Doç. Dr. Levent Ersin Orallı: Savaşlarda kadının sorununu anlamak, çatışmaların son bulması için gerekli bütün argümanları ortaya koyuyor
ŞERİFE BEYZA SATILMAZ / QHA ANKARA
Yaşanan savaşlar nedeniyle hem günümüzde hem de gelecekte daha fazla gündemimizi meşgul edecek olan “göç” konusu karşımıza çıkıyor. Göç sonucunda etkilenenlerin büyük kısmını da kadınlar oluşturuyor. Rusya’nın 2022 yılı şubat ayında Ukrayna’ya yönelik başlattığı işgal ise tüm şidddetiyle devam ediyor. Ukrayna’dan savaş nedeniyle yerinden edilen kişi sayısı 10 milyonu aşmış durumda. Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi (AHBVÜ) Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Levent Ersin Orallı, Ukrayna’dan savaş nedeniyle göç eden kadınların sorunlarını, çözüm için yürütülen çalışmaları ve atılabilecek adımları Kırım Haber Ajansına (QHA) değerlendirdi.
“UKRAYNA’DA 10 MİLYONUN ÜZERİNDE İNSANIN GÖÇ ETMESİNE SEBEP OLAN BİR SAVAŞ GERÇEĞİ VAR”
Öncelikle direkt konuya girmeden göç-mülteci ve sığınmacı kavramlarını irdelemek iyi olacaktır diye düşünüyorum. Bu kavramları bize kısaca tanımlayabilir misiniz?
Doç. Dr. Levent Ersin Orallı: Göç çağımızın en temel gerçeği. En temel sorunu demiyorum çünkü bu, sorun kalemi üzerinden değerlendirilmemeli. Güçlü bir uyum, bir entegrasyon mücadelesi, dünyayı bundan sonra bekleyen temel unsurlardan bir tanesi. Şimdi biz savaşlardan ve çatışmalardan kaynaklı bir göçü konuşuyoruz ama iklim değişikliğinden kaynaklanan sorunlardan dolayı yüzbinlerce insan 2050 yılına kadar yer değiştirmek durumunda kalacak. Biz göçmen kavramını, daha ziyade sosyo-ekonomik sebeplerden kaynaklı olarak iktisadi hayata uyum sağlayamayıp diğer ülkelerde çok daha güçlü bir refah seviyesi arayışından kaynaklı ve irade dahilinde değerlendiriyoruz. Ukrayna’da ve Filistin’de olduğu gibi değil. Ama diğer taraftan mültecilik kavramı bambaşka bir durum. Şu anda 40 milyonluk Ukrayna’nın 10 milyonun üzerinde insanın göç etmesine sebep olan bir savaş gerçeği var.
Bu çatışma alanlarında insanların yaşamasının mümkün olmadığını ve sivil kişilerin yaşama hakkı için bir arayışta olduğunu görüyoruz. Bu kişilerin kendi ülkelerinden korunaklı olduğuna inandıkları üçüncü ülkelere yapmış oldukları göç bir “mülteciliği” doğuruyor. Türkiye’den Almanya’ya dönük göçe baktığımızda bunun iradi ve ekonomik sebeplerden kaynaklı olduğunu görüyoruz. Son dönemlerde ülkemizden bir beyin göçü de var. Bunlar “göçmen” olarak tanımlanıyor. Fakat mültecilik, zaman ırk dil din cinsiyet mezhep gibi faktörlerden kaynaklı olarak mevcutla yaşadığı ülkede zulüm gören bir korku ile karşı karşıya kalan ya da kalma ihtimali olan insanların başka güvenli bir ülkeye sığınma talebi. Mültecilik kavramı burada devreye giriyor. Bir mülteciler sözleşmesi var. Eğer bir devlet o kişilere sığınma hakkı vermiş ve uluslararası korumaya almışsa onlar artık mültecidir. Ama diğer tarafta sığınma arayan insanlar var. Sığınmacıların durumu ise mülteci olma konusunda talepte bulunmuşlar ve cevap bekliyorlar. Göçmenlik başka bir şey, mültecilik başka bir şey, sığınmacı başka bir şey, Türkiye’nin zaman zaman Ortadoğu coğrafyasında karşı karşıya kaldığı mevzu olan, misafir dediğimiz, uluslararası koruma statüsü olarak şekillendirdiğimiz, geçici koruma diye yeni bir tabir verdiğimiz durum ise bambaşka bir şey.
Türkiye’nin Suriyelilere verdiği geçici koruma statüsü, şu anda Avrupalı devletler tarafından Ukraynalılara veriliyor. Geçici koruma ne demek? Rusya-Ukrayna Savaşı bittiğinde, Rusya’nın saldırıları son bulduğunda, Ukrayna güvenilir bir liman haline geldiğinde Odesa’dan Kırım’a, Kıyiv’den Lviv’e kadar göç etmiş Ukraynalıların geri dönmesi planlanıyor. Bunun içinde Avrupalı devletlerin siyasi, hukuki ve daha önemlisi ekonomik tedbirler aldığını görüyoruz.
Ukrayna’dan göç eden kadınlar ile ilgili elimizde veriler mevcut mudur? Göç süreçlerinde kadınların karşı karşıya kaldığı sorunlar nelerdir?
Doç. Dr. Levent Ersin Orallı: Çatışma demek kadın, savaş demek kadın, göç demek kadın. Kadınların yaşadığı sorunlar bunlar aslında. Ya oğlunu kaybediyor ya kızını kaybediyor ya eşini kaybediyor ya annesini ya babasını kaybediyor. Cepheden dönüldüğünde çocuğunun, babasının dönmediğini gören yine kadın. Bu savaşların tamamı 1. Dünya Savaşı’nda, 2. Dünya Savaşı’nda da böyleydi, Rusya-Ukrayna savaşında da böyle, İsrail-Filistin çatışmasında da durum böyle. Göz yaşını döken kadın, buruk bir şekilde zaman zaman sevinç yaşayan ama hüznün altında bunu gizlemek zorunda kalan, anne olmak ve güçlü olmak zorunda kalan da kadın. Bu bakımdan kadınların savaşı aslında. Çünkü Ukrayna’daki de anne, Rusya’daki de anne, Filistin’de Gazze şeridinde hayatını kaybeden bir sivilinde annesi, aynı zamanda İsrail’de kendisinden bağımsız bir savaşta oğlunu kaybeden bir Musevi de anne.
Kadının sorununu anlamak bu savaşların, çatışmaların son bulması için gerekli olan bütün argümanları tüm dünyaya verecektir. Ukrayna’da iç göç ve dış göç eden kadın sayısının 6 milyona yakın olduğu değerlendiriliyor. Bu sayı oldukça kritik bir sayı. Ukrayna’da istikrar sağlandığında acaba bu kadınların hepsini Ukrayna’ya getirebilecek miyiz? Şu anda içinde bulundukları 2 yıllık periyottaki sosyal yaşam seviyesi ile Ukrayna’ya döndükleri zaman ortaya çıkan yıkım arasındaki o eşitsizliği, o orantısızlığı kapatabilecek miyiz? Bu anneler bu kadınlar şimdi doğan çocuklarına mecburen başka bir dilde eğitim aldırmak durumunda kalıyor. Polonya’ya gittiyse lehçe öğreniyor, Macaristan’a gittiyse Macarca öğreniyor. Bu çocukların şüphesiz kültürlerini nesilden nesillere aktarabilmeleri için en önemli etkendir kadın. Kadın olmadığı zaman kültür yayılmaz, Ukraynalılık olgusu, Kırımlı Türk olgusu yayılmaz. Bundan kaynaklı olarak kadın kritik bir pozisyonda ve yine en çok zararı gören kesimi oluşturuyor. Sayının 6-6,5 milyon olduğunu değerlendirirsek göç etmek durumunda kalanlarının neredeyse yüzde 65’inin sivil ve savunmasız kadınlar olduğu gerçeğine parmak basmış oluruz.
Rusya-Ukrayna Savaşı'ndan etkilenenlerin korunmasında, Ukrayna’dan kaçan mültecilerin ihtiyaçlarına cevap vermenin yanı sıra ülkede kalan insanlara yardım etmek için “Barış İçin Sosyal Hizmet Ağı” kurulmuştu. Bize bu ağdan ve bugüne kadarki faaliyetlerinden bahsedebilir misiniz?
Doç. Dr. Levent Ersin Orallı: Savaş 2014 yılından itibaren ele alınabilir. Kırım’ın işgal sürecinden Ukrayna’nın doğu kentlerini işgal edilen sürece baktığımızda ağır ve zorlu mücadele devam ediyor. Bu mücadelenin içerisinde Ukrayna’dan göç etmek zorunda kalan insanlar; Ukrayna’da var olan, kültürünü yaşatmaya ve bayrağını dalgalandırmaya devam eden kişilerin ilk olarak moral motivasyon noktasında ayakta kalabilmesi, ikinci olarak değerler silsilesi bağlamında tutunabilmesi ve son olarak gıda ve ilaç bağlamında bir şekilde o yaşamın kıyısında kalmamaları adına çok önemli bir siyasal inisiyatifi hayata geçirmiş vaziyette. Bu periyot içerisinde Ukrayna içerisinde yaşayan insanların Ukrayna dışındaki kendi vatandaşlarından çok büyük beklentilerinin olduğunun farkındayız
“SOSYAL AĞLAR GÜÇLÜ BİR SİVİL İNİSİYATİFİN İÇERİSİNDE YER ALMAK ADINA ÖNEMLİ BİR YOL HARİTASI”
Ukrayna ve Kırım’daki insanlar haliyle hem durumlarının enformasyon bağlamında yurt dışına aktarılması, Batı ve Doğu dünyasında mazlumların içinde bulunduğu pozisyonu daha iyi aktarabilmek için bir bilgi dağarcığını bu sosyal ağlar ile ortaya koyuyor, oluşturuyor ve güç katıyorlar. Ama diğer taraftan ise çok daha önemlisi beklentileri var. Bu beklentiler sadece silah değil, mühimmat değil, erzak değil, aynı zamanda yaşama tutunmaya dair yarınki nesillere aktarmayı planladıkları anıları ile ilgili beklentiler. Bu sosyal ağ sürecinin sivil toplum üzerinden yürüyen bu kabiliyetin oldukça kıymetli olduğu kanaatindeyim. Bu kıymet sadece bu coğrafyaya has bir durum değil. Dünya’nın birçok ülkesinden insanın Ukrayna’da olup bitenlere duyarsız kalmadığı ve güçlü bir sivil inisiyatifin içerisinde yer almak adına da önemli bir yol haritası oluşturduğunu düşünüyorum. Bu ve benzeri durumların çatışmaları önlemek için belki de bizim temel dayanak noktamız haline geleceğine sonsuz bir inanç besliyorum.
Göç İdaresi Başkanlığı’nın geçen yılki verilerine göre Türkiye’de 145 bin Ukraynalı mülteci var. Göç idaresi başkanlığının sitesine baktığımda da şunu gördüm. Türkiye’den uluslararası koruma talep eden ülkeler arasında Ukrayna 2. Sırada. Buradan yola çıkarak Türkiye’nin göç politikası bağlamında Ukraynalı sığınmacıların sorunlarına ne gibi çözümler getirilebilir?
Doç. Dr. Levent Ersin Orallı: Göç politikalarının bir bakanlığa dönüşmesinin vaktinin geldiğini düşünüyorum. Yurtdışı Türkler olabilir, göç bakanlığı olabilir, bir diaspora bakanlığı olabilir. Çünkü yurtdışındaki Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı sayısı neredeyse 5 milyon, daha önce vatandaşlığı almış ve çıkma haklarını kullanmışları da katarsak bu sayı 6 milyon. Yurtdışından Türkiye’ye gelen kişi sayısı hiç azımsanamayacak derecede olduğu gerçeğinin farkındayız. Resmi verilere göre 4 milyon Suriyeli var, bunun yanında Ortadoğu’dan gelen sayıları 1 milyonu bulan insanlar var. Türkiye artık kaynak ülke olmayı aştı, hedef ülke haline geldi. Sosyoekonomik seviyesi, insan hakları ölçütleri, demokrasi ile bağdaşmış olan güçlü korelasyonu coğrafyasındaki ülkelerle kıyaslandığı zaman Türkiye’yi öne çıkarıyor. Bu öne çıkma ve ardından başlayan Rusya-Ukrayna Savaşı’ndan dolayı Ukraynalı sivillerinde Türkiye’yi bir hedef olarak rota seçmesi gerçeğini doğurdu. Türkiye’de sayıları minimum 150 bini bulduğunu tahmin ettiğimiz Ukraynalı vatandaşlar; Antalya, İzmir, Muğla ve Mersin bölgelerinin bir unsuru haline geldi.
Biz Göç Başkanlığını kurduğumuz zaman temel dinamiklerden biri şuydu: Türkiye’nin içindeki iç göçü nasıl önleyebiliriz? İnsanlar doğduğu yerde nasıl doyabilir? Biz tam bu politikalarla ilgilenirken Suriye göçü, Rusya-Ukrayna Savaşı ve yepyeni bir süreç. Türkiye’de 7 milyon civarında yabancı bulunmakta ve bununla alakalı olarak Türkiye çok açık bir inisiyatif üstlenmiş vaziyette. Türkiye’de mülteciler, sığınmacılar, vatansızlar, mülteci sıfatını almayı bekleyenler ve geçici koruma statüsündekiler var. Ukrayna’nın durumuna Türkiye savaşın ilk gününde itibaren açık bir şekilde destek verdi. Ukrayna’nın toprak bütünlüğü, kırımın anayasayla güvence altına alınmış hukuki statüsü, orada yaşayan Türk soylu kişilerin varlığını sürdürmeye ilişkin girişimleri, hem ekonomik anlamda hem insansız hava araçları ile saha da olmanın önemli olduğu hem de aynı zamanda Rusya’nın o bölgede toprak bütünlüğünü bozan, işgal yapan bir ülke olduğuna dair verdiğimiz hukuki destek Antalya diplomasi formunda, Ankara’daki diplomatik girişimlerde ve İstanbul’da iki ülkenin en sıcak temas ettiği diplomasi zirvesinde çok anlamlı hale gelmişti. Fakat Batı dünyasının çok başka hesapları var. Bu savaş üzerinden, bir ülkenin nüfusunun 4’te birinin o ülkeden ayrılmış olmasını önemsemeyecek kadarda kapitalist ve emperyalist düşüncelerle Ukrayna halkı üzerinde maalesef bir edilgen durum oluşturmaya gayret ediyorlar.
Türkiye, Türkiye’deki Ukraynalılara ve Kırım Tatarlarına sonuna kadar sahip çıkmaya devam ederken bu insanların ülkelerine savaş bittikten sonra geri dönüşü için organizasyonlar geliştiriyor. Ukraynalıların kültürel dinamiklerini yitirmemeleri adına, birbirileri ile görüşebilecekleri sivil platform oluşturmasında çok ön açıcı bir rol üstleniyor. Bu noktada Göç Başkanlığını tebrik ediyorum. Göç Başkanlığı içerisinde uyum ile ilgili genel müdürlük ve sivil toplum ile ilintili daire başkanlığının ise özellikle bu konularda almış olduğu inisiyatifin diğer devletlere örnek teşkil edebileceğini düşünüyorum.
Göç sonrası süreçte kadınların topluma bir noktada hayata kazandırılması amacıyla yapılan çalışmalar var mıdır? Bu konuda STK’lar, devletler ve uluslararası örgütlere düşen rol nedir?
Doç. Dr. Levent Ersin Orallı: Kadınların ekonomik anlamda hayata tutunmasının temel rolü artık bu savaşların çatışmaların ortadan kalkmasını sağlamak. Şüphesiz Türkiye, Rusya-Ukrayna arasındaki savaş sürecinin bir an evvel ateşkesin sağlanması ve barış görüşmelerinin başlaması adına çok güçlü diplomatik girişimlerde bulundu. Bu girişimler içerisinde sivil koridorun açılması, sığınma koridorunun açılması, esir rehine takaslarının gerçekleşmesi, karşılıklı defin süreçlerinin yaşanması ve tahıl koridoru ile bir diyalog kapısı aralanmıştı. Bunlardan en çok umut duyanlarda kadınlardı. Çünkü kadın tekrar yurduna yuvasına evine dönmek için yüreği çarpandır. Türkiye açısından baktığımızda bu kadınların en azından mesleki anlamda belli bir birikime sahip olması için meslek edindirme, bir entegrasyon sorunu yaşamamaları için uyum üzerinden dil öğrenme noktasında çok önemli eğitimler vermeye devam ettiğini söyleyebiliriz. En önemlisi Anadolu ve Türk dünyası hiçbir dönem bir kişinin yabancı olmasından kaynaklı olacak onu bir ayrımcılığa tabi tutmamıştır. Belki de Ukrayna’dan, Suriye’den, Filistin’den ve Irak’tan göç etmek zorunda kalan kadınların en büyük kazanımı Türkiye’de kendini asla yabancı hissetmemesi noktasındadır.
Türkiye bu insanlara çalışma ve oturma izni vererek, geçici koruma bağlamında güçlü bir hukuki güvence vererek savaş bitinceye kadar eviniz yurdunuz burasıdır, garantör devletiz mesajı verdi. Hem valilikler hem kaymakamlıklar hem Aile ve Sosyal Bakanlığı aracılığıyla gerçekleştirilen onlarca proje var. Özellikle okul çağındaki kız çocuklarının tamamına yakının okullaştığı, üniversite çağındaki kız çocuklarının da aynı şekilde tamamına yakını burslu şekilde Türkiye’de devlet üniversitelerinde okuduğunu biliyoruz. Dolayısıyla bu kişilerin hayata tutunabilmeleri ve savaş bittiğinde ukrayna’da meslek sahibi olabilmeleri, yeniden yapım sürecinde başrolü üstlenebilmeleri adına türkiye sadece taşın altına elini değil, bedenini yüreğini koymuş vaziyette. Umut ediyorum ki batı dünyasının diğer devletleri de o planlı samimiyetsizlikten bir an evvel vazgeçerler ve Ukrayna’nın yeniden inşası ve imarı konusunda rol üstlenmeyi akıl ederler.
Uluslararası göç çatışmalardan kaynağını alacak şekilde şu anda baş edilmesi mümkün olmayan bir noktaya geldi. Bizim bütün dünya için temel temennimiz bölgesel ve küresel istikrar. Önce kalıcı ateşkesler ardından da tüm dünyada barış.