Prof. Dr. Fırat Purtaş: Dünyadaki gelişmeler, Türk dünyası jeopolitiğinin güçlenmekte olduğuna işaret ediyor
Şerife Beyza Satılmaz / QHA ANKARA
Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Fırat Purtaş, Türk Devletleri Teşkilatı ve Türk dünyasındaki gelişmeleri geniş bir çerçevede Kırım Haber Ajansına (QHA) değerlendirdi.
"TÜRK DÜNYASI ENTEGRASYONUNU, 2009’DAN DEĞİL 1992’DEN BAŞLATMAK GEREKİR"
Türk Devletleri Teşkilatı, ilk olarak "Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi” adıyla 3 Ekim 2009'da Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan ve Türkiye tarafından imzalanan Nahçıvan Anlaşması'yla kuruldu. Türk Devletleri Teşkilatının kuruluş amaçları nelerdir?
Prof. Dr. Fırat Purtaş: Tabii ki, 3 Ekim tarihi önemli. Nahçıvan Anlaşması'nın imzalanmasından dolayı 3 Ekim tarihi, Türk Devletleri İşbirliği Günü olarak kutlanıyor. Bu anlaşma ile Türk dünyası entegrasyonunun kurumsallaşması yeni bir aşamaya geçti. Ancak Türk dünyası entegrasyonunu 2009’dan başlatmak doğru değil 1992’den başlatmak gerekir. 29-30 Ekim 1992'de Ankara’da 1. Türk Dili Konuşan Ülkeler Devlet Başkanları Zirvesi düzenlenmiştir. Nahçıvan Zirvesi bu zirvelerin devamı olarak düzenlendi ve burada alınan kararlarından biri de kısa adı “Türk Konseyi” olan “Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi”nin kurulmasıdır. Şüphesiz bu karar, önemli bir dönüm noktasıdır. Ancak benim değerlendirmeme göre; Ekim 1992’de düzenlenen 1. Türk Dili Konuşan Ülkeler Devlet Başkanları Zirvesi neredeyse Sovyetler Birliği’nin dağılması kadar önemli bir gelişmedir.
Ekim 1992 tarihi göz önünde bulundurulduğunda; Sovyetler Birliği’nin dağılması üzerinden henüz bir yıl kadar zaman geçmiş, ortalık toz duman, Avrasya coğrafyasında belirsizlik halim. Ne olup bittiği tam olarak anlaşılmamış. Yani Sovyetler Birliği gerçekten ortadan kalktı mı? Yoksa Rusya yeniden Sovyetler Birliği’ni kurmaya yönelik adımlar mı atacak? Çünkü o sırada kurulan “Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT)” Sovyetler Birliği’nin devamı gibi algılanıyor. Bir taraftan Karabağ Savaşı, Gürcistan-Abhazya Savaşı, Rusya’nın kendi içerisinde Çeçenistan’ın ve Tataristan’ın bağımsızlık talepleri… pek çok hadise yaşanıyor. Bu sisli ortamda Türk devletlerinin devlet başkanlarının Ankara’da yapmış oldukları zirve, güçlü bir işbirliği iradesi ortaya konması, o zaman için hayalperest olarak nitelendirilen gelecek vizyonu en az Nahçıvan Zirvesi kadar değerlidir. Tabii ki, Nahçıvan Zirvesi, bu zirvelerin kurumsal bir nitelik kazanmasında önemli bir milat olmuştur. Bu vesileyle ifade etmek isterim ki, 3 Ekim Türk Devletleri İşbirliği Günü konusuda toplumda yeteri kadar farkındalık yok. Özellikle gençler arasında, eğitim kurumlarında Türk Dünyası İşbirliği Günü’nün coşkulu bir şekilde kutlanmak suretiyle bu konudaki bilincin daha da artırılması gerekmektedir.
"TÜRK DEVLETLERİ ARASINDA ÇOK TARAFLI İŞBİRLİĞİ PLATFORMU OLARAK KURULAN İLK YAPI TÜRKSOY "
Türk Cumhuriyetlerinin bağımsızlıklarını kazanmalarının ardından Türk dili ve kültürü alanındaki işbirlikleri nasıl gelişmiştir?
Prof. Dr. Fırat Purtaş: Türk devletlerini birleştiren en önemli unsurların başında dil ve kültür gelmektedir. Türkçe, eşsiz bir zenginliktir. Çin Seddi’nden Atlantik kıyılarına kadar geniş bir coğrafyada Türkçe anlaşmak ve Türkçe ile meseleleri halletmek mümkündür. Türkçe ile üretilmiş kökleri binlerce yıl eskiye giden ve günümüzde de yaygın bir şekilde kullanılan bir kültür hazinesi mevcuttur. Türkçe üretilen tarih ve kültür mirasını Türkiye kendi kültür ve tarihi mirası olarak kabul ettiği gibi Azerbaycan da, Kırgızistan da, Özbekistan da ve diğer Türk devlet ve toplulukları da aynı şekilde kendi mirası olarak görmektedirler. Örneğin Bilge Kağan anıtının prototipi Astana’da Gumilyev Üniversitesinin önünde bulunduğu gibi Ankara’da Gazi Üniversitesinde de var. Öbür taraftan Dede Korkut dendiğinde; Bayburt’ta, Azerbaycan’da, Dağıstan’da Dede Korkut’un kabri var. Kazakistan’da adını Dede Korkut’tan alan Korkut Ata Üniversitesi var. Türk dünyası bütünleşmesi olarak tanımladığımız bu kavram, çok taraflı ve çok yönlü işbirliğinin paylaşılan kültür temelinde kurulmuş olduğu bir olgudur.
"ORTAK KÜLTÜREL MİRAS SAYESİNDE 1990’LI YILLARDA GÜÇLÜ BİR GÜVEN, ORTAKLIK ANLAYIŞI İNŞA EDİLDİ"
Bu açıdan Türk devletleri arasında çok taraflı işbirliği platformu olarak kurulan ilk yapının TÜRKSOY olması da manidadır. Benim de uzun yıllar görev yaptığım TÜRKSOY’un amaçlarını birkaç başlık altında sıralamak gerekirse; İlk olarak bu kültürel ortaklığı sağlamlaştırmak, bölgesel farklılıktan kaynaklanan kültürel çeşitliliği muhafaza etmek, ulusal kültürlerin canlandırılması son olarak belki de en önemlisi ortak Türk kültürünün dünyaya yayılması ve yeni nesillere aktarılmasıdır. Bütün çabalar gençler arasında ortak tarih şuurunun yerleştirilmesine yöneliktir. Bu çerçevede Türk dünyasının benzersiz kültür hazinesi ciddi bir sermaye oluşturmaktadır. Ortak kültürel miras sayesinde 1990’lı yıllarda güçlü bir güven, ortaklık anlayışı inşa edildi. Hem ikili hem de çok taraflı stratejik işbirlikleri gelişti. İkili düzeye bütün devletlerin kendi aralarında yüksek düzeyli stratejik ortaklığı söz konusu. Çok taraflı işbirliği çerçevesinde de Türk Devletleri Teşkilatı adıyla bütün dünyada ilgi gören ve cazip bir işbirliği platformu olan bir yapı söz konusu.
"TÜRK DÜNYASINDA YÜZDE 50’YE YAKIN BİR GENÇ NÜFUS ORANI VAR"
Türk dünyası gençleri arasında ortak bilinç ve kimlik duygusunu güçlendirmek için hangi çalışmalar yürütülmektedir?
Prof. Dr. Fırat Purtaş: Türk devletlerinin belki de en önemli avantajı genç nüfusa sahip olmasıdır. Türk dünyasında yüzde 50’ye yakın bir genç nüfus oranı var. Bağımsızlıklarını kazanan Türk Cumhuriyetlerinin tamamının geçen 30 yılı aşkın sürede nüfusları arttı. Türk devletlerinde gençliğin kimlikli bir şekilde yetiştirilmesi, zararlı akımlardan, küreselleşmenin ortaya çıkardığı sorunlardan uzak tutulmasına yönelik ciddi bir çaba var. Bu noktada devlet yöneticilerinin ilan ettiği programlar söz konusu. Mesela Kazakistan’da Nursultan Nazarbayev tarafından Ruhani Janguru (manevi uyanış) diye bir program ilan edilmişti. Bu programda vurgulanan husus şuydu:
“Modern eğitime, teknolojiye önem vermeliyiz ancak aynı zamanda gençlerin kimliklerinin inşası açısından kültüre ve tarihe de önem vermeliyiz.”
Aynı şekilde Özbekistan Devlet Başkanı Şevket Mirziyoyev de BM Genel Kurulu’nda gençliğe yönelik teklifler dile getirdi.
"GÜNÜMÜZDE TÜRKÇE’NİN TÜRK DÜNYASINDA YAYGINLAŞMASINDAN BAHSEDİYORSAK BUNDA 'BÜYÜK ÖĞRENCİ PROJESİ' CİDDİ KATKI SAĞLAMIŞTIR"
Türkiye’nin Türk dünyası ile ilişkilerinde başlatmış olduğu ilk ve en büyük program “Büyük Öğrenci Projesi”dir. Türkiye, 1992 yılında başlattığı bu proje kapsamında her bir Türk Cumhuriyetinden 2000 genci Türkiye’de yükseköğrenim kurumunda eğitim görmeye davet etti. Türkiye bu şekilde uzun vadeli bir adım atmış oldu. O dönem yeterli altyapı olmadığı için eleştirilse de bu cesur adım Türkiye’nin Türk dünyası ile bütünleşmesinde yetişmiş insan potansiyelini ortaya çıkardı. Günümüzde Türkçe’nin Türk dünyasında yaygınlaşmasından bahsediyorsak bunda “Büyük Öğrenci Projesi” ciddi katkı sağlamıştır. Bu öğrenci hareketliliği, daha sonra ekonomi ile ilgili insan hareketliliği ve git gide artan turizm hareketliliği Türkçenin yaygınlaşmasında önemli bir rol oynamıştır. Belki de Türk dünyası entegrasyonun bir kültür ve gençlik hareketliliği temelinde inşa edildiğini iddia edebiliriz.
Bugün de Türk Devletleri Teşkilatının faaliyet sahalarına baktığımızda yükseköğrenim ve gençlik özel bir yere sahip. Türk dünyası ortak yükseköğretim alanı kurulması yönünde bir hedef söz konusu. Bunun için 2013 yılında Türk Üniversiteler Birliği adıyla bir yapı kuruldu. Bu yapı çerçevesinde Orhun Değişim Programı başlatıldı. Bu yapının daha işlevsel olması için daha fazla bütçe gerekmektedir. Türkiye’nin Türk dünyası ile bütünleşmede başından itibaren gençlere, insana önem verdiğini, sınırlı kaynaklarını bu alana yatırım yaparak kullandığını ve artık bunun meyvelerinin alınmaya başlandığını ifade edebiliriz.
"İKİNCİ KARABAĞ SAVAŞI SIRASINDA TÜRK DEVLETLERİ ÖNEMLİ BİR SINAV VERDİLER"
İkinci Karabağ Savaşı, Türk devletleri arasındaki ilişkilere nasıl yansımıştır? Öncesi ve sonrası olarak bu dönüm noktasını nasıl değerlendirebiliriz?
Prof. Dr. Fırat Purtaş: İkinci Karabağ savaşı sırasında Türk Devletleri önemli bir sınav verdiler. Azerbaycan’ın uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarını savunmak için giriştiği askeri harekata tam destek sağladılar. Türkiye tabii bu destek sürecinde çok daha aktif rol oynadı. Azerbaycan’ın 44 Günlük Vatan Muharebesi sırasında Türkiye’nin somut desteklerinin daha görünür olduğunu söyleyebiliriz. Türk Devletleri Teşkilatının diğer üyeleri de aynı şekilde Azerbaycan’ın yanında yer aldılar. Türk Devletleri Teşkilatı Genel Sekreteri savaş devam ederken birkaç defa Azerbaycan’a gitti ve desteğini ifade etti. İkinci Karabağ Savaşı sırasında ve sonrasında Türk devletleri siyasi ve güvenlikle ilgili konularda güçlü bir dayanışma sergilendi.
"AZERBAYCAN’IN KAZANDIĞI ZAFER SADECE KAFKASYA’NIN JEOPOLİTİĞİNİ DEĞİŞTİRMEDİ, AVRASYA JEOPOLİTİĞİ AÇISINDAN DA DEĞİŞİME YOL AÇTI"
Azerbaycan’ın kazandığı zafer sadece Kafkasya’nın jeopolitiğini değiştirmedi, Avrasya jeopolitiği açısından da değişime yol açtı. Zengezur Koridoru’nun açılması mevzusu ile buradaki jeopolitik değişim ifade edilmektedir. Zengezur aslında sembolik bir ifade. Zengezur koridoru ile Ermenistan’ın işbirliğine davet edilmesi, Ermenistan’ın Azerbaycan ve Türkiye ile ilişkilerini normalleştirmesi, bölgenin istikrarının güçlendirilmesi açısından önemli. Bu sayede Türk Dünyası işbirliği yapısının bölgesel barışa ve istikrara ne kadar katkı sağladığı somut bir şekilde görülmüş olacaktır. Bu bölgenin hegomon güçlerinden bir tanesi olan Rusya’nın nüfuzunun azalması gibi bir olgu da söz konusu. Bunun da ortaya çıkartacağı riskleri azaltma doğrultusunda Türkiye’nin Rusya ile güven arttırıcı ilişkileri önemsediğini söyleyebiliriz. Bir taraftan Rusya, Ermenistan gibi kritik bir müttefikini kaybediyor. Ermenistan, Karabağ Savaşı’ndan sonra Avrupa Birliği ile olan kurumsal ilişkilerini güçlendirme yönünde adımlar atmakta ve Rusya ile arasındaki mesafeyi açmakta. Geçtiğimiz haftalar Ermenistan, Kollektif Güvenlik Anlaşması Örgütü zirvelerine katılmadı. Savaş suçlarına ilişkin Uluslararası Ceza Mahkemesinin Roma Statüsü’nü onayladı. Bütün bunlar Rusya’da rahatsızlık yaratan hususlar. Türkiye ve diğer Türk devletleri Rusya’yı tam olarak karşılarına almamaya, bir rekabete, çatışmaya girmemeye özen göstermekte.
"TÜRK DEVLETLERİ TEŞKİLATI ÜYESİ ÜLKELERİN, AVRUPA ENERJİ GÜVENLİĞİ AÇISINDAN ÖNEMİ ARTTI"
En son yapılan TDT Astana Zirvesi’nin ana teması "Türk Devri" idi. “TÜRK TIME” kavramında yer alan harflerden M’nin açılımı “mediation” yani arabuluculuk. Bu kavram çatışmaların çözümüne yönelik bir yaklaşım olarak öne çıkıyor. Türk Devletleri Teşkilatının bölgedeki sorunların çatışmayla değil uzlaşma ile çözülmesine yönelik yaklaşımı Avrasya’da yeni ortaya çıkan jeopolitik yapının istikrarı açısından da önemli. Zaten Türk Devletleri Teşkilatı da üçüncü tarafları hedef almayan, üçüncü taraflara rağmen yürütülmeyen işbirliğine açık bir platformdur. Türk Devletleri Teşkilatı’nın şu anda inşa ettiği orta koridor işbirliği aracı olarak kullanılmakta. Halihazırda Avrupa Birliği’nin “Global Gateway” adında yürütmüş olduğu yeni bir küresel stratejisi var. Orta Koridor “Global Gateway” için de vazgeçilmez bir avantaj.
Ukrayna-Rusya Savaşı özellikle Avrupa’da bir enerji krizine yol açtı. Avrupa Birliği enerji ihtiyacını karşılamak için farklı alternatifleri gündemde tutmakta. Bu çerçevede Türk Devletleri Teşkilatı üyesi ülkelerin Azerbaycan’ın, Türkmenistan’ın ve Kazakistan’ın Avrupa enerji güvenliği açısından önemi arttı. Bu bağlamda Avrupa Birliği’nin de önümüzdeki süreçte Türk Devletleri Teşkilatı ile daha kurumsal ilişkiler tesis edeceğini öngörebiliriz. Tabii bütün bunların hayata geçebilmesi için Türk Devletlerinin de kendi aralarındaki dayanışmasını daha sıkı bir şekilde devam ettirmesi gerekmektedir. Buna ilişkin, 2040 Türk Dünyası Vizyonu’nda da önemli tespitler yer almaktadır. Vizyon belgesinin genel anlamda metne yansıyan ruhu bu birlikteliğin güçlendirilmesi, dünyanın sarsıntılar içinde olduğu, belirsizliğin arttığı ve uluslararası sistemin dönüşüm geçirdiği bir dönemde dayanışmayı artırarak krizleri fırsata çevirmek ve zorluklardan daha güçlü bir şekilde çıkmak.
Bölgede Azerbaycan ve Ermenistan arasında sağlanan olası bir barış, yeni enerji geçiş güzergahları oluşmasının önünü açabilir mi?
Prof. Dr. Fırat Purtaş: Jeopolitik dönüşümler birdenbire olmuyor. Sovyetler Birliği’nin dağılmasının üzerinden 30 yıldan fazla zaman geçti ama onun yarattığı sarsıntılar devam ediyor. Ukrayna-Rusya Savaşı Şubat 2022’de başladı ancak bu savaşın temelinde, kökleri 17. yüzyıla giden uzun bir tarihsel süreç var.
2013 yılının sonunda Ukrayna yönetimi Avrupa Birliği ile olan ortaklık sürecini askıya aldı ve Rusya ile gümrük birliğine katılma kararı aldı. Bunun ardından Euromaydan olarak adlandırılan gösteriler gerçekleştirildi. Bu gösteriler kontrolden çıktı ve sivil kayıplara neden olan çatışmalar yaşandı. Olayların seyri, Ukrayna devlet başkanını ülkeyi terk etmeye zorladı ve geçici bir yönetim işbaşına geldi. Rusya da bu belirsizliği gerekçe göstererek; Kırım’ı yeşil üniformalı apoletsiz askerlerle işgal etti. Her ne kadar Rusya, bunun askeri bir işgal olmadığını iddia etse de ardından Kırım’ın ilhakını gerçekleştirdi. Bütün bu süreç Ukrayna’nın Avrupa Birliği ile olan ortaklık sürecini askıya alması ve yönünü Rusya’ya dönmesiyle başlamıştı. Bunu özellikle hatırlatmak isterim. Çünkü Ermenistan’da da 2018’dan bu yana benzeri gelişmeler yaşanıyor. Ermenistan’da da Serj Sarkisyan yönetimi benzeri şekilde Avrupa Birliği ile ilişkiler dondurup Rusya öncülüğündeki gümrük birliğine dahil olmuştu. Dört yıl sonra bir halk hareketi ile Sarkisyan devrildi ve yerine Nikol Paşinyan geçti.
"TÜM BU GELİŞMELER TÜRK DÜNYASI JEOPOLİTİĞİNİN GÜÇLENMEKTE OLDUĞUNA İŞARET EDİYOR"
Ermeni halkı da Ermenistan’ın yakınlaşmasını destekleyerek Paşinyan’ı iktidara getirdi. Paşinyan, İkinci Karabağ Savaşı’nı kaybettikten sonra tekrar seçimlere gitti ve tekrar seçildi. Dolayısıyla Ermeni halkı Karabağ’ın kaybedilmesini de önemsemiyor. Halk artık daha bağımsız, egemenliğini kullanan, yolsuzluklardan uzak ve komşuları ile sorunlarını çözmüş, bölgenin ortaya çıkarttığı iktisadi fırsatlardan da yararlanarak refahını arttırmak istiyor. Çünkü Ermenistan yönetimi vatandaşlarına istihdamı sağlayamadığı için ciddi toplumsal sorunlarla karşı karşıya, en önemlisi de nüfus sürekli azalmakta. Bu sorunların çözümünü de Avrupa Birliği ile ilişkileri geliştirmede ve komşuları ile ilişkileri normalleştirmede gören bir politika benimsemiş durumda. Ermenistan’ın AB ile işbirliğini ne ölçüde tesis edeceği, Rusya ile gümrük birliğinden vazgeçip geçmeyeceği önemli. Bu tür gelişmeler, Rusya’yı rahatsız edebilir.
Ermenistan geçtiğimiz haftalarda Minsk’te düzenlenen Kollektif Güvenlik Anlaşması Örgütü Zirvesi’ne katılmadı. Bunun yerine NATO ile ortaklığın güçlendirilmesinden söz edilmekte. Öte yandan Ermenistan’da Rusya’ya ait askeri üsler bulunuyor. Bu gelişmeler çok daha rahatsız edici bir duruma ulaştığında Rusya, belki de daha sert tepkiler verecektir. Dolayısıyla Ermenistan’la ilişkilerin normalleştirilmesinde Türkiye ve Azerbaycan, Rusya’nın hassasiyetlerini de gözeten bir yaklaşım benimsemiş durumda. Ermenistan ile ilişkilerin normalleşmesi başarılırsa, Türk devletleri arasındaki mesafeyi kısaltacak, enerji nakil projelerinin hayata geçirilmesinde daha hızlandırıcı bir rol oynayacak. Tüm bu gelişmeler Türk dünyası jeopolitiğinin güçlenmekte olduğuna işaret etmekte.
"SOYDAŞLARIN HAK VE ÖZGÜRLÜKLERİNİN SAVUNULMASI, TÜRK DEVLETLERİNİN ORTAK POLİTİKASI HALİNE GELECEKTİR"
Türk Devletleri Teşkilatı, Kırım, Doğu Türkistan ve Kerkük gibi coğrafyalara karşı bir politika ve tutum geliştirmeli midir?
Prof. Dr. Fırat Purtaş: Türk Devletleri Teşkilatının bu coğrafyalar için zaten bir tutumu var. Türk Devletleri Teşkilatının 2022 yılında gerçekleşen Semerkant Zirvesi’nde İlham Aliyev’in yapmış olduğu konuşmaya bakmak lazım. İlham Aliyev burada yapmış olduğu konuşmada üye ülkeler dışında yaşayan soydaşların haklarının ve özgürlüklerinin korunmasına vurgu yapmıştı. Bu konuşması daha çok İran’a yönelik bir mesaj olarak değerlendirildi ama genel bir ifade kullanarak Kırım, Kerkük, Kıbrıs gibi Türklerin yoğun yaşadığı ülkeleri de kapsayıcı bir konuşmaydı. "Yakın coğrafyamızdaki soydaşlarımızın haklarının, özgürlüklerinin korunması bizim görevimizdir" mesajı verildi.
Türk Devletleri Teşkilatı’nın enerji güvenliği ve Avrasya’nın istikrarı açısından önemi giderek artmaktadır. Zengezur koridoru gibi projeler hayata geçtikçe TDT’nin bu coğrafyalardaki etkisi ve yaptırımı daha güçlendirecektir. Bu şekilde üye ülkeler dışında kalan soydaşların haklarının ve özgürlüklerinin savunulması, Türk Devletleri Teşkilatının ortak politikası haline gelecektir. Aslında bu husus Türk Devletleri Teşkilatının bölge ülkeleri ile işbirliğini güçlendirmesi için bir avantajdır.
"TÜRK DEVLETLERİ TEŞKİLATI’NIN GÜÇLENMESİ, BÖLGE ÜLKELERİNDEKİ SOYDAŞLARIN HAK VE ÖZGÜRLÜKLERİNİN TEMİNİ AÇISINDAN DA ONLARI RAHATLATACAK BİR GELİŞME OLACAKTIR"
Türkiye nasıl Kerkük’teki Türkmenleri, Irak ya da Kuzey Irak’taki yönetimle olan işbirliğinde bir köprü olarak görüyorsa, aynı şekilde İran’da bulunan Azerbaycan Türkleri de, İran ile Türk devletleri arasındaki işbirliğinin güçlendirilmesinde aktif rol alabilirler. Benzeri şekilde Doğu Türkistan’da yaşayan Türk toplulukları başta Uygurlar olmak üzere Kazaklar, Kırgızlar ve Özbekler de Çin ile ilişkilerde pozitif bir rol oynayabilir. Çin’in burayı kapatarak değil de Türk dünyasına açarak geliştireceği bir işbirliği anlayışı Doğu Türkistan’daki sorunların çözülmesinde, insan hakları ihlallerinin hafifletilmesine de katkı sağlayacaktır. Aslında hem Türkiye hem de Türk devletleri muhataplarına güven sağlayan bir anlayışa sahip. Çünkü kendi aralarındaki ilişkileri eşitlik, egemenlik ve karşılıklı çıkar temelinde yürütüyorlar. Üçüncü taraflarla ilişkilerle de eşitlik ve iç işlerine karışmama ilkesini çok önemli tutuyorlar.
Türk Devletleri Teşkilatı’nın güçlenmesi, bölge ülkelerindeki soydaşların hak ve özgürlüklerinin temini açısından da onları rahatlatacak bir gelişme olacaktır. Onların statüsü bir sorun olmaktan çıkıp işbirliğinde katalizatör rolü oynayacak avantaja dönüştürecektir.