Rüyadan dombra tellerine bir ozan: Semih İpek
Türkistan coğrafyasında ozanlar, bahşılar, kamalar; destan, hikâye, deyiş anlatırken Türk kültüründe en eski çalgı aleti olarak bilinen kopuz/dombra çalarlar. Bununla beraber kopuz veya dombra çalmak Türk kültür tarihinde asırlardır usta-çırak ilişkisi aktarımıyla süren bir gelenek olarak yer alır. Peki gönlüne ilham gelen ozanların çaldığı bu alet mi kişilerini seçer yoksa kişiler mi dombrayı seçer? Azerbaycan’da yaşayan halk sanatçısı Semih İpek, asırlardır süren dombra çalma geleneğini Kırım Haber Ajansına (QHA) anlattı.
“BEN BU YOLU SEÇMEDİM YOL BENİ SEÇTİ”
Dombra çalma merakının çocukluk yaşlarında başladığını belirten Semih İpek, bu merakının üniversite yıllarında okuduğu Türk folklor araştırmacısı Bahaddin Ögel'in Türk Kültür Tarihine Giriş adlı eserindeki “Sazların en eskisi dombradır” ifadesi ile körüklendiğini söyledi.
Buna rağmen uzun bir süre dombra çalamayan İpek, dombranın onu buluş hikâyesini şu şekilde anlattı:
Moğolistan Kazaklarından gelen bir dombramız vardı. Arkadaşımın hediye ettiği o dombramız evde duruyor ama ben çalamıyorum. Okula gidiyorum, geliyorum üniversite zamanlarında. Tabii çalamamak benim için ayrıca bir can sıkıcı duruma dönüşüyor. Yani içim sıkılıyor. Ben nasıl olur da çalamam diye. Bir gün yine o düşünceyle yattım, uyudum. Rüyamda odamda oturuyorum, kendi evimizdeki normal odamızda. Odada otururken oturduğum böyle koltuğun tam arkasındaki duvar birden yarıldı. Duvar yarılınca böyle sapsarı bir bozkır göründü. Sapsarı bozkırın içinde yeşil çapanıyla, başında 'ügi' adı verilen o tüyleriyle bir Kazak ozan göründü. Kendi dombrasını verdi hatta gövdesi bana doğru, sapı kendine doğru uzattı. Dedi ki, al evladım bu dombrayı çal. Ondan sonrası zaten uyandım, baktım çalabiliyorum.
7 BİN YILLIK KAYA RESMİNDE DOMBRA VAR
İpek, Göktürkler ve Hunlar döneminde dombra çalındığını anımsatarak dombranın tarihî kökenlerinin çok eskilere dayandığını vurguladı. İpek ayrıca Kazakistan'ın Aktöbe bölgesinde ortalama 7 bin yıllık bir kaya resminde dombranın resmedildiği ve dombra çalan bir insan etrafında dans eden oynayan başka insanların da bulunduğunun bilgisini verdi. Bununla beraber İpek, dombranın sadece Kazakistan'da değil, Karakalpakistan'da, Tataristan'da, Kırım'da ve daha yüzyıl öncesine kadar Türkiye'nin doğu bölgesinde de çalınmakta olduğunu vurguladı.
TANBUR DOMBRADAN GELMİŞTİR
Öte yandan İpek, Türk musikisinin telli sazlarından biri olan tanburun kökenine dair “Birkaç yazı da görmüştüm teorisyenlerin yazılarında tambur sözü köken olarak Sümerce panturdan gelmektedir ifadeleri var. Hayır, aksine tambur dombradan gelmiştir. Dombra sözü de tambur, tangur, tumbur sözünden çıkmıştır. En azından etimolojik olarak bir kelimeyi ele alırken önce Türkçede ararsak daha da doğru iş yapacağımızı düşünüyorum.” ifadelerini kullandı.
HER KÜYÜN BİR ANLAMI VAR
Öte yandan dombra ile çalınan küylerin Türk kültüründeki manalarına değinen İpek, “Bazı küyler sevinci bildirir, bazı küyler acıyı bildirir, bazı küyler dediğiniz gibi özel bir günde çalar. Mesela atıyorum Mırza Baba'nın Meleke küyü, bu Meleke bayramda çalınır. O bayramın küyüdür. Kazaklar ya da bütün Türkler derdini, sevincini, her şeyini sazla, kopuzla, dombra ile dile getirmiştir. Ölen evladının başında da dombra çalmıştır. Hastalanan devesinin başında da dombra çalmıştır. Yahut bir ölüm haberini de dombra ile vermiştir. Mesela Aksak Kulan küyü Cengizhan dönemine dayanıyor, Ketboğa Baba'nın. O da mesela bir ölüm haberini bildirir. Doğu Kazakistan'daki başka bir küy olan Avcı'nın Ağlayışı adlı küy ile haber verme işlevi görülür. Başka başka amaçları, başka başka yerlere göre çalınış stilleri, amaçları, maksatları da vardır. Yani dombra ile haberleşebilinirdi eskiden.” dedi.
DOMBRA TÜRK’ÜN SESİ, TÜRK’ÜN TANRIYLA KONUŞMASI
İpek, Türk’ün sesi ve Türk'ün Tanrı'yla konuşması olduğunu söylediği dombranın ortaya çıkış hikâyesini ise Türk halk anlatılarına dayandırarak anlattı:
Jalmaus (cadı) iki çocuğu kaçırıp onları götürüp bir ağaca asmış. Bir zaman sonra ailesi bunları bulunca görüyor ki, bu çocukların bedenleri parçalamış ve onların bağırsakları aslında ağaçtan aşağıya inmiş, sarkmış. Böylece bağırsaklar kurumuş ve o kuru ağaç gövdesinden de ses çıkarmaya başlamış. Bu dombranın iki teli “mumluk” ve “zarlık”ının yani ağlayış ve gam hikâyesi...
Diğer bir halk hikâyesinin ise kadim Dede Korkut anlatılarından olduğunu söyleyen İpek sözlerine şu şekilde devam etti:
Dede Korkut aklındaki fikirle bir kopuz yapmak istiyor. Tabii bunun için ormana gidiyor ama nasıl yapacağını ne yapacağını bilemiyor ama ormanda şeytanları görüyor. Şeytanlar diyorlar ki, ey Korkut ne yaparsın? Korkut Ata da onlara fikrini söylüyor. Diyor ki, ben ormanda geziyorum böyle bir fikrim var böyle bir enstrüman yapmak istiyorum. Böyle bir enstrümanım olsun böyle teller olsun böyle ses çıkarsın. Şeytanlar da diyorlar tamam sana kolay gelsin. Bundan sonra Dede Korkut onlardan ayrılırken gitmiyor. Bir ağacın arkasına saklanıyor ama şeytanların kendi aralarında konuştuklarını dinliyor. Şeytanlar birbiriyle aralarında konuşup diyorlar ki, işte Korkut Ata kopuzu yapamaz. Çünkü diyorlar ki, Korkut Ata'nın bahsettiği şey kopuzdur ama o kopuzu yapamaz. Çünkü o bilmiyor, gövdesi için iğde ağacını kullanmak lazımdır. Yaban domuzunun devirde iğde ağacı olması gerek bunun için. İşte o bilmiyor ki, telleri için hastalıktan ölmüş kuzunun bağırsaklarını kullanmak lazımdır. İşte burgular için yaban domuzunun devirdiği “üyenki” adlı bir ağaç var onu kullanmak lazımdır diye detaylarını sayarken Korkut Ata da bunları dinliyor ve o esasa göre kopuzu/dombrayı yapıyor.
Bununla beraber kopuzun/dombranın yapılışı sırasında “ah” alınmaması gerektiğini belirten İpek sözlerine, “Eğer sen ahını alırsan, senin yaptığın müzik, senin yaptığın ezgi tesirli olmaz. O yüzden sen bütün anlamda her şeyi tekmil seviyede oluşturursan, böylece senin müziğin de eserlerin de tesirli olur. Ve dediğim gibi, Tanrı'yla iletişimi tam sağlayabilirsin.” ifadeleriyle son verdi.
“ERİN CÖMERDİNİ, ERİN CİMRİSİNİ OZAN BİLİR”
Dede Korkut der ki, “Gittikçe yerin otlaklarını geyik bilir. Yeşermiş yerlerin çimenlerini yaban eşeği bilir. Ayrı ayrı yolların izini deve bilir. Yedi dere kokularını tilki bilir. Geceleyin kervan göçtüğünü ana bilir. Erin ağırını hafifini at bilir. Ağır yüklerin zahmetini katır bilir. Nerede sızılar var ise çeken bilir. Gafil başın ağrısını beyni bilir. Kolca kopuz yükseltip elden ele, beyden beye ozan gezer. Erin cömerdini, erin cimrisini ozan bilir. Karşınızda çalıp söyleyen ozan olsun. Azıp gelen kazayı Tanrı salsın hanım hey!” demiş Oğuz’un ol kişi tamam bilicisi, Hak Teâla’nın gönlüne ilham ettiği Korkut Ata. Elinde kopuz Oğuz boylarını bir bir gezmiş, gezdikçe de söylemiş, söyledikçe de kopuz çalmış. Korkut Ata kopuz çalmaya başladığında rüzgâr durmuş, dağlar yerinden doğrulmuş…