbul’a geldi. Çeşitli okullarda öğretmenlik yaptı. Darülfünun’da ve Mülkiye Mektebinde siyasal tarih dersleri verdi. Türkçülük akımına daha çok düşünce düzeyinde katılarak Türk Derneği ve Türk Ocağı’nın kurucuları arasında yer aldı. Türk Yurdu dergisinin de başyazarı ve editörü oldu. Akçura, Osmanlı Türkleri ile Osmanlı Devleti dışındaki Türklerin yalnız dil ve tarih alanındaki ortak geçmişlerine dayanarak bir birlik yaratamayacaklarını savundu. TÜRK TARİH KURUMUNUN BAŞKANLIĞINI YAPTI Türk Tarih Kurumu Başkanlığı da yapan Akçura, Kurtuluş Savaşı’nda Anadolu’ya geçerek Millî Mücadele’ye katıldı. Ayrıca, 6 Ekim 1923’te İstanbul’u Türkiye Büyük Millet Meclisi adına işgal kuvvetlerinden teslim alan anlaşmayı imzalamasıyla da Akçura, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin önemli şahsiyetlerindendi. “Üç Tarz-ı Siyaset”, “Ali Kemal” ve “Ahmed Ferid” beylere cevaplarıyla birlikte (1907; 1976’da yeniden basıldı), “Şark Meselesine Dair tarih-i Siyasi Notları” (1920), “Muasır Avrupa’da Siyasi ve İçtimai Fikirler Cereyanlar”(1923), “Siyaset ve İktisat hakkında Birkaç Hitabe ve Makale” (1924), “Osmanlı İmparatorluğunun Dağılma Devri” Yusuf Akçura’nın en kıymetli eserleri olarak kabul ediliyor. Türk dünyasının meşhur şahsiyetlerinden Tatar asıllı Türk yazar ve siyasetçi Yusuf Akçura, 12 Mart 1935’de İstanbul’da vefat etti. Çalışmaları bugün de okunup konuşulmaya devam ediyor.

Türkçülük düşüncesinin fikir babalarından Ziya Gökalp'in vefatının 99. yılı Haber

Türkçülük düşüncesinin fikir babalarından Ziya Gökalp'in vefatının 99. yılı

“Kırım, Kazan heder oldu Tuna, Kafkas beter oldu! Türkistan’da neler oldu, İşitmedi kulağımız…” Türk milliyetçiliği fikir sisteminin sembol isimlerinden, kaleme aldığı şiir ve yazılarıyla geniş kitlelerce tanınan, Türk sosyolojisinin kurumlaşmasını sağlayan ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün “fikirlerimin babası” dediği Ziya Gökalp, 25 Ekim 1924 tarihinde İstanbul’da vefat etti. Osmanlı Devleti’nin son dönemi ile modern Türkiye’nin kurulması sürecine düşünceleriyle büyük katkı sağlayan Gökalp, vefatının üzerinden 99 yıl geçmesine karşın ortaya koyduğu eserleriyle halen saygıyla hatırlanmaya devam ediyor. 23 Mart 1876’da Diyarbakır’da doğan ve tam adı Mehmet Ziya olan büyük düşünür, 1911 yılı sonrasında Gökalp ismini Ziya ile birlikte kullanmaya başladı ve bu isimle tanındı. Gökalp’in babası, Diyarbakır Vilâyet Evrak Müdürlüğü ve Nüfus Nâzırlığında memur olarak çalışan Tevfik Efendi, annesi Zeliha Hanım’dır. Tevfik Efendi’nin dedesi Hacı Hüseyin Sâbir’in Diyarbakır’da müftülük görevinde bulunmasından dolayı aile "Müftüzâdeler" olarak da anılmaktadır. “KİTABÜ'L MECÂNİN”: ZİYA GÖKALP Ziya Gökalp, Diyarbakır’da bulunduğu dönemde otorite boşluğundan kaynaklanan ve halkı huzursuz eden zorbalar ile bu gruplara destek olan yöneticilerle mücadele etti. 1905 ve 1907 yıllarında iki kez arkadaşlarıyla birlikte Diyarbakır Telgrafhanesini basarak seslerini duyurmak istediler. Daha sonra bu olayları 1924’de bastırdığı "Şaki İbrahim Destanı" eserinde anlattı. Meşrutiyet’in ilânından sonra, 22 Ekim 1908 tarihinde geçmişten beri taraftarı olduğu İttihat ve Terakkî’nin Diyarbakır şubesini kuran Gökalp; “hürriyet, adalet, eşitlik, kardeşlik” gibi kavramları bir yandan etrafına topladığı gençlere anlatırken diğer yandan "Peyman" gazetesinde siyasî yazılar kaleme aldı. Aynı yıl İttihat ve Terakkî’nin bölge müfettişi oldu ve Diyarbakır, Van ve Bitlis teşkilatlarının denetlenmesi görevini üstlendi. 18 Eylül 1909’da Selânik’te toplanan kongreye Diyarbakır delegesi olarak katılarak merkez heyeti üyeliğine seçildi. Selanik’te bulunduğu dönemde değişik imzalarla "Genç Kalemler", "Rumeli", "Yeni Felsefe" gibi gazete ve dergilerde yazılar yayımladı. Aynı yıl kaleme aldığı “Altun Destan” isimli çalışmasını “Gökalp” mahlasıyla yazdı ve bu tarihten sonraki yazılarında genelde günümüzde tanındığı şekliyle Ziya Gökalp imzasını kullandı. SOSYOLOJİ BİLİMİNİN KURUCUSU İttihat ve Terakkî’nin merkez heyeti içerisinde yer alması sonrasında ailesiyle birlikte Selânik’e giden Gökalp, burada yeni açılan "Selânik İttihat ve Terakkî Mekteb-i Sultânîsi"nde kendi teklif ettiği programa göre 1911’de Türkiye’de ilk defa sosyoloji dersleri vermeye başladı. Sosyolojiyi, bilimsel bir disiplin haline getiren Emile Durkheim’ın görüşlerini tercüme eden, Türkiye’nin koşullarına uyarlayarak yeniden yorumlayan ve bunun yanında özgün görüşleri de olan Ziya Gökalp, Türkiye’de sosyolojinin kurucusu kabul edilmektedir. Gökalp, 1914 yılında Durkheim’ın sosyoloji görüşlerini temel alan bir sosyoloji kürsüsü kurmuştur. ZİYA GÖKALP’İN İSTANBUL YILLARI 1912’de İttihat ve Terakki Partisinin genel merkezi İstanbul’a taşınınca Ziya Gökalp da ailesiyle birlikte İstanbul’a geldi. Aynı yıl Ergani Madeni’nden milletvekili seçildi. İstanbul’da bulunduğu dönemde "Türk Yurdu"nda yazılar neşretti. Burada kaleme aldığı yazıları, 1918 yılında "Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak" adıyla kitaplaştırdı. Edebiyat Fakültesindeki hocalığı esnasında verdiği derslerin notlarını "İlm-i İçtima" adıyla bastırdı. İlk şiir kitabı olan "Kızıl Elma" da yine bu görevi sırasında neşredildi. Ayrıca 1917'de yayın hayatına başlayan "İçtimaiyat Mecmuası" ve "Yeni Mecmua"nın da kurucuları arasında yer aldı. İSTANBUL'UN İŞGALİ SONRASINDA MALTA’YA SÜRÜLDÜ Birinci Dünya Savaşı'nın sona ermesiyle işgal edilen İstanbul'da bulunan Ziya Gökalp, 30 Ocak 1919 tarihinde tutuklanarak birçok İttihatçı ile birlikte sürgüne gönderildi. 29 Mayıs'tan 18 Eylül 1919 tarihine kadar Limni Adası'nda tutulan Gökalp sonra Malta'ya gönderildi ve 29 Mayıs 1919'dan 30 Nisan 1921'e kadar sürgün hayatı yaşadı. Malta'da Polverista ve Verdala karargâhlarındaki esir kamplarında tutulan usta kalem, buralarda zamanını okuyarak, notlar alarak, şiir, makale, hatıra ve mektup yazarak geçirdi. Sürgünde bulunduğu süre içinde eşi ve kızlarına gönderdiği mektuplar, 1965 yılında "Limni ve Malta Mektupları" adıyla neşredildi. TBMM İKİNCİ DÖNEM MİLLETVEKİLİ Ziya Gökalp, İstanbul'u işgal eden İngilizlerin Malta'ya sürdüğü aydınlarımızı ve askerlerimizi, Anadolu'da esir alınan İngilizlerle takas edilmesi sonrasında önce İstanbul’a döndü ve sonra ailesini alarak Ankara’ya geçti. Kısa bir süre Telif ve Tercüme Heyetinde çalışan Gökalp, sonra Diyarbakır’a gitti. Diyarbakır yıllarında kendisini tamamen siyasî ve kültürel çalışmalara adayarak; düşüncelerini daha geniş bir tabana yaymak için "Küçük Mecmua"yı çıkarmaya başladı. Öğretmenleri de organize ederek folklor ve etnografyaya ait çeşitli malzemeleri derledi. Türkülerimizin notaya aktarılmasına öncülük etti. Halk masalları ve halk inanışları üzerinde yapılan derlemeleri yayımladı. 1923 yılının Mart ayında Telif ve Tercüme Heyeti Başkanlığına atanınca Küçük Mecmua’yı kapatarak Ankara’ya geldi. Ankara yıllarında "Türkçülüğün Esasları", "Türk Töresi" ve "Altın Işık" isimli eserlerini yayımladı. 11 Ağustos 1923’te milletvekili seçilerek, Büyük Millet Meclisinin ikinci döneminde Diyarbakır milletvekili olarak görev yaptı. Aynı yıl, “Doğru Yol: Hâkimiyet-i Milliye ve Umdelerinin Tasnif, Tahlil ve Tefsiri” isimli çalışmasını neşretti. Ziya Gökalp, “1924 Teşkilat-ı Esasiye” kanununu hazırlayan heyet başta olmak üzere, birçok heyette faaliyette bulundu. Gökalp, bu dönemde Etnografya Müzesinin kurulması kararının alınmasını da sağladı. Ziya Gökalp, 25 Ekim 1924 tarihinde yakalandığı amansız bir hastalıktan kurtulamayarak vefat etti ve aynı gün görkemli bir törenle Sultan Mahmut türbesinin de bulunduğu mezarlığa defnedildi.

Türk fikir dünyasının unutulmaz ismi, Türkçülüğün manifestosunun yazarı Yusuf Akçura Haber

Türk fikir dünyasının unutulmaz ismi, Türkçülüğün manifestosunun yazarı Yusuf Akçura

Türk tarihçiliğinin ve Türkçülük fikrinin sembol isimlerinden Yusuf Akçura, 11 Mart 1935 tarihinde yaşamını yitirdi. Türk Tarih Kurumu Başkanı olarak Türk tarihçiliğine hizmet eden ve Türk dünyasına yönelik sürdürdüğü fikri mücadele ile arkasında silinmez izler bırakan ünlü Tatar aydını Yusuf Akçura, saygı ve rahmetle anılmaya devam ediyor. Kazan’a göç etmiş Kırım Türklerinden aristokrat bir aileden gelen Yusuf Akçura, 2 Aralık 1876’da Rusya’nın Ulyanovsk şehrinde doğdu. Yusuf Akçura, öğrenim görecek yaşa ulaştığında İstanbul Harbiye Mektebi’nde eğitim gördü. Yusuf Akçura, Jöntürk hareketinin önde gelen simalarından olduğu için 1897’de dönemin padişahı II. Abdülhamid tarafından çıkarılan bir ferman ile Trablusgarp’a sürüldü. Kısa bir süre sonra da Fransa’ya kaçarak, Paris’teki Jön Türkler’e katılan Akçura, burada Siyasal Bilgiler Yüksekokuluna devam etti. 1903’te “Osmanlı Devleti Kurumlarının Tarihi Üstüne Bir Deneme” adlı teziyle okulu bitirerek Kazan’a döndü ve öğretmenlik yapmaya başladı. Vefatının yıldönümünde ömrü boyunca Türk dünyasının birliği için mücadele eden, Türkçülük fikir dünyasının sönmez meşalesi Yusuf Akçurahttps://t.co/pdXdbPa61u pic.twitter.com/as7aNStmrS — QHA - Kırım Haber Ajansı (@qha_kirimhaber) March 11, 2023 ÜÇ TARZI SİYASET’İN YAZARI, BÜYÜK TÜRKÇÜ YUSUF AKÇURA Bu dönemde pek çok deneme ve fikir yazısı yayımlanan Akçuraoğlu Yusuf’un, bunlar içinde, 1904’te Türk Gazetesinde çıkan “Üç Tarz-ı Siyaset” başlıklı makale serisi özel önem taşıyordu. Bu makalede imparatorluğun önündeki seçeneklerin “Osmanlıcılık”, “Panislamizm” ve “ırk esasına müstenit Türk Milliyetçiliği” olduğu, bunlardan en uygununun da sonuncusu olduğunu belirtiliyordu. Akçura, II. Meşrutiyet’ten sonra İstanbul’a geldi. Çeşitli okullarda öğretmenlik yaptı. Darülfünun’da ve Mülkiye Mektebinde siyasal tarih dersleri verdi. Türkçülük akımına daha çok düşünce düzeyinde katılarak Türk Derneği ve Türk Ocağının kurucuları arasında yer aldı. Türk Yurdu dergisinin de başyazarı ve editörü oldu. Akçura, Osmanlı Türkleri ile Osmanlı Devleti dışındaki Türklerin yalnız dil ve tarih alanındaki ortak geçmişlerine dayanarak bir birlik yaratamayacaklarını savundu. Akçura, 6 Ekim 1923’te İstanbul’u TBMM adına teslim alan anlaşmayı imzaladı. İSTANBUL’U İŞGALCİLERDEN TESLİM ALAN ANLAŞMAYI İMZALADI Türk Tarih Kurumu Başkanlığı da yapan Akçura, Kurtuluş Savaşı’nda Anadolu’ya geçerek Millî Mücadele’ye katıldı. Ayrıca, 6 Ekim 1923’te İstanbul’u Türkiye Büyük Millet Meclisi adına işgal kuvvetlerinden teslim alan anlaşmayı imzalamasıyla da Akçura, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin önemli şahsiyetlerindendi. TÜRKLÜK İÇİN VAKFEDİLMİŞ BİR ÖMÜR Türk dünyasının en meşhur şahsiyetlerinden Kırım Tatar asıllı Türk yazar ve siyasetçi Yusuf Akçura, 12 Mart 1935’de İstanbul’da vefat etti. Yusuf Akçura'nın Türkler ve Türk dünyasına dair tanımı halen hafızalardaki yerini koruyor: "Türkler dediğimiz zaman, etnografya, filoloji ve tarihle ilgisi olanların bazen Türk-Tatar bazen Türk-Tatar-Moğol diye yâd ettikleri bir ırktan gelme, adetleri, dilleri birbirine pek yakın, tarihi hayatları birbirine karışmış olan kavim ve kabilelerin tamamını murad ediyoruz. Bu cihetle İranlı ve Avrupalı bazı muhar­rirlerin Tatar dedikleri Kazanlılar, Azerbaycanlılar ile beraber, Kırgızlar, Yakutlar da Türkler tabiri içindedir" (Yusuf Akçura, Yeni Türk., s.3.)

En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.