SON DAKİKA
Hava Durumu

#Sovyetler Birliği

QHA - Kırım Haber Ajansı - Sovyetler Birliği haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, Sovyetler Birliği haber sayfasında canlı gelişmelerle ulaşabilirsiniz.

Türklerin yurdu “Türkistan” MEB müfredatında! Haber

Türklerin yurdu “Türkistan” MEB müfredatında!

Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) 2024-2025 eğitim öğretim yılında okul öncesi, ilkokul 1, ortaokul 5, lise hazırlık ve 9'uncu sınıf düzeyinde uygulanacak olan Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli'ne ilişkin genelge yayımladı. Anakronik ve bilimsel hata barındıran terim ve kavramların kullanımının kaldırıldığı programda, "Orta Asya" yerine "Türkistan", "Tehcir Kanunu" yerine "Sevk ve İskan Kanunu" gibi terim ve kavramlar yer aldı. Türklerin yurdu “Türkistan” MEB müfredatında! pic.twitter.com/FViHkueEzv — QHA - Kırım Haber Ajansı (@qha_kirimhaber) October 9, 2024 RUS İSTİLASI SONUCU “ORTA ASYA” KAVRAMI KULLANILMAYA BAŞLANDI   Tarihçi Prof. Dr. Ahmet Taşağıl, MEB'in bu kararını, Orta Asya ve Türkistan sözcüklerinin tarihini TRT Haber'e değerlendirdi. Orta Asya kavramının Türkistan yerine kullanılmaya başlanmasının Rus istilası sonucunda olduğunu dile getiren Taşağıl, "Türklerin yurdu anlamına gelen Türkistan sözü tarihin en erken devirlerinden itibaren kullanılmaya başlandı. 19. yüzyılın 2. yarısında tamamlanan Rus istilası sonucu Orta Asya (Sredney Azii, Central Asia, L’asie Central) kavramı Türkistan adı yerine konuldu ve yaygınlaştı." dedi. Taşağıl, “Türkistan adını ilk defa eski İranlıların, daha sonra Arapların Orta Asya’da Türklerin yaşadığı bölgeleri tanımlamak için kullandıkları biliniyor. 15. yüzyılda kaleme alınan Timur seferleriyle ilgili eserlerde Türkistan, Mâverâünnehir dışında yaşayan Türklerin ülkelerini gösteriyordu. Bununla beraber Hazar Denizi'nin kuzeyindeki alanlara İbn Fadlân’ın Seyahatnâme’sinde Bilâdü’t-Türk, Ahmed Tûsî ve diğer Farsça eser yazanlar ise Türkistan demişlerdir. Bazı Batı kaynaklarında 580’lere doğru Orta Asya için Turkhia (Türkiye) adı yer alıyor.” ifadelerini kullandı. SOVYETLER TÜRKİSTAN BİRLİĞİNİ DAĞITTI Taşağıl, Sovyet yönetiminin Türk kökenli topluluklar arasında bölücü faaliyetler yürüterek Türkleri ayırdığını şu ifadelerle aktardı: Türkmenleri, Kırgızları, Kazakları ve Özbekleri ayrı ayrı cumhuriyetler haline getirip Türkistan birliğini dağıttı. 16 Eylül 1924’te alınan kararla Türkistan adı tamamen ortadan kaldırıldı. Bolşevikler, Türkistan’ın idarî yapılanmasını değiştirdi; valiliğin merkezi yine Taşkent’ti, ancak adı Orta Asya bölgesi (Sredniy Azii Kray) oldu. Türkistan valiliğinin Yedisu, Carkend, Lepse ve Zakaspi bölgesinin Kazaklarla meskûn yerleri, ayrıca Karakalpakların yaşadığı saha Kazakistan’a katıldı.

Prof. Dr. Ayşegül Aydıngün:  Dil kaybı olsa da Kırım Tatar milli kimliği, milli bilinci her zaman varlığını sürdürebilmiştir Haber

Prof. Dr. Ayşegül Aydıngün: Dil kaybı olsa da Kırım Tatar milli kimliği, milli bilinci her zaman varlığını sürdürebilmiştir

Şerife Beyza Satılmaz / QHA ANKARA ODTÜ Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ayşegül Aydıngün, 1944 sürgününden sonra Kırım Tatarlarının karşı karşıya kaldıkları Sovyetlerin dil ve eğitim politikalarını ve vatana dönüş sonrası Milli Mekteplerin rolünü araştırmalarında elde ettiği bulgulara dayanarak Kırım Haber Ajansına (QHA) değerlendirdi. Bölgede saha araştırmaları yapmış olan Aydıngün, 2014 yılında Kırım'ın işgalinden bu yana yaklaşık 10 yıldır eğitim ve dil alanında yaşanan sıkıntıları da QHA için ele aldı.  “DİL KAYBI OLSA DA KIRIM TATAR MİLLİ KİMLİĞİ, MİLLİ BİLİNCİ HER ZAMAN VARLIĞINI SÜRDÜREBİLMİŞTİR” Kırım Tatarları 1944 yılında sürgün edildikleri yerlerde Sovyetlerin hangi kültürel ve dil politikaları ile karşı karşıya kaldılar? Bu noktada nasıl sorunlar yaşadılar? Prof. Dr. Ayşegül Aydıngün: Kırım Tatarlarının 1944 Sürgünü’nde neler yaşadıklarını anlayabilmek için öncesine de bakmak gerekiyor. Geçmişte de Rus İmparatorluğu döneminde yaşadıkları önemli zorluklar var örneğin. 2002’den itibaren çeşitli araştırmalar vesilesiyle Kırım’da, Kazakistan'da, Özbekistan’da bulundum. Kırım Tatarları üzerine araştırmalar yaptık. Sosyolog olduğum için yaptığımız saha araştırmalarının bulgularına dayanarak sorularınızı yanıtlamak istiyorum. Bu araştırmalarda kentli ve yüksek eğitimli Kırım Tatarlarının bir kısmının Kırım Tatarca konuşamadıklarını gözlemledik. Ancak bu noktada önemli bir bulguya dikkat çekmek isterim. O da “Dil kaybının, kimlik kaybı anlamına gelmediğidir”. Araştırma bulgularımızı biraz açmak gerekirse, kültürel değişmenin yani belli geleneklerin zayıflamasının hatta yok olmasının veya dil kaybının her durumda Kırım Tatar milli kimliğinin yok olduğu ya da milli bilincin ortadan kalktığı anlamına gelmediğidir. Bir dilin veya topluluğun özgür bir ortamda değişmesi, dönüşmesi veya modernleşmesi beklenen sosyolojik bir olgu. Ancak Kırım Tatarlarının toplumsal değişmeyi, dildeki değişimi ve gelişmeyi doğal koşullar altında yaşamadıklarını biliyoruz. Neden diye soracak olursak, Rus İmparatorluğu’nun etkisi var. Totaliter Sovyet rejiminin baskısı var ve 1944 Sürgünü de bunun bir parçası. 2014 yılından sonra da Rusya işgali altındaki Kırım’daki durum var. Rusya Federasyonu’nun baskısı giderek Sovyet döneminin en baskıcı dönemlerini anımsatıyor. “DİL KONUSUNDA YAŞANAN SORUNLAR, DİL ÜZERİNDEKİ BASKI VE BUNUN NEDEN OLDUĞU DİL KAYBI, BÜTÜN BUNLAR KIRIM’IN KIRIM TATARSIZLAŞTIRILMASI DOĞRULTUSUNDA UYGULANAN POLİTİKALARIN GÜNÜMÜZE YANSIYAN BİR SONUCU” Ben tarihçi olmadığım için Rus İmparatorluğu dönemine çok değinmek istemiyorum ama kanaatimce Kırım’ın Kırım Tatarsızlaştırılması Küçük Kaynarca Antlaşması’ndan sonra Osmanlı himayesinin son bulmasıyla başlamıştır. Daha sonra malum, Kırım’ın birinci işgali olmuştur. Dil konusunda yaşanan sorunlar, dil üzerindeki baskı ve bunun neden olduğu dil kaybı, bütün bunlar Kırım’ın Kırım Tatarsızlaştırılması doğrultusunda uygulanan politikaların günümüze yansıyan bir sonucu. İmparatorluklar aslında sınırları içindeki azınlıkların dilleriyle çok fazla ilgilenmezler. İmparatorluk yapısı itibariyle kendi sınırları içerisindeki farklı gruplara siyaseten boyun eğdirmekle uğraşırlar. Toplulukları dil üzerinden değil din üzerinden tanımlar ve sınıflandırırlar. Eğer itaat ediyorlarsa makbuldürler, itaat etmiyorlarsa da tehdittirler. Kırım Tatarları Rusya tarafından her zaman bir tehdit olarak algılanmışlardır. Rusya her zaman Kırım’ı, Rusya'nın ayrılmaz bir parçası olarak görmek istemiştir. Bu düşünce Rus tarih anlatısının bir parçasıdır. Bu anlayış, Rus İmparatorluğu, Sovyet rejimi ve Rusya Federasyonu dönemlerinde hiç değişmemiştir. Coğrafya aynı, Kırım’ın stratejik önemi aynı; bu değişmeyen bir gerçek. Kırım Tatarları Kırım Hanlığı’nın yıkılmasından sonra her yakaladıkları fırsatta bağımsız bir devlet kurmak istemiş ve hep bu bilinçle hareket etmişlerdir. Her fırsatı değerlendirmeye çalıştıklarını biliyoruz ve bu Rusya tarafından bir tehdit olarak algılanmıştır. Yani bu 1917’de de 1991’de de böyle oldu. Rusya, hiçbir yerde milli bir bilince sahip bir halk istemez, hele ki Kırım’da hiç istemez. Ancak bu olguyu dille doğrudan ilişkilendiremeyiz. Dil kaybı olsa da Kırım Tatar milli kimliği, milli bilinci her zaman varlığını sürdürebilmiştir. “SOVYET REJİMİ KIRIM TATAR DİLİNE ÇOK BÜYÜK ZARAR VERMİŞTİR” Sovyet dönemine baktığımızda 1921’de Kırım Özerk Cumhuriyeti kurulmuştur. Her ne kadar Kırım Tatar Cumhuriyeti olmasa da ilan edilmiş bir Kırım Özerk Cumhuriyeti vardı. Bu cumhuriyetin de iki resmî dili vardı: Kırım Tatarca ve Rusça. Kırım Tatarları yönetimde de söz sahibi olmuşlardır. 1921’e bakacak olursak günümüzle önemli benzerlikler ve farklılıklar bulunmaktadır. Sovyet dönemine bakarken 1920’leri, 1930’larla karşılaştırmamak gerekiyor. Buradaki esas aktör tabii ki Stalin’dir. Stalin'in güçlenmesi ve rejimi kontrolü altına alması, 1920’lerdeki özgürlükçü yani rejimin “görece” özgürlükçü niteliğini tamamen ortadan kaldırmıştır. 1920’lerde Kırım Tatar dili, edebiyatı, gelenekleri ve eğitim alanlarında bir canlanma yaşandığını görüyoruz. Ama Stalin dönemi, sadece dilin hırpalandığı bir dönem değil, Kırım Tatar aydınlarının öldürüldüğü, 1944 Sürgünü’nün yaşandığı, Kırım Tatarlarının insanlık dışı koşullarda yaşamak zorunda kaldığı bir dönem. Sovyet döneminde Kırım Tatarlarına duyulan güvensizliğin en doruk noktasına çıktığı dönem Stalin dönemi. Aynı mantığa sahip Rus siyasetçileri bugün de benzer politikalar uyguluyorlar Kırım’da. Rusya’nın Kırım Tatar milli kimliğine karşı duyduğu düşmanlık, Kırım Tatarlarının diline ve kültürüne de yansıyor tabii ki. Esasen, Kırım Tatar kimliğini besleyen ne varsa ona düşman bu mantık.  Sovyet döneminde, sadece Kırım Tatarlarının değil, bütün sürgün edilen halkların kimliğinin uzun müddet yok sayıldığını biliyoruz. Kendi dilinde eğitimden de mahrum kalıyor hepsi. 1920’lerin tersine, Stalin döneminde totaliter Sovyet rejimi Kırım Tatar diline çok büyük zarar vermiştir. Ancak sadece diline değil kültürüne, kültürün bütün unsurlarına. Bunun nedeni ise tabii ki Kırım Tatar kimliğine duyulan “düşmanlık”. “MİLLİ MEKTEPLER KIRIM TATAR KİMLİĞİNİ, DİLİNİ, KÜLTÜRÜNÜ MUHAFAZA ETMEYE ÇALIŞAN KURUMLARDI” Kırım Tatarcanın, vatana dönüş sonrasında kültürün içeriğine yönelik canlandırma çabaları kapsamında canlandırılması ve yaygınlaştırılması çerçevesinde önemli bir rol oynayan Milli Mekteplerin misyonundan bahsedebilir misiniz? Prof. Dr. Ayşegül Aydıngün: Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından önce, 1989 yılında, Kırım Tatarlarının Kırım’a dönüş hakkını kazanmasıyla vatana dönüş süreci başlamış oldu. Kırım’a dönüş beraberinde bir kültürel canlanma hareketinin başlamasına neden oldu. Tabii bunun en önemli unsurlarından biri, Kırım Tatar Milli Mekteplerinin kurulmasıdır. Bu kurumların birçoğunu da araştırmalarımız çerçevesinde ziyaret ettik. Öğretmenleriyle mülakatlar yaptık. Bu okullar, o dönemde, Ukrayna devletinin müfredatına uygun olarak eğitim veren ama Kırım Tatarcanın da bir dil dersi olarak öğretildiği, dersler dışında konuşulduğu, neredeyse tamamının Kırım Tatarı çocuklardan oluştuğu, eğitim kurumlarıydı. Milli Mektepler sadece Kırım Tatarcanın öğretildiği ya da başka branşlarda eğitimin verildiği kurumlar değil, aynı zamanda Kırım Tatar geleneklerinin, terbiyesinin çocuklara aktarılmak istendiği ve aktarıldığı kurumlardı. Kırım Tatarı öğretmenlerin de çalıştığı ve sadece dili değil Kırım Tatar kimliğinin ve milli bilincinin  de çocuklara aktarıldığı kurumlardı. Kırım Tatarları açısından aslında vatana dönüş, 1989’den itibaren Rus kültürü, Rus insanı ve Ukrayinlerle yoğun bir şekilde bir arada yaşamak anlamına geldi. Kendilerine kültürel olarak daha uzak halkların yaşadıkları bir ortama geldiler. Özbekistan'daki gibi bazı kültürel farklılıklar olsa da Müslüman bir toplulukla, kendilerine daha çok benzeyen bir toplulukla değil de kültürel anlamda daha farklı insanlarla bir arada yaşamaya başladılar. Bu durum kültürel değişmeyi hızlandırabilme potansiyeline sahipti. Milli Mektepler aslında tam da bu olası hızlı değişmeyi ve  dönüşümü  farklılaştırmayı amaçlayan kurumlardı. Kırım Tatar kimliğini, dilini, kültürünü muhafaza etmeye çalışan kurumlar olarak da tanımlayabiliriz. Milli Mektepler, Ukrayna döneminde de finansal zorluklarla karşı karşıyaydılar; Kırım yerel siyasetçilerin baskısıyla mücadele etmek zorundaydılar. Öte yandan Kırım Tatarlarının tamamının da çocukları için tercih etmedikleri okullardı aynı zamanda. Çünkü bu okullarda yaşanan zorlukların çocuklarının eğitimine yansıyacağını düşünen bazı ebeveynler Kırım Tatar mektepleri yerine Rus okullarını tercih ediyorlardı. Dolayısıyla Milli Mektepleri kuran Kırım Tatar aklı sadece yerel hükümetle mücadele etmek ya da kendini anlatmak durumunda kalmadı. Aynı zamanda Kırım Tatarlarını da çocuklarını bu okullara göndermeleri için ikna etmeye çalışmak zorunda kaldı.  “MİLLİ MEKTEPLER, RUSYA'NIN KIRIM'DAKİ RUSLAŞTIRMA POLİTİKASININ VE KIRIM’IN KIRIM TATARSIZLAŞTIRMA POLİTİKASININ ÖNÜNDEKİ ENGELLERDENDİR” Rusya’nın son 10 yıldır işgal ettiği Kırım’da eğitim faaliyetleri nasıl şekillendi? Kırım Tatarları eğitim alanında hangi kısıtlamalar ve politikilara maruz kaldı? Prof. Dr. Ayşegül Aydıngün: 2014 yılında Kırım’ın ikinci işgaliyle bu kurumlar çok büyük darbe aldı. Kırım Tatarcası 1920’lerdeki gibi Kırım’ın resmi dili oldu Rusça ile birlikte. Ancak tamamıyla göstermelik bir gelişmeydi bu. Eğitimde ise Ukrayince yasaklandı, kitaplar değiştirildi, Milli mektepler büyük darbe aldı ve kapanmaya başladı. Ukrayna devletinin kitapları yasaklandı, yeni kitapların gelmesi vakit aldı. Okullarda Rusya’dan yeni kitaplar gelene kadar çocuklar kitapsız kaldı. Dolayısıyla bütün bir eğitim sistemi, 2014 itibarıyla darbe almaya başladı. Kırım Tatar Milli Mektepleri de aynı şekilde olumsuz etkilendi. Kırım Tatarca her ne kadar resmî dil olarak ilan edilmişse de Milli Mekteplerde  konuşulması ve öğretilmesi öyle pek kolay olmaz hâle geldi. Açıkçası tam bir Ruslaştırma politikası eğitimde kendini gösterdi. İşgalden sonra, 2015’te, gayriresmi Türk heyeti ile Kırım’a gittim ve o dönemde yaptığım gözlemlere, aldığım bilgilere ve yaptığım mülakatlarda dayanarak Milli Mekteplerdeki olumsuz gelişmeleri biliyorum. Dolayısıyla kitap sıkıntısı yaşandı, Ukraince bir anlamda yasaklandı, Kırım Tatarcası resmî dil olmasına rağmen fiilen baskı altına alındı ve Milli Mektepler yavaş yavaş eski vasıflarını yitirmeye başladı. Sovyet döneminin dikkat çekici özelliklerinden biri, rejimin Sovyet vatandaşlarını dil üzerinden sınıflandırılmasıdır. Bu nedenle Sovyet sistemi içerisinde ana dili eğitimine, yabancı dil olarak ana dili eğitimine çok önem verilmiştir. Ancak tabii bu dil eğitimi resmi olarak tanınan bir halklara verilen bir haktır, “güvenilmez” olduğu için sürülmüş olan halklara değil. Kırım’ın ikinci işgalinden önce ana dilin öğretilmesi durumu halk tarafından, yani Ruslar tarafından ve hatta bir kısım Ukrayin tarafından eğer Rus okulları içerisinde gerçekleşiyorsa kabul görüyordu. Yani Milli Mektepler, Ukrayna’nın bağımsızlığın ardından da Kırım’daki Ruslar ve hatta Ukrayinlerin bir kısmı tarafından, aynen işgalden sonra Rusya’nın gördüğü gibi bir tehdit olarak algılanıyordu. Milli mektepler, Ruslar ve Rusya yanlısı Ukrayinler tarafından toplumu adeta bölen, bölme potansiyeli olan kurumlar olarak değerlendiriliyordu ve günümüzdeki durumda budur. Günümüzde de Rusya açısından Milli Mektepler, Rusya'nın Kırım'daki Ruslaştırma politikasının ve Kırım’ın Kırım Tatarsızlaştırma politikasının önündeki engellerdendir. “BUGÜN İNSANLAR HÂLÂ KIRIM TATARCA KONUŞUYORSA BUNU EVLERİNDE DİLLERİNİ VE KÜLTÜRLERİNİ MUHAFAZA ETMEYE ÇALIŞAN YAŞLILARINA BORÇLUDURLAR” Sonuç olarak, hem Sovyet döneminde hem de Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra Kırım Tatar dili çok büyük darbe almıştır. Bugün insanlar hâlâ Kırım Tatarca konuşuyorsa bunu evlerinde dillerini ve kültürlerini muhafaza etmeye çalışan yaşlılarına borçludurlar. Dillerini, dinlerini ve kültürlerini, sürgünü yaşayan veyahut hemen sonrasında doğan insanların tüm bunları yeni kuşaklara aile içerisinde aktarmaları sayesinde korumuşlardır. Buna ek olarak, bütün zorluklara ve yasaklamalara rağmen farklı dönemlerde ve farklı biçimlerde milli bir bilinçle yapılan yayınlar, yayımlanan gazeteler ve dergiler de dilin ve kültürün muhafazasına katkı sağlamıştır.

Kazakistan, Sovyet mirası Buluşların Gizliliği Anlaşması'ndan çekildi Haber

Kazakistan, Sovyet mirası Buluşların Gizliliği Anlaşması'ndan çekildi

Kazakistan Cumhurbaşkanı Kasım Cömert Tokayev, bugün buluşların yasal olarak korunması hususunda devletlerarası sırların karşılıklı korunmasına ilişkin anlaşmanın feshedilmesini onayladı. Kazakistan'ın resmi devlet sitesi Akorda'da yayımlanan kararname gereği, Kazakistan, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği döneminde imzalanan anlaşmadan çekilmiş oldu. Sovyet döneminde geliştirilen icatların gizliliğine hükmeden anlaşmanın feshine ilişkin Kazakistan Cumhurbaşkanlığı, "Devlet başkanı, 4 Haziran 1999 tarihli buluşların yasal olarak korunması alanında devletlerarası sırların karşılıklı korunmasına ilişkin anlaşmanın feshine ilişkin kararnameyi imzaladı" ifadelerini kullandı. BULUŞLARIN GİZLİLİĞİ ANLAŞMASI NEDİR? Söz konusu anlaşma, SSCB'de yapılan gizli buluşların yasal olarak korunması ihtiyacından yola çıkılarak imzalanmıştı. Belgeye göre taraflar, gizli buluşlara ilişkin sırların muhafaza edilmesinin sağlanması konusunda anlaşmışlardı. Rusya'nın başını çektiği bu karar, Sovyetlerin yıkılmasının ardından kurulan ülkelerin Sovyet döneminin karanlık yüzünü dünyaya ifşa etmemesi için bir önlem olarak alınmıştı. Buluşların hukuki olarak korunması alanında imzalanan anlaşmaya; Kazakistan'ın yanı sıra Azerbaycan, Ermenistan, Belarus, Gürcistan, Kırgızistan, Moldova, Rusya, Tacikistan, Türkmenistan, Özbekistan ve Ukrayna imza atmıştı. Tokayev'in imzaladığı kararname ile beraber bu sözleşme, Kazakistan tarafından tek taraflı olarak feshedilmiş oldu.

Bulgaristan'ın başkenti Sofya'daki Sovyet Ordusu Anıtı yıkılıyor Haber

Bulgaristan'ın başkenti Sofya'daki Sovyet Ordusu Anıtı yıkılıyor

Bulgaristan'ın başkenti Sofya'da şehir yönetimi, 1954 yılında inşa edilen Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) ordusuna ait anıtın sökülmesine karar verdi. Sofya'nın merkezindeki Sovyet Ordusu Anıtı'nın sökülmesi için çalışmalar 12 Aralık 2023 tarihinde başladı. Anıtın 70 yıldır hiç restore edilmemesi nedeniyle yıkılacağı ve müzeye kaldırılacağı öğrenildi. Sofya Valisi Vyara Todeva, anıtın tamamının sökülmesinin en az bir ayı bulabileceğini dile getirdi. Anıtın parçalarının, Sofya'daki Sosyalist Sanat Müzesi'ne götürülerek orada sergileneceği açıklandı. BULGARİSTAN'DA SOVYET MİRASI ANIT SÖKÜLÜYOR 45 metre yüksekliğindeki eserin tepesinde otomatik tüfek tutan bir Sovyet askeri, çocuğuyla duran bir kadın ve bir işçi figürü yer alıyordu. İkinci Dünya Savaşı'nda Sovyet birliklerinin Bulgaristan'a gelişini ve komünist rejimin başlangıcını simgeleyen anıtın sökülmesi yönündeki çağrılar uzun yıllardır ülkede dile getiriliyordu.  RUS YANLISI SİYASİ ÇEVRELERDEN EYLEM! Bulgaristan'da Rusya yanlısı muhalif siyasi partiler ise anıtın kaldırılmasına karşı çıktı. Ülkede Kremlin yanlısı çevreler, anıtın yıkılmasına tepki gösterdi ve eylem yaptı. Rus propagandası tarafından fonlanan eylemciler, güya anıtın kaldırılmasıyla "tarihin silindiğini" öne sürdü. Ancak, Bulgaristan'da komünist yönetimin başlangıcını ve Kızıl Ordu'nun ülkeye girişini simgeleyen anıtın Bulgar tarihiyle uzaktan yakından ilgisi bulunmuyor. Öte yandan, Bulgaristan'da Rusya'nın dezenformasyon ve propagandalarına karşı çıkan siyasiler de mevcut. "KIZIL ORDU İŞGALCİLERİNE AİT ANIT, BULGARİSTAN İÇİN SORUN TEŞKİL EDİYOR" Heykelin yıkılmasına destek veren Demokratik Bulgaristan Partisi Milletvekili İvaylo Mirçev, "Kızıl Ordu işgalcilerine ait anıt, hem Sofya hem de Bulgaristan için sorun teşkil ediyor. Çünkü burada taşlardan, levhalardan ve heykellerden bahsetmiyoruz. Bu işgal sembolünün sadece başkentin tarihine değil tüm tarihimize düşürdüğü büyük değişimden bahsediyoruz. Biz sadece anıtı kaldırmıyoruz. Aynı zamanda, tarihi Rus propagandasının perspektifinden değil kendi açımızdan anlama fırsatını yeniden kazanıyoruz" değerlendirmesinde bulundu.

Kazakistan 100'den fazla savaş uçağını satıyor Haber

Kazakistan 100'den fazla savaş uçağını satıyor

Kazakistan'ın Almatı, Abai, Karaganda ve Çimkent bölgelerinde bulunan MiG-27, MiG-29, MiG-31 ve Su-24’lerden oluşan filolarının bir kısmı satışa çıkarıldı. 1970'li ve 1980'li yıllarda Sovyetler Birliği işgali döneminden kalan bu uçakların eskime nedeniyle artık kullanıma uygun olmadığı ve bunları modernize etmenin ekonomik olarak yüksek maliyet getireceği kaydedildi. Satışa çıkartılan savaş ve bombardıman uçaklarının toplam sayısı ise 117 olarak belirtildi. Ekipmanlarıyla birlikte hizmet dışı bırakılan uçakların toplam değeri yaklaşık 1,9 trilyon tengeye denk. UÇAKLAR İMHA EDİLECEK Kazakistan Sanayi ve Altyapı Geliştirme Bakanlığı tarafından konuyla ilgili yapılan açıklamada söz konusu satışın uçak ve ekipmanlarının imha edilmesi amacıyla gerçekleştirildiğini belirtilirken, "Teknik durumları ve benzersizlikleri göz önüne alındığında, yedek parça kaynağı da dahil olmak üzere başka amaçlarla kullanılmaları imkansızdır" ifadeleri kullanıldı. UÇAKLARA ALICI ÇIKMADI Kazakistan'ın satış kararı aldığı motor ve yedek parçalarıyla birlikte en az 1,5 milyon dolar gelir elde etmeyi planladığı uçakların ilk açık arttırması 26 Ekim 2023 tarihinde gerçekleştirilirken herhangi bir alıcı tarafından teklif verilmedi. Uçakların ikinci ihalesi, 11 Kasım 2023 tarihinde yapılacak. Gerçekleştirilen ilk ihalede herhangi bir alıcının çıkmaması dolayısıyla 11 kasım tarihinde uçakların başlangıç fiyatları yarıya düşecek. Kazakistan'da benzer bir satış ilanı 2022 yılının mayıs ayında da gerçekleşmişti. Yine Sovyetler Birliği döneminden kalan 1 adet Yak-18T,  2 adet An-28, 1 adet An-12, 1 adet An-12BP, 1 adet TU-134 ve 2 adet An-26 uçuşa uygun olmadığı için satışa çıkartılmış fakat bu uçakların da talibi çıkmamıştı.

Kırgızistan'da Sovyet siyasi baskı kurbanları için komisyon kuruluyor Haber

Kırgızistan'da Sovyet siyasi baskı kurbanları için komisyon kuruluyor

Kırgızistan'da Sovyet dönemindeki baskı kurbanlarının ve haksız yere suçlananların aklanmasına ilişkin komisyon hayata geçiriliyor. Kırgızistan Parlamentosu Jogorku Keneş'te 18 Eylül 2023 tarihinde, Kırgızistan'daki Sovyet baskısının kurbanlarının aklanmasına ilişkin komisyon kurulmasını öneren yasa tasarısı sunuldu. KURBANLARI TEMİZE ÇIKARMAK İÇİN ÖZEL BİR KOMİSYON KURULACAK Kırgızistan'daki Sovyet baskısının kurbanlarının beraatına ilişkin yasa tasarısı, siyasi, milli ve dini inançları ve fikirleri nedeniyle zulme uğrayanlar için Jogorku Keneş'ten; Canarbek Akayev, Nurlanbek Şakiyev, Çolpon Sultanbekova ve Mirlan Samyikojo tarafından hazırlandı. Yasa tasarısını hazırlayan Kırgızistan milletvekillerinden biri olan Canarbek Akayev, yasanın kabul edilmesi halinde Sovyet baskısının kurbanlarını temize çıkarmak için özel bir komisyon kurulacağını bildirdi. 6 MİLYON KİŞİ ZULME UĞRADI Eli kanlı Sovyet diktatörü Stalin'in baskısı sırasında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğinin (SSCB) toplam nüfusunun 1.7 milyonu hapsedildi. Bunların yaklaşık bir milyonu zor şartlar, işkence ve katliam neticesinde öldürüldü. Sayıları milyonları bulan çok sayıda halk, Sibirya ve Orta Asya'ya sürüldü. Ulusal bazda zulüm gören nüfusun tahmini sayısı 6 milyonu aşıyor. 18 Mayıs 1944'te Stalin yönetimi, Kırım Tatar halkına karşı sürgün ve soykırım suçunu işlemişti. TÜRKİSTANLI BASMACI HAREKETİ MENSUPLARI İÇİN KOMİSYON KURULDU Özbekistan'da 2021 yılının ağustos ayında Sovyet döneminde yargılanan mücahitlerin aklanmasına yönelik çalışmalar yürüten bir komisyon kuruldu. Özbekistan Yüksek Mahkemesi, Türkistan'ın bağımsızlığı için Sovyet rejimince yargılanan 115 Türkistanlı aydını, ardından aynı yıl ocak ayında 120 Türkistanlı mücahidi mahkeme kararıyla aklamıştı. Sovyetler Birliği'nde 1937-1953 yılları arasında sadece Özbekistan'da yaklaşık 100 bin kişi rejim karşıtı olarak farklı cezalara çarptırılmış ve 13 bin kişi ise kurşuna dizilmiştir.

Zera Bekirova, ALJİR ölüm kampındaki Kırım Tatar kadınlarını anlattı Haber

Zera Bekirova, ALJİR ölüm kampındaki Kırım Tatar kadınlarını anlattı

Sovyetler Birliği’nin eli kanlı lideri Josef Stalin’in 1937’de başlattığı “Kızıl Terör” sonucunda, Kazakistan'ın başkenti Astana'dan yaklaşık 40 kilometre uzakta bir kamp kuruldu. Bu ölüm kampının ismi, "Akmola Vatan Hainlerinin Eşlerinin Kampı" sözcüklerinin ilk harflerinden oluşuyordu: ALJİR. Stalin’in emriyle sözde vatan haini suçlamasıyla öldürülen aydınların eşleri, bu kamplarda tutularak çeşitli işkencelere maruz bırakıldı. Bu kampta 62 milletten 20 bine yakın kadın esir tutuldu. 1937 yılından itibaren 15 yıl boyunca faaliyet gösteren kamp, 1953'te eli kanlı diktatör Stalin’in ölümünün ardından kapatıldı. Kazakistan’ın Akmola şehrinde 2007 yılında ALJİR’de bulunan ve hayatını kaybeden kadınların hatırasına bir müze inşa edildi. Müzede, ALJİR kurbanlarının hatırası yerli ve yabancı turistler için sergileniyor. Sayısız zulüm ve baskının merkezi olan Sovyetler Birliği'nin toplama kamplarına dair bilgi ve belgeler her geçen yıl gün yüzüne çıkmaya devam ediyor. Kanlı rejimin yarattığı yıkımlar halen hafızalardaki yerini koruyor. 1937 yılında Kazakistan'ın Akmola kasabasında kurulan ALJİR toplama kampı, kelimenin tam manasıyla bir ölüm kampıydı. Bu ölüm kampında, Türk dünyasına hizmet veren onlarca Türk aydının eşleri tutuldu. İnsan hayatının hiçe sayıldığı ALJİR ölüm kampına dair yeni bulguları Kırım Tatar gazeteci, araştırmacı Zera Bekirova, Kırım Haber Ajansı için anlattı. SOVYETLERİN GÜNAH GALERİSİ: ALJİR ÖLÜM KAMPI  Gazeteci Zera Bekirova, QHA'nın, "ALJİR kamplarında, kadınlar nasıl yaşıyordu? Neler yapıyordu?'' sorusunu yanıtladı. Bekirova, Sovyetler Birliği’nin birçok milletten aydının eşlerini de hapsetmek için harekete geçtiğini dile getirdi. Bekirova, "Sovyetler Birliği, belirlediği sözde vatan hainlerinin eşlerinin de cezalandırılmasını istemişti. Kadınların çoğu eşlerine ne olduğundan habersizdi" dedi. Sovyetlerin kanlı mirası olan kamp hakkında değerlendirme yapan Zera Bekirova, “Akmola'daki müzede kadınların çektikleri zorlukları, yaşadıkları sıkıntıları, nasıl hakarete uğradıkları tekrar canlandırıldı” dedi. Bekirova, işgencelere dair, "Mesela bir NKVD subayı kadına sorgun yaparken, kadın öyle yüksek bir iskemlede oturuyor ki kadının ayakları havada kalıyor. Sorgu, 5-6 saat sürdüğü için kan dolaşımı yüzünden damarları patlıyor. Bu da cezanın bir türü..." ifadelerini kullandı. Kampta tutulan kadınların 6 barakada bulunduğunu dile getiren Bekirova, "Bu altı barakada, 60'tan 100'e kadar kadın yaşıyordu" değerlendirmesini yaptı. Bekirova, ALJİR’de mahkum edilen kadınların, gardiyanlar ve görevliler tarafından türlü hakaretlere maruz kaldığını dile getirdi. Zera Bekirova, mahkumların kimliğine saygısızlık yapıldığına dikkat çekerken, “Adları soyadları yoktu. Mahkum edilen kadınların kim olduğunu belirten numaraları vardı. Bu isimler sonradan belirlenebildi” dedi. Akmola’daki müzeyi gezen Bekirova, “İnsan, orada gezerken hayret ediyor. Toprağın her karışı kemik, insanın ayak bastığı yerler kemik… Kasaba büyük bir kabristan adeta” dedi. Bekirova, “Doğrusu, bunları bilip orada yaşayan insanlar şimdi nasıl yaşıyor, geceleri nasıl rahat uyuyorlar diye hayret ettim” ifadelerini kullandı. Akmola'nın yerlileri ile de konuşan Bekirova, bir köylünün kendisine, “Burası Allah’ın lanetlediği topraklardır. Bu toprakta bereket olmaz. Buranın her adımında kemik yatar” dediğini dile getirdi. "YAKINLARINDAN UTANDILAR..." QHA, konuya ilişkin gazeteci Bekirova’ya, “Her milletten kadının burada tutulması, onların zihinlerinde bir milli bilinç oluşturdu mu?” sorusunu yöneltti. Bekirova, “Kadınlar ceza müddetlerini tamamlamalarına rağmen eve dönmek için güç bulamıyordu” dedi. Kadınların kampta yaşadıkları zorluklardan utandığını dile getiren Bekirova, “Örneğin, Bekir Çobanzade’nin eşi kamptan bir çocukla geri döndü. Çobanzade’nin çocuğu olmadığı sonradan ortaya çıktı. Abdullah Latifzade’nin eşi, ALJİR'e gönderilirken oğlu Yaver de çocuk yurduna yollandı. Yaver, Kırım’a asla dönmedi. Kazakistan’da yaşamaya devam etti” açıklamasını yaptı. ALJİR’de bulunan kadınların duygu durumuna değinen Bekirova, “Bu kadınların yıllar boyunca uğradıkları hakaretler, aşağılamalar, kendilerini kadınlıktan çıkmış hissettirdi onlara. Belki de yakınlarından utandılar” dedi. Bekirova, yaşanan faciadan Türk dünyasından gelen kadınların büyük oranda etkilendiğini ifade ederek, “Burada yaşananları çeşitli milletten insanlar hatıratlarında yazsa da Türk kadınlarının yazdığı bir hatırata rastlamadım” ifadelerini kullandı. Kırım Tatarlarından 1931 yılında da bölgeye göç edenlerin olduğuna dikkat çeken Bekirova, “Akmola kampında kurulan 26 numaralı özel yerleşim yerinden 1931 yılında sadece Kırımlı 54 aile sürgün edildi. Ancak konuyla ilgili, tek resmi bilginin bu olduğunu söylemekte fayda var. Bunun dışında daha nice aile sürgüne mahkum edildi” dedi. SOVYETLERİN ALJİR KAMPINA ALDIĞI KIRIM TATAR KADINLAR KİMLERDİ? ALJİR ölüm kampına Kırım’dan getirilen kadınların sayısını belirlemek için yeterli düzeyde arşiv belgesi bulunmuyor. Kampta tutulan kadınların arasında  akademisyenler, profesörler, şairlerin eşleri yer alıyor. Bunlar arasında: Bekir Çobanzade'nin eşi Rukiye Çobanzade, Kırım Pedagoji Enstititü doçenti, şair Abdulla Lâtif’in hanımı Regina Lâtifzade, Tercüman gazetesinin muharriri, dilci, I. Kurultay Başkanı Asan Sabri Ayvazov’un eşi Olga Ayvazova, yazar ve tercüman, Kırım Pedagoji Enstitüsü hocası, alim Osman Akçokraklı’nın eşi Zera Akçokraklı, Kırım Tahsil Nazırlığının 1934-1937 yıllarındaki Bakanı Ramazan Aleksandroviç’in eşi Tenzile Aleksandroviç, Kırım Toprak Bakanı Fevzi Musanifin’in eşi Ediye Halaycı Musanif, Kırım Tahsil Bakanı (1937)  Bilal Çagar’ın eşi Lüdmila Çagar, Kırım Sağlık Bakanı, Kırım Devlet Neşriyatı Genel Müdürü Bilal Çeşmeci’nin eşi Zera Çeşmeci ve pek çok devlet adamının eşi vardı. Bu kamplardaki daha nice önemli insanın eşleriyle ilgili araştırmalar yapılmaya devam ediyor. Adı geçen kadınların hepsinin Eylül-Kasım 1937 yılında yakalanmasına karar verildi. 2 Ağustos 1938 tarihinde ise tutuklandılar. Eli kanlı Sovyetler Birliği, kadınların toplama kampına alınmasına sebep olarak, eşlerinin faaliyetlerini bildirmemelerini gerekçe gösterdi. Bu kadınların eşleri, 1938 yılında kurşuna dizilmişti. Zera Bekirova, ALJİR ölüm kampındaki #Kırım Tatar kadınlarını anlattı ????️ Videonun tamamı için: https://t.co/9yCE0i45Yk ???? https://t.co/9d7Q7cYdZO pic.twitter.com/6EEX8AVBFC — QHA - Kırım Haber Ajansı (@qha_kirimhaber) August 14, 2023

En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.