Prof. Dr. Ayşegül Aydıngün: Dil kaybı olsa da Kırım Tatar milli kimliği, milli bilinci her zaman varlığını sürdürebilmiştir
Şerife Beyza Satılmaz / QHA ANKARA
ODTÜ Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ayşegül Aydıngün, 1944 sürgününden sonra Kırım Tatarlarının karşı karşıya kaldıkları Sovyetlerin dil ve eğitim politikalarını ve vatana dönüş sonrası Milli Mekteplerin rolünü araştırmalarında elde ettiği bulgulara dayanarak Kırım Haber Ajansına (QHA) değerlendirdi. Bölgede saha araştırmaları yapmış olan Aydıngün, 2014 yılında Kırım'ın işgalinden bu yana yaklaşık 10 yıldır eğitim ve dil alanında yaşanan sıkıntıları da QHA için ele aldı.
“DİL KAYBI OLSA DA KIRIM TATAR MİLLİ KİMLİĞİ, MİLLİ BİLİNCİ HER ZAMAN VARLIĞINI SÜRDÜREBİLMİŞTİR”
Kırım Tatarları 1944 yılında sürgün edildikleri yerlerde Sovyetlerin hangi kültürel ve dil politikaları ile karşı karşıya kaldılar? Bu noktada nasıl sorunlar yaşadılar?
Prof. Dr. Ayşegül Aydıngün: Kırım Tatarlarının 1944 Sürgünü’nde neler yaşadıklarını anlayabilmek için öncesine de bakmak gerekiyor. Geçmişte de Rus İmparatorluğu döneminde yaşadıkları önemli zorluklar var örneğin. 2002’den itibaren çeşitli araştırmalar vesilesiyle Kırım’da, Kazakistan'da, Özbekistan’da bulundum. Kırım Tatarları üzerine araştırmalar yaptık. Sosyolog olduğum için yaptığımız saha araştırmalarının bulgularına dayanarak sorularınızı yanıtlamak istiyorum. Bu araştırmalarda kentli ve yüksek eğitimli Kırım Tatarlarının bir kısmının Kırım Tatarca konuşamadıklarını gözlemledik. Ancak bu noktada önemli bir bulguya dikkat çekmek isterim. O da “Dil kaybının, kimlik kaybı anlamına gelmediğidir”. Araştırma bulgularımızı biraz açmak gerekirse, kültürel değişmenin yani belli geleneklerin zayıflamasının hatta yok olmasının veya dil kaybının her durumda Kırım Tatar milli kimliğinin yok olduğu ya da milli bilincin ortadan kalktığı anlamına gelmediğidir. Bir dilin veya topluluğun özgür bir ortamda değişmesi, dönüşmesi veya modernleşmesi beklenen sosyolojik bir olgu. Ancak Kırım Tatarlarının toplumsal değişmeyi, dildeki değişimi ve gelişmeyi doğal koşullar altında yaşamadıklarını biliyoruz. Neden diye soracak olursak, Rus İmparatorluğu’nun etkisi var. Totaliter Sovyet rejiminin baskısı var ve 1944 Sürgünü de bunun bir parçası. 2014 yılından sonra da Rusya işgali altındaki Kırım’daki durum var. Rusya Federasyonu’nun baskısı giderek Sovyet döneminin en baskıcı dönemlerini anımsatıyor.
“DİL KONUSUNDA YAŞANAN SORUNLAR, DİL ÜZERİNDEKİ BASKI VE BUNUN NEDEN OLDUĞU DİL KAYBI, BÜTÜN BUNLAR KIRIM’IN KIRIM TATARSIZLAŞTIRILMASI DOĞRULTUSUNDA UYGULANAN POLİTİKALARIN GÜNÜMÜZE YANSIYAN BİR SONUCU”
Ben tarihçi olmadığım için Rus İmparatorluğu dönemine çok değinmek istemiyorum ama kanaatimce Kırım’ın Kırım Tatarsızlaştırılması Küçük Kaynarca Antlaşması’ndan sonra Osmanlı himayesinin son bulmasıyla başlamıştır. Daha sonra malum, Kırım’ın birinci işgali olmuştur. Dil konusunda yaşanan sorunlar, dil üzerindeki baskı ve bunun neden olduğu dil kaybı, bütün bunlar Kırım’ın Kırım Tatarsızlaştırılması doğrultusunda uygulanan politikaların günümüze yansıyan bir sonucu. İmparatorluklar aslında sınırları içindeki azınlıkların dilleriyle çok fazla ilgilenmezler. İmparatorluk yapısı itibariyle kendi sınırları içerisindeki farklı gruplara siyaseten boyun eğdirmekle uğraşırlar. Toplulukları dil üzerinden değil din üzerinden tanımlar ve sınıflandırırlar. Eğer itaat ediyorlarsa makbuldürler, itaat etmiyorlarsa da tehdittirler. Kırım Tatarları Rusya tarafından her zaman bir tehdit olarak algılanmışlardır. Rusya her zaman Kırım’ı, Rusya'nın ayrılmaz bir parçası olarak görmek istemiştir. Bu düşünce Rus tarih anlatısının bir parçasıdır. Bu anlayış, Rus İmparatorluğu, Sovyet rejimi ve Rusya Federasyonu dönemlerinde hiç değişmemiştir. Coğrafya aynı, Kırım’ın stratejik önemi aynı; bu değişmeyen bir gerçek. Kırım Tatarları Kırım Hanlığı’nın yıkılmasından sonra her yakaladıkları fırsatta bağımsız bir devlet kurmak istemiş ve hep bu bilinçle hareket etmişlerdir. Her fırsatı değerlendirmeye çalıştıklarını biliyoruz ve bu Rusya tarafından bir tehdit olarak algılanmıştır. Yani bu 1917’de de 1991’de de böyle oldu. Rusya, hiçbir yerde milli bir bilince sahip bir halk istemez, hele ki Kırım’da hiç istemez. Ancak bu olguyu dille doğrudan ilişkilendiremeyiz. Dil kaybı olsa da Kırım Tatar milli kimliği, milli bilinci her zaman varlığını sürdürebilmiştir.
“SOVYET REJİMİ KIRIM TATAR DİLİNE ÇOK BÜYÜK ZARAR VERMİŞTİR”
Sovyet dönemine baktığımızda 1921’de Kırım Özerk Cumhuriyeti kurulmuştur. Her ne kadar Kırım Tatar Cumhuriyeti olmasa da ilan edilmiş bir Kırım Özerk Cumhuriyeti vardı. Bu cumhuriyetin de iki resmî dili vardı: Kırım Tatarca ve Rusça. Kırım Tatarları yönetimde de söz sahibi olmuşlardır. 1921’e bakacak olursak günümüzle önemli benzerlikler ve farklılıklar bulunmaktadır. Sovyet dönemine bakarken 1920’leri, 1930’larla karşılaştırmamak gerekiyor. Buradaki esas aktör tabii ki Stalin’dir. Stalin'in güçlenmesi ve rejimi kontrolü altına alması, 1920’lerdeki özgürlükçü yani rejimin “görece” özgürlükçü niteliğini tamamen ortadan kaldırmıştır. 1920’lerde Kırım Tatar dili, edebiyatı, gelenekleri ve eğitim alanlarında bir canlanma yaşandığını görüyoruz. Ama Stalin dönemi, sadece dilin hırpalandığı bir dönem değil, Kırım Tatar aydınlarının öldürüldüğü, 1944 Sürgünü’nün yaşandığı, Kırım Tatarlarının insanlık dışı koşullarda yaşamak zorunda kaldığı bir dönem. Sovyet döneminde Kırım Tatarlarına duyulan güvensizliğin en doruk noktasına çıktığı dönem Stalin dönemi. Aynı mantığa sahip Rus siyasetçileri bugün de benzer politikalar uyguluyorlar Kırım’da. Rusya’nın Kırım Tatar milli kimliğine karşı duyduğu düşmanlık, Kırım Tatarlarının diline ve kültürüne de yansıyor tabii ki. Esasen, Kırım Tatar kimliğini besleyen ne varsa ona düşman bu mantık. Sovyet döneminde, sadece Kırım Tatarlarının değil, bütün sürgün edilen halkların kimliğinin uzun müddet yok sayıldığını biliyoruz. Kendi dilinde eğitimden de mahrum kalıyor hepsi. 1920’lerin tersine, Stalin döneminde totaliter Sovyet rejimi Kırım Tatar diline çok büyük zarar vermiştir. Ancak sadece diline değil kültürüne, kültürün bütün unsurlarına. Bunun nedeni ise tabii ki Kırım Tatar kimliğine duyulan “düşmanlık”.
“MİLLİ MEKTEPLER KIRIM TATAR KİMLİĞİNİ, DİLİNİ, KÜLTÜRÜNÜ MUHAFAZA ETMEYE ÇALIŞAN KURUMLARDI”
Kırım Tatarcanın, vatana dönüş sonrasında kültürün içeriğine yönelik canlandırma çabaları kapsamında canlandırılması ve yaygınlaştırılması çerçevesinde önemli bir rol oynayan Milli Mekteplerin misyonundan bahsedebilir misiniz?
Prof. Dr. Ayşegül Aydıngün: Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından önce, 1989 yılında, Kırım Tatarlarının Kırım’a dönüş hakkını kazanmasıyla vatana dönüş süreci başlamış oldu. Kırım’a dönüş beraberinde bir kültürel canlanma hareketinin başlamasına neden oldu. Tabii bunun en önemli unsurlarından biri, Kırım Tatar Milli Mekteplerinin kurulmasıdır. Bu kurumların birçoğunu da araştırmalarımız çerçevesinde ziyaret ettik. Öğretmenleriyle mülakatlar yaptık. Bu okullar, o dönemde, Ukrayna devletinin müfredatına uygun olarak eğitim veren ama Kırım Tatarcanın da bir dil dersi olarak öğretildiği, dersler dışında konuşulduğu, neredeyse tamamının Kırım Tatarı çocuklardan oluştuğu, eğitim kurumlarıydı. Milli Mektepler sadece Kırım Tatarcanın öğretildiği ya da başka branşlarda eğitimin verildiği kurumlar değil, aynı zamanda Kırım Tatar geleneklerinin, terbiyesinin çocuklara aktarılmak istendiği ve aktarıldığı kurumlardı. Kırım Tatarı öğretmenlerin de çalıştığı ve sadece dili değil Kırım Tatar kimliğinin ve milli bilincinin de çocuklara aktarıldığı kurumlardı. Kırım Tatarları açısından aslında vatana dönüş, 1989’den itibaren Rus kültürü, Rus insanı ve Ukrayinlerle yoğun bir şekilde bir arada yaşamak anlamına geldi. Kendilerine kültürel olarak daha uzak halkların yaşadıkları bir ortama geldiler. Özbekistan'daki gibi bazı kültürel farklılıklar olsa da Müslüman bir toplulukla, kendilerine daha çok benzeyen bir toplulukla değil de kültürel anlamda daha farklı insanlarla bir arada yaşamaya başladılar. Bu durum kültürel değişmeyi hızlandırabilme potansiyeline sahipti. Milli Mektepler aslında tam da bu olası hızlı değişmeyi ve dönüşümü farklılaştırmayı amaçlayan kurumlardı. Kırım Tatar kimliğini, dilini, kültürünü muhafaza etmeye çalışan kurumlar olarak da tanımlayabiliriz. Milli Mektepler, Ukrayna döneminde de finansal zorluklarla karşı karşıyaydılar; Kırım yerel siyasetçilerin baskısıyla mücadele etmek zorundaydılar. Öte yandan Kırım Tatarlarının tamamının da çocukları için tercih etmedikleri okullardı aynı zamanda. Çünkü bu okullarda yaşanan zorlukların çocuklarının eğitimine yansıyacağını düşünen bazı ebeveynler Kırım Tatar mektepleri yerine Rus okullarını tercih ediyorlardı. Dolayısıyla Milli Mektepleri kuran Kırım Tatar aklı sadece yerel hükümetle mücadele etmek ya da kendini anlatmak durumunda kalmadı. Aynı zamanda Kırım Tatarlarını da çocuklarını bu okullara göndermeleri için ikna etmeye çalışmak zorunda kaldı.
“MİLLİ MEKTEPLER, RUSYA'NIN KIRIM'DAKİ RUSLAŞTIRMA POLİTİKASININ VE KIRIM’IN KIRIM TATARSIZLAŞTIRMA POLİTİKASININ ÖNÜNDEKİ ENGELLERDENDİR”
Rusya’nın son 10 yıldır işgal ettiği Kırım’da eğitim faaliyetleri nasıl şekillendi? Kırım Tatarları eğitim alanında hangi kısıtlamalar ve politikilara maruz kaldı?
Prof. Dr. Ayşegül Aydıngün: 2014 yılında Kırım’ın ikinci işgaliyle bu kurumlar çok büyük darbe aldı. Kırım Tatarcası 1920’lerdeki gibi Kırım’ın resmi dili oldu Rusça ile birlikte. Ancak tamamıyla göstermelik bir gelişmeydi bu. Eğitimde ise Ukrayince yasaklandı, kitaplar değiştirildi, Milli mektepler büyük darbe aldı ve kapanmaya başladı. Ukrayna devletinin kitapları yasaklandı, yeni kitapların gelmesi vakit aldı. Okullarda Rusya’dan yeni kitaplar gelene kadar çocuklar kitapsız kaldı. Dolayısıyla bütün bir eğitim sistemi, 2014 itibarıyla darbe almaya başladı. Kırım Tatar Milli Mektepleri de aynı şekilde olumsuz etkilendi. Kırım Tatarca her ne kadar resmî dil olarak ilan edilmişse de Milli Mekteplerde konuşulması ve öğretilmesi öyle pek kolay olmaz hâle geldi. Açıkçası tam bir Ruslaştırma politikası eğitimde kendini gösterdi. İşgalden sonra, 2015’te, gayriresmi Türk heyeti ile Kırım’a gittim ve o dönemde yaptığım gözlemlere, aldığım bilgilere ve yaptığım mülakatlarda dayanarak Milli Mekteplerdeki olumsuz gelişmeleri biliyorum. Dolayısıyla kitap sıkıntısı yaşandı, Ukraince bir anlamda yasaklandı, Kırım Tatarcası resmî dil olmasına rağmen fiilen baskı altına alındı ve Milli Mektepler yavaş yavaş eski vasıflarını yitirmeye başladı.
Sovyet döneminin dikkat çekici özelliklerinden biri, rejimin Sovyet vatandaşlarını dil üzerinden sınıflandırılmasıdır. Bu nedenle Sovyet sistemi içerisinde ana dili eğitimine, yabancı dil olarak ana dili eğitimine çok önem verilmiştir. Ancak tabii bu dil eğitimi resmi olarak tanınan bir halklara verilen bir haktır, “güvenilmez” olduğu için sürülmüş olan halklara değil. Kırım’ın ikinci işgalinden önce ana dilin öğretilmesi durumu halk tarafından, yani Ruslar tarafından ve hatta bir kısım Ukrayin tarafından eğer Rus okulları içerisinde gerçekleşiyorsa kabul görüyordu. Yani Milli Mektepler, Ukrayna’nın bağımsızlığın ardından da Kırım’daki Ruslar ve hatta Ukrayinlerin bir kısmı tarafından, aynen işgalden sonra Rusya’nın gördüğü gibi bir tehdit olarak algılanıyordu. Milli mektepler, Ruslar ve Rusya yanlısı Ukrayinler tarafından toplumu adeta bölen, bölme potansiyeli olan kurumlar olarak değerlendiriliyordu ve günümüzdeki durumda budur. Günümüzde de Rusya açısından Milli Mektepler, Rusya'nın Kırım'daki Ruslaştırma politikasının ve Kırım’ın Kırım Tatarsızlaştırma politikasının önündeki engellerdendir.
“BUGÜN İNSANLAR HÂLÂ KIRIM TATARCA KONUŞUYORSA BUNU EVLERİNDE DİLLERİNİ VE KÜLTÜRLERİNİ MUHAFAZA ETMEYE ÇALIŞAN YAŞLILARINA BORÇLUDURLAR”
Sonuç olarak, hem Sovyet döneminde hem de Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra Kırım Tatar dili çok büyük darbe almıştır. Bugün insanlar hâlâ Kırım Tatarca konuşuyorsa bunu evlerinde dillerini ve kültürlerini muhafaza etmeye çalışan yaşlılarına borçludurlar. Dillerini, dinlerini ve kültürlerini, sürgünü yaşayan veyahut hemen sonrasında doğan insanların tüm bunları yeni kuşaklara aile içerisinde aktarmaları sayesinde korumuşlardır. Buna ek olarak, bütün zorluklara ve yasaklamalara rağmen farklı dönemlerde ve farklı biçimlerde milli bir bilinçle yapılan yayınlar, yayımlanan gazeteler ve dergiler de dilin ve kültürün muhafazasına katkı sağlamıştır.