SON DAKİKA
Hava Durumu

#Edebiyat

QHA - Kırım Haber Ajansı - Edebiyat haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, Edebiyat haber sayfasında canlı gelişmelerle ulaşabilirsiniz.

Rus Çarı’na karşı gelen Süzge Hanım'ın hikâyesi Türkiye Türkçesine aktarıldı Haber

Rus Çarı’na karşı gelen Süzge Hanım'ın hikâyesi Türkiye Türkçesine aktarıldı

Rus Çarlığına ve Sovyet Rusya’ya karşı gelen mücadeleci Türk kadınlarını eserlerinde konu edinen Kazakistanlı yazar Şerbanu Beysenova'nın "Süzge Hanım ve Bozok Güzeli" adlı eserinin, Türkiye Türkçesine aktarılması münasebetiyle Kazakistan’ın başkenti Astana’da tanıtım etkinliği düzenlendi. Anadolu Ajansının (AA) haberine göre; Türkiye Cumhuriyeti'nin Astana Büyükelçiliğinde düzenlenen kitap tanıtım programı, Astana Yunus Emre Enstitüsü (YEE) iş birliğiyle organize edildi. Toplantıya; Türkiye'nin Astana Büyükelçisi Mustafa Kapucu ve eşi Ahu Kapucu, Kazak Türkü yazar Şerbanu Beysenova, Kazak vekiller, yazarlar, akademisyenler ve çok sayıda davetli katıldı. "ESERLERİNDE KAHRAMAN TÜRK KADINLARINA SIKLIKLA RASTLANIR" Eserin tanıtım etkinliğinde konuşan Türkiye Astana Büyükelçisi Mustafa Kapucu "Türk dünyasının birliği ve ortak faaliyetlerimizin ileri bir seviyeye ulaşabilmesi ancak ortak yayınlarla ve dil birliğimizi tesis ederek mümkün olacaktır" dedi. Bununla birlikte Kapucu, yazar Beysenova’nın Kazak toplumunun kadim değerlerini ve geleneklerini güçlü kadın figürleri üzerinden anlatarak tarihin izlerini canlı tutan öyküler yarattığını dile getirdi. Büyükelçi, "Eserlerinde, tarihte yaşamış kahraman Türk kadınlarına sıklıkla rastlanır" ifadelerini kullandı. Ayrıca Kapucu, "Süzge Hanım ve Bozok Güzeli" eserinin Türk dünyasında kültürel bağları pekiştiren bir edebî köprü olarak öne çıktığını vurguladı. Çağdaş Kazak edebiyatının önemli kalemlerinden Şerbanu Beysenova' nın dilimize çevrilen "Süzge Hanım & Bozok Güzeli" adlı kitabının tanıtımı vesilesiyle Büyükelçiliğimiz konutunda bir etkinlik düzenlenmiştir. pic.twitter.com/TxBqyGiNdj — Türkiye in Kazakhstan (@TCAstanaBE) November 16, 2024 Tanıtım etkinliğine katılan Avrasya Millî Üniversitesi Türkoloji Bölümü Öğretim Üyesi Hayrunnisa Topçu, eserin kadının tarihteki ve toplum içindeki yerini öne çıkardığının altını çizerek, “Mücadeleci, güçlü, zeki ve onurlu iki kadının hikâyesi anlatılıyor. Metinlerin akıcı üsluplarıyla ve merak uyandıran kurgularıyla gençlerin ilgisini çekeceğini, böylelikle Türk tarihine duyulan ilginin artacağını umuyorum." dedi. RUS ÇARINA KARŞI GELEN KAZAK SÜZGE HANIM "Süzge Hanım ve Bozok Güzeli" adlı eserin ilk hikâyesi, 16. yüzyılda Altın Ordu devletinin dağılmasından sonra kurulan Türk-Tatar hanlıklarından biri olan Sibir Hanı Küçük Han’ın eşi olan Kazak kızı Süzge’nin hikâyesini anlatıyor. Küçük yaşında evlenerek saraya yerleşen Süzge, özgür bozkır ruhu nedeniyle sarayın katı kurallarına dayanamayarak; İrtiş Nehri kıyısında "Süzge Tura" adlı kale şehri inşa ettirdi. Süzge Hanım, burada yaşamaya başladı. Rus Çarı Korkunç İvan, Sibirya topraklarını işgal edince Rusların esir aldığı Süzge, İvan'a eş olmak yerine ölümü tercih ederek yaşamına son verdi. “Bozok Güzeli” adlı hikâye ise, yazarın Kazakistan’daki arkeolojik kalıntılardan esinlenerek yazdığı bir aşk hikâyesi. Oğuz kızı Banu Çiçek ve Kıpçak delikanlısı Kan Töre’nin sürükleyici aşkını anlatıyor. Eserin tanıtım etkinliğinin sonunda Kazak Türkü yazar Şerbanu Beysenova, Türkçe basılan kitaplarını imzaladı.

Kazan Tatar edebiyatının ve basın dünyasının öncüsü Ayaz İshakî Haber

Kazan Tatar edebiyatının ve basın dünyasının öncüsü Ayaz İshakî

Kazan Tatar edebiyatının ve basın dünyasının tanınmış isimlerinden, Kazan Tatarlarının aydınlanması ve özgür bir İdil-Ural devletinin kurulmasını savunan Ayaz İshakî, vefatının 70. yıl dönümünde saygı ve rahmetle anılıyor. Ayaz İshakî, Kazan ilinin Çistay ilçesinin Yevşirme köyünde 23 Şubat 1878’de dünyaya geldi. Öğrencilik döneminde gerçekleşen devrim hareketlerine aktif olarak katıldı. İshakî, büyük Kırım Tatar aydını İsmail Bey Gaspıralı’nın çıkardığı "Tercüman" gazetesini okuyarak fikir dünyasını genişletti. 1897’de Kazan'da yeni açılan Emirhanovlar Medresesi’nde çalışmaya başladı ve öğrencileri aktif katılıma teşvik eden yenilikçi bir eğitim metodu geliştirdi. 1905 yılı devrimini destekledi ve Tatar halkını uyandırmaya çalıştı. BAĞIMSIZ BİR İDİL-URAL DEVLETİ Ayaz İshakî, Çarlık rejimine karşı yazıları ve faaliyetleri nedeniyle sürekli olarak takip edildi ve hapse atıldı. 1907’de Arhangil vilayetine sürgün edildi. Bu dönemde Tatar gençlerinin devrimci hareketlere katılımını anlatan "Tartışma" adlı dramını yazdı. 1913'te genel afla serbest bırakıldı ancak Kazan'da yaşamasına izin verilmedi. Bu yüzden mücadelesine Petersburg'da devam etti ve "İl" gazetesini çıkardı. 1917’de Şubat Devrimi'ni sevinçle karşılayan Ayaz İshakî, Türk halklarının birliği ve millî özerklik için mücadele etti. Ancak, Ekim Devrimi sonrasında Bolşeviklerin baskısı altında milliyetçi düşüncelerini savunmak zorlaştı. Ufa'da Millî Meclis kurulduğunda, İshakî bağımsız bir İdil-Ural devletinin kurulmasını savundu. YAZDIĞI ESERLER, ONUN GENİŞ BİLGİ BİRİKİMİNİ VE ELEŞTİREL BAKIŞ AÇISINI YANSITIYOR 1918'de Paris Sulh Konferansı’na delege olarak gönderilen İshakî, Rusya'ya dönmedi ve sürgün hayatı başladı. Harbin, Paris, Berlin ve Varşova gibi şehirlerde yaşadı. 1939'da Türkiye'ye göç ederek İstanbul’a, ardından Ankara’ya yerleşti. 22 Temmuz 1954’te Ankara’da vefat eden Ayaz İshakî, vasiyeti üzerine İstanbul’daki Edirnekapı Şehitliği'ne defnedildi. Ayaz İshakî’nin yaşamı boyunca yazdığı eserler, onun geniş bilgi birikimini ve eleştirel bakış açısını yansıtmaya, mücadelesi, Tatar halkı ve Türk dünyası için bir ilham kaynağı olmaya devam ediyor.

İstanbul'da Uygur Dili ve Edebiyatı Dersleri kitap serisi tanıtıldı Haber

İstanbul'da Uygur Dili ve Edebiyatı Dersleri kitap serisi tanıtıldı

Dünyanın dört bir yanında diasporadaki Uygurlar tarafından çok sayıda Uygurca ana dil okulları kurulu ve uzun süredir ana dilde dersler verilmekte. Ancak ders kitaplarının eksikliği, bu okullarda eğitim alanında büyük bir sorun yaratmakta. Uygur Akademisi Ana Dil Komitesi, bu sorunu çözebilmek ve sistemli bir düzen oluşturabilme adına "Uygur Dili ve Edebiyatı Dersleri" kitap serisini İstanbul'da yayımladı. UYGUR DİLİ VE EDEBİYATI DERSLERİ Uygur Akademisi Vakfı Başkanı Dr. Mağfiret Kemal Yunusoğlu ile Ana Dil Komitesi Başkanı Doç. Dr. Rahile Kaşgarlı, 9 Haziran 2024 tarihinde Uygur Akademisi’nde Uygur Türkçesi'nde eğitim veren okulların yöneticileri ve ana dil öğretmenlerine yeni yayımlanan kitap serisi hakkında bilgi verdi. DOĞU TÜRKİSTAN’DA ANA DİL OKULLARDA YASAKLANDI Tanıtımda, 5 kitaptan oluşan “Uygur Dili ve Edebiyatı Dersleri” serisinin planlanmasından hazırlanıp yayınlanmasına kadar olan aşamalarda, katılım sağlayan ve destek verenlerin gösterdikleri çabalar takdir edilmekle birlikte, kitabın içeriğinde hangi konulara daha önem verildiği ve karşılaşılan zorluklar anlatıldı. Doğu Türkistan’da ana dilin okullarda yasaklandığı ve kullanım alanının gittikçe kısıtlandığı bu dönemde, diasporadaki Uygur çocuklarının Uygur dili ve edebiyatını öğrenmesinin ne kadar büyük önem taşıdığı ve ana dil öğretmenlerinin omzuna düşen yükün ağırlığına dikkat çekildi. "UYGUR MİLLİ KİMLİĞİ VE KÜLTÜRÜ HAKKINDA BİLGİ VERECEK" Kitabın içerikleriyle ilgili tanıtımda şu ifadelere yer verildi: "Kitaplarda yer alan vatansever metinler ve Uygurlara özgü resimler aracılığıyla Uygur çocuklara, Uygur milli kimliği ve kültürü hakkında bilgi verilecek; aynı zamanda bağımsız düşünebilen, kendine güvenen, cesur, azimli, zihinsel esaretten kurtulmuş, Uygur ruhuna ilham veren nesillerin yetişmesine de katkı sağlanacaktır. Bu ders kitaplarının derlenmesinde anayurtta basılan dil ve edebiyat ders kitaplarının metinleri esas alınmıştır, fakat başka metinler de eklenerek kitapların özgünlük oranı artırılmıştır" "UYGUR MİLLİ KİMLİĞİNİN, CANLI VE CANSIZ NESNELERİ TANIMA VE DÜŞÜNME SİSTEMİ" Uygur milli kimliğinin, canlı ve cansız nesneleri tanıma ve düşünme sisteminin, nesilden nesile aktarılan değerlerimizin öğretilmesine özel önem verilmiştir. Metodolojik olarak modern pedagoji biliminin güncel araştırma sonuçları dikkate alınmıştır. Konular, Uygur dilinin özellikleri dikkate alınarak her sınıf öğrencilerinin seviyesine göre düzenlenmiştir" Kitapların tanıtım aşamasından sonra katılımcıların görüşleri alındı. Uygur ana dil öğretmenleri, uzun zamandır Uygur dili ve edebiyatı eğitiminde materyal eksikliği sıkıntısı çektiklerini ve “Uygur Dili ve Edebiyatı Dersleri” serisinin ihtiyaç duyulan bir dönemde ortaya çıktığını belirtti. Öğretmenler ayrıca kitapları gözden geçirdikten sonra görünüş ve içerik bakımından çok kaliteli bir şekilde hazırlandığı yorumunda bulundu. Tanıtım sonrası, kitapları diasporadaki ana dil okullarına ve öğretmenlerine ücretsiz olarak dağıtmak üzere okullardaki öğrenci sayılarına göre ihtiyaç listesi hazırlandı.

Haber

"İlk Azerbaycan Romanları" monografisi yeniden yayımlandı

İlk baskısı, 1988 yılında Kiril alfabesiyle yapılan "İlk Azerbaycan Romanları" monografisi, Prof. Dr. Salide Şerifova tarafından yeniden gözden geçirilip düzeltmeler eklenerek tekrar yayımlandı. ÇALIŞMA AZERBAYCAN ROMANLARININ İLK ÖRNEKLERİNİ İNCELİYOR Monografi, ilk Azerbaycan romanlarının ortaya çıkışını, geleneksel düzyazı türlerindeki ilk roman örneklerini ve yeni türdeki ilk Azerbaycan romanlarını inceleyen sistematik bir bilimsel çalışması niteliğiyle öne çıkıyor. Monografide ayrıca Azerbaycan romanlarının oluşum ve gelişim tarihi ile kendine özgü millî özellikleri yer almakta. Prof. Dr. Salide Şerifova, çalışmasında Azerbaycan romanının kaynakları, ilk roman örnekleri, yeni türdeki ilk Azerbaycan romanlarını bilimsel metotlarla inceleyerek okuyucularına sundu. Eser, ilk Azerbaycan romanlarının konusu, kompozisyonu, imajı, karakteri, türü, dili, üslubu gibi konuları içeriyor. Çalışma, Farsça olarak kaleme alınan "Ahmed'in Kitabı" ve "İbrahimbey'in Seyahatnamesi" eserlerini de incelenmesi itibariyle Kuzey ve Güney Azerbaycan edebiyatının bir bütünlük içerinde değerlendirilmesine de olanak sağlıyor. Kitapta incelenen roman örneklerinin başlıca yazarları ise Azerbaycan edebiyatının önde gelen isimlerinden oluşuyor: "Mirze Feteli Ahundzade, Mirze Abdürrahim Talıbov, Hacı Zeynalabdin Marağayi, Neriman Nerimanov, Yusif Vezir Çemenzemenli, Abdulla Şaik, Memmed Seid Ordubadi, Sultan Mecid Ganizade"

Kırım Tatarlarının milli şairi Eşref Şemizade 115 yaşında! Haber

Kırım Tatarlarının milli şairi Eşref Şemizade 115 yaşında!

Kırım Tatar edebiyatının önemli isimlerinden, sürgün döneminde yeni yetişmekte olan şairler için adeta bir mektep vazifesi gören  şair, yazar, çevirmen ve edebiyat araştırmacısı Eşref Şemizade doğumunun 115. yıl dönümünde saygı ve rahmetle anılıyor. #Kırım Tatar Edebiyatının meşhur şairi Eşref Şemizadehttps://t.co/YfZGnV4dV5 pic.twitter.com/2Co1FC7ltD — QHA - Kırım Haber Ajansı (@qha_kirimhaber) June 21, 2023 EŞREF ŞEMİZADE HAYATI Eşref Şemizade, 21 Haziran 1908 yılında Kezlev’de dünyaya geldi. Şemizade; halk yırlarını, çınları, manileri, masalları, rivayetleri ve destanları dinleyerek büyüdü. Halk edebiyatının etkisi, gelecek yıllarda şairin eserlerine yansıdı. Eşref Şemizade, 1928 Şemizade’nin ilk şiiri “Çölde Yaz Akşamı”, 1923 yılında basıldı. Kısa süre sonra genç şairin yeteneğini fark eden Bekir Çobanzade ve Abdulla Latifzade, onu Akmescit’de davet ederek edebiyat çevrelerine katılmaya yardım etti. 1927 yılında Kırım Tatar harflerinin Arap alfabesinden Latin alfabesine geçmesi konulu konferanta, Eşref Şemizade süreci takip edecek komisyonun katibi olarak seçildi. Şemizade, 1927-1929 yılları arasında "Göz Aydın" dergisinin editörü olarak çalıştı. Mart 1930’da Eşref Şemizade, Moskova’daki Devlet Sinema Enstitüsünün Edebiyat ve Senaryo Yazarlığı Bölümünde eğitim almaya başladı. Eşref Şemizade, Moskova'da eşi Saniye Bodaninskaya ile tanışıp evlendi. 1931 yılında basılan “Dneprelstan” şiiri basıldıktan sonra Şemizade, ülkenin önde gelen şairleri arasına girdi. Devlet Sinema Enstitüsünden mezun olduktan sonra 1932’de eşiyle birlikte Kırım’a döndü. 1935-1937 yılları arasında Kırım Yazarlar Birliği Sekreteri görevini yaptı. Öte yandan 20 Eylül 1937’de Eşref Şemizade, "burjuva milliyetçileri ile dostane ilişkiler ve aile bağları kurmakla" suçlandı. Bundan sonra şair, görevinden alındı ve Yazarlar Birliğinden atıldı. 24 Haziran 1941’de tutuklandı ve 3 ay boyunca Akmescit’teki Sovyetler Birliği İçişleri Halk Komiserliği (NKVD) tutukevinde alıkonulduktan sonra İrkutsk’taki hapishaneye sevk edildi. 4 Nisan 1942’de Şemizade, kanıt yetersizliği nedeniyle serbest bırakıldı. Eşref Şemizade ailesi ile birlikte Kırım'da, 1959 Özbek yazarların daveti üzerine Aralık 1942’de Şemizade, Taşkent’e geldi ve Fergana’da yayımlanan gazetede çalışmaya başladı. 1944 ilkbaharında eşi ile oğlunun hayatta ve Akmescit’te (Simferopol) olduklarını öğrendi. Şair, 17 Mayıs’ta Kırım’a geldi ve ertesi gün sabah erken saatlerde ailesiyle ve tüm Kırım Tatar halkıyla birlikte sürgün edildi. Şemizade ve ailesi, Özbekistan’ın Andican bölgesine yerleştirildi. Eşref Şemizade’nin yeteneklerinin farkında olan yerel yönetim onu ilk başta Bölge Planlama Dairesi Başkanı görevine atadı. Ancak daha sonra Devlet Güvenlik Departmanın talebi üzerine Şemizade, Bölge Kültürel Eğitim Dairesi Başkan Yardımcısı görevine geçirildi. Bu görevde çalışırken  Eşref Şemizade ikinci kez tutuklandı. Soruşturma sırasında şaire yabancı bir gazete, Kırım Tatar halkı adına bir makale yazarak Sovyetler Birliği yönetimine ve Stalin’e Kırım Tatar halkını Orta Asya’ya sürgün ettiği için teşekkür etmesi ve Kırım Tatarlarının çok iyi şartlarda yaşadığını yazması için teklif getirdi. Şemizade'nin hapis cezası bu şekilde 25 yıldan 10 yıla indirilmesi vaat edildi. Ancak Eşref Şemizade bu teklifi kesin bir dille reddetti. 1954 yılında şaire yöneltilen suçlamaların bir kısmı düşürüldü ve cezası 7 yıla indirildi. 27 Aralık 1954’te Şemizade serbest bırakıldı. Eşref Şemizade ailesi ile birlikte Kırım'da, 1959 1958’de Şemizade, eşi ve 2 oğlu ile Taşkent’e yerleşti. Taşkent’te Şemizade farklı görevlerde çalıştı, şiirler yazdı ve dünyaca ünlü şairlerin eserlerini Kırım Tatar diline çevirdi. DÖNEMİN SOVYET İDARESİ KIRIM'A GÖMÜLMESİNİ İSTEMEDİ Eşref Şemizade, 11 Mart 1978’te Moskova’da vefat etti. Şairin eşi Sayde Bodaninskaya, "Ne pahasına olursa olsun 'tabutu yaya olarak vatanına sürüklemek zorunda kalsam' bile Eşref Şemizade’yi Kırım'da gömeceğim" dedi. Moskova’dan Kırım’a uçan uçak havalimanında bekletilse de yine de dönemin Sovyetler Birliği yönetimi ailenin şairi anavatanına toprağa verme kararına karşı çıkmaya cesaret edemedi. 14 Mart 1978’de Eşref Şemizade, Akçora köyündeki Müslüman mezarlığında toprağa verildi. Yabancı medya kuruluşları, Kırım Tatar şairi Eşref Şemizade’nin vefat ettiğini ve Kırım’da toprağa verildiğini duyururken, “Ancak ölümünden sonra şair vatanına dönebildi” ifadelerini kullanmıştı. EŞREF ŞEMİZADE'NİN "BORAN" ŞİİRİ Ey, qardaşlar! Alıp beriñ  Çüyden eski sazımnı.  Alıp beriñ, tatarlıqnı  Acısını çalayım!  Çalayım da, elimdeki  Şu qanlı mizrabımnı  Tellerge ve yüreklerge  Urıp-urıp alayım!  Sırttan boran ep borata,  Kök qarara, yel iñley.  Yel iñlemey, qızıl yıldız  Pancasında il iñley.  Carılğaçtan – Azavğace,  Çatır Tavdan – Orğace,  Qolu bağlı, közü bağlı,  Tili bağlı qul iñley.  Ah, Qırımım, doğğan mesken,  Neler ötti başıñdan!  Yarıp baqsañ, er taşıñnıñ  Kökreginden ot çıqar.  Otnen birge alevlene,  Yana er bir taşıñda  İlelebed, tek eki söz:  “Ya ölüm, ya intiqam!”.

Metin Savaş: Her romanımda muhakkak Kırım'a yer veririm Haber

Metin Savaş: Her romanımda muhakkak Kırım'a yer veririm

Ömer Cihad KAYA QHA Ankara Vatan Kırım’dan zorunlu göç ve sürgünle Türkiye'ye gelen Kırım Tatarları, geçen asırlar boyunca "Ak topraklar" dedikleri Anadolu'da yaşamaya devam ediyorlar. Muhacirliğin bir kader olageldiği Anadolu'da yaşayan birçok Kırım Tatarı, bu topraklarla, bu toprağın kimliğiyle adeta özdeşleşmiş durumda. Türkiye'de bugün artık sayıları milyonlarla ifade edilen Kırım kökenli isim bulunuyor. Bu isimlerden, belki de değeri yeni fark edilenlerden birisi de Kırım kökenli yazar, ödüllü romancı Metin Savaş. Metin Savaş, kelimenin tam anlamıyla sıra dışı bir yazar. Bir yanı Yörük bir yanı Tatar olan usta kalem, her iki kimliği de üzerinde gayet iyi taşıyor ve eserlerinde bu kimliğe ait değerlere yer veriyor. Kırım'dan gelen Elif Nine'sini hiç görmese de, Kırım ve Kırım Tatarları deyince adeta burnunun direkleri sızlıyor. Uzun yıllar hayatını mahalle bakkallığı yaparak kazanan Savaş'ı, edebiyat çevreleri post-modern bir romancı olarak tarif ediyor. Hakkında yüksek lisans tezleri yazılan ve araştırmalar yapılan Kırım kökenli yazar Metin Savaş, Prof. Dr. Mustafa Özsarı'ya göre Türk edebiyatının yaşayan en büyük romancısı. Eserleri ve çalışmaları ile adeta parmakla gösterilen Savaş, hiç şüphesiz farklı bir sosyal tabakaya mensup olsaydı çoktan popüler olacak ve adından daha çok söz ettirecekti. Ancak o; bilimin, sanatın ve edebiyatın ışığında Türkiye'nin Kuvayı Milliye şehri Balıkesir'de münzevi hayatına devam ediyor. Eserleri, fikirleri ve dikkat çeken yaşam öyküsüyle genç beyinlere ışık oluyor. Kırım Haber Ajansı olarak, Kırımlı Elif Ninesinin yadigârı olarak gördüğü Kırım rozetini hiç çıkarmayan sıra dışı yazar Metin Savaş ile, Vatan Kırım'ı, Türk dünyasını, yazarlık serüvenini, edebiyata dair görüşlerini ve hazırlamakta olduğu yeni eserlerini konuştuk. Metin Bey bize kendinizden bahseder misiniz, insanlar Metin Savaş'ı nasıl tanımalı? Ben Metin Savaş. 1965 Balıkesir doğumluyum. Balıkesir’de yaşıyorum roman yazarıyım. Romanlarım Ötüken Neşriyat’tan çıkıyor, şimdilik 14 kitabım var. Roman dışında da bir takım çalışmalarım oluyor. Balıkesir’deki sivil toplum kuruluşlarında görevlerim var. Kırım Derneği Balıkesir Şubesi üyesiyim. STK'larda çalışıyoruz, hizmet vermeye gayret ediyoruz. Balıkesir’de bir yörük ailesinin çocuğuyum. Karakeçili aşiretine mensubum fakat bizim bir ninemiz var. Elif ninemiz. Elif Ninem Kırım’dan gelmiş. Ninem ben doğduğum sene vefat etmiş o yüzden onunla tanışmak hatıralarını dinlemek imkanım olmadı. Kendisi annemin ninesi oluyor. Annemden duyduğum malumatlara göre, Elif Ninemizin ailesi, Kırım’dan göç yoluna çıktığında o, kendi annesinin karnındaymış. Dobruca'ya vardıklarında, göç yolunda doğmuş. Oradan Bulgaristan’a, Bulgaristan’dan da Selanik’e göç etmişler. Bir düğün günü Metin Savaş ve ailesi SELANİK'TE ZÜBEYDE HANIMLARIN KOMŞUSU KIRIMLI ELİF NİNE Bir müddet Selanik’te yaşamışlar. Hatta bir rivayete göre, Elif ninemiz genç kızlık döneminde Zübeyde Hanımların komşusuymuş Selanik’te. Ve yine bir rivayete göre, ne kadar doğrudur bilmiyoruz, o zamanlar çakı gibi bir delikanlı olan Mustafa Kemal’e de aşıkmış komşu oldukları için. Komşu oldukları için birbirlerine gidip gelirlermiş. Muhtemelen doğrudur çünkü komşular birbirine aşık olur. Herhalde Elif ninemiz de o yakışıklı delikanlıya aşık olmuştur. Yine bir rivayete göre, annemin dayısı anlatmıştı... Mustafa Kemal, Elif Nineme yüz vermemiş. Elif ninemiz de ona hep kızgınmış. Ailemiz arasında hep böyle bir espri vardır. Cumhuriyet kurulduğunda, Elif Ninem, Cumhuriyet hakkında olumsuz şeyler söylemiş… (Gülüyor) Ama, muhtemelen gerçek sebebi başkaydı, Elif Ninem Atatürk’e kendisine yüz vermediği için kızıyordu…Yani sağ olsaydı ona "Sen Cumhuriyete kızmıyorsun, asıl Mustafa Kemal’e kızıyorsun" derdim… (Gülüyor) Ortada oturan Kırımlı Elif Nine Böyle kırık dökük hatıralarımız var. Bizim Balıkesir’deki sülalemizde bir çekik gözlülük var. Bu Elif Nine’nin genlerinden kaynaklanıyor olsa gerek. Tabii ki, Balıkesir Yörüklerinin bir kısmının da çekik gözlü oluyor. Dışarıdan bakanlar bana da senin gözlerin hafiften çekik diyorlar. Bundan 3-5 sene evvel Eskişehir’e bir imza gününe gitmiştim. Kaldığım otelde kahvaltı salonunda tek başıma kahvaltı ediyordu. Arkamdaki masada kalabalık bir kadın grubu oturuyordu. Romence bir şeyler konuşuyorlardı ama aralarında bir takım Türkçe kelimeler seçmiştim. Ben bu yaşlı kadınların, kim olduklarını merak ettim biraz da tahmin ederek onların bulunduğu masaya gittim. O sırada da ceketimde bir Kırım Tatar bayrağı rozeti vardı. O yaşlı kadınlardan biri o rozeti görünce bana sarıldı ağladı. (Ağlıyor) Sonra onlarla konuştuk, oturduk sohbet ettik. Turist olarak Romanya’dan Eskişehir’e gelmişler. Ayrılırken de tabii ağlaştık. Balıkesir dernek başkanına söz verdim. Bir Kırım romanı yazacağım. "NE ZAMAN KIRIMLI GÖRSEM DUYGULANIRIM, KAN ÇEKİYOR" Balıkesir’de Tatar çoktur. Eskişehir, Türkiye’deki Tatarların başkenti olsa da belki de ikinci kalabalık nüfus buradadır. Balıkesir’de Kırımlılar mahallesi de var. Tabii Balıkesir’de kaynaşma çok fazla olmuş. Burada Yörük-Tatar ayrımı yapmayız. İşte benim ailemin, bir tarafı Tatardır bir tarafı Yörüktür. Balıkesir Tatarları şehirde yaşadıkları için burada bir Tatar köyü yok. O yüzden bazı gelenekleri, hatıraları ne yazık ki unutmuşlar. Burada dernek vasıtasıyla birtakım çalışmalar yapılıyor. Bu unutulmuş hatıraları tekrar keşfetmeye canlandırmaya çalışıyoruz. Hatta Balıkesir dernek başkanımıza da söz verdim. Bir Kırım romanı yazacağım. Bu hatıralar üzerinden yola çıkarak sıra geldiğinde onu da yazmak istiyorum. Ancak Cengiz Dağcı’yı taklit etmek de istemiyorum. Acele etmiyorum bu konuda psikolojik bir roman olsun  istiyorum. Tatarların yaşadığı o göç travmasını, psikolojisini bu romana yansıtmak istiyorum. Bu nedenle yazmakta acele etmiyorum. Onun haricinde ben Kırım’a hiç gitmedim görmedim. Hakkında sadece kitabi bilgiye sahibim, Hakan Kırımlı’nın veya diğer yazarların eserlerinde okuduğum kadarıyla bilgiye sahibim. Tabi, oralara gidip gözümle görmeyi çok istedim. Salgır Nehri’ni görmeyi çok istiyorum. Bahçesaray’ı görmeyi isterim. Bununla birlikte kan çeker diyoruz biliyorsunuz Türkçe’deki ifadesiyle. Kırım’a, Kırım Tatarlarına daima bir yatkınlığım vardır. Tatar Türkçesini bilmiyorum ama kan çekiyor demekki ne zaman bir Kırımlı, bir Tatar görsem duygulanırım. Her romanımda Kırım’a muhakkak yer veririm. Zaten Balıkesir'de Tatar çok. Mesela bir romanımdaki esas oğlan Balıkesirli bir karakter. İstanbul’da bazı maceralar yaşıyor onun adı Tatar Adnan. Yeğenimin adını verdim. Her romanımda bir Tatarlık izi, her romanımda bir yörüklük izi bulursunuz. Ya karakter Tatardır veya Balıkesirlidir. İlla bir Tatarlık sokuyorum romanlarıma. Kırımlı Elif NineElif Nine'nin oğlu İvrindi Müezzini Mehmet Dede "HER ROMANIMDA KIRIM'A MUHAKKAK YER VERİRİM" Eserlerinizde Kırım'a, Kırım Tatarlarına özel bir yer ayırıyorsunuz. Kırım sevginiz herkesin malumu. Ancak bugün Kırım Rus işgali altında. Kültürel, dini, siyasi baskılar var. Bu konuda bir edebiyatçı ve yazar gözüyle neler söylemek istersiniz? Her romanımda Kırım’a muhakkak yer veririm. Zaten Balıkesir'de Tatar çok. Mesela bir romanımdaki esas oğlan Balıkesirli bir karakter. İstanbul’da bazı maceralar yaşıyor onun adı Tatar Adnan. Yeğenimin adını verdim. Her romanımda bir Tatarlık izi, her romanımda bir yörüklük izi bulursunuz. Ya karakter Tatardır veya Balıkesirlidir. İlla bir Tatarlık sokuyorum romanlarıma. Tabii Kırım'a gitmek işgal şartları yüzünden şu anda zor. Daha geçen günlerde, bir Kırım Tatar arkadaşımla sohbet ediyorduk .Ona şöyle dedim, “hiç üzülme ben yüzde yüz eminim Kırım'ı geri alacağız”. Yani ben böyle inanıyorum. Kırım’ı ne zaman özgürlüğüne kavuştururuz, 50 yıl sonra mı, 100 yıl sonra mı, yoksa 500 yıl sonra mı? Önümüzde bir ufuk olmalı on yıllık da plan yapmalıyız, 1000 yıllık da plan yapmalıyız. Deli Petro'nun 500 yıllık plan yaptığı gibi her yönden hazır olmalıyız. A planı, B planı, C planı yapmalıyız.  Kırım’da birinci problem nüfus azlığı. Nüfus çoğalmadığı sürece siyasi ve kültürel kontrolü ele geçirmemiz mümkün değil. Türk-Tatar nüfusunun muhakkak çoğalması gerekiyor. Bu nasıl olabilir? Hem Rusya’ya, hem Türk Cumhuriyetlerine, Türkiye’ye dağılan tatarların bir kısmının geri dönmesi lazım. Ama tabii hadi biz dönüyoruz demekle olmuyor. Rusya faktörü var, Ukrayna faktörü var ve Türkiye devletinin tutumuna da bakıyor iş tabiii. Bir de orada yaşayan insanlar geri dönmek isterler mi? onların iradesi önemli. İnsanoğlu hayatını rahat yaşamak ister. Orada her türlü zorluk var sokakta kalabilirler, işgalci yönetim cinayet işliyorlar, baskılar zaten malumunuz.  Dolayısıyla, Türkiye ve Türk cumhuriyeti devletlerinin sıkı işbirliğiyle bu konu başarılabilir, bu mümkün olabilir. Rusya’ya baskı uygulanabilir.  Korkmamak gerekir, cesur olmak gerekir hep söylerim ne ABD ne de Rusya ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar, Tanrı değildir. Türk tarihi de biliyorsunuz muazzam bir tarih. Kendimize güvenmemiz gerekir. "KIRIM'I KİMSE BİZE ALTIN TEPSİDE SUNMAYACAK, MÜCADELE ETMELİYİZ" Rusya, gerçekçi olmak gerekirse Kırım’ı bırakmak istemeyecektir çünkü Karadeniz’e açılma yoludur ama biz de irademizi ortaya koymak zorundayız. Kırım’ı ne zaman özgürlüğüne kavuştururuz, 50 yıl sonra mı, 100 yıl sonra mı, yoksa 500 yıl sonra mı? Önümüzde bir ufuk olmalı on yıllık da plan yapmalıyız, 1000 yıllık da plan yapmalıyız. Deli Petro'nun 500 yıllık plan yaptığı gibi her yönden hazır olmalıyız. A planı, B planı, C planı yapmalıyız.  Kırım’ı kimse bize altın tepside ikram etmeyeceğine göre bizim kendi irademizi ortaya koymamız gerekir, yılmamak gerekir. Aradan 500 yıl geçmiştir başarısız olmuşuzdur yılmak yok… Gerekirse 1000 yıl daha mücadele ederiz. Belki işler, şartlar değişir. 50 yıl sonra isteğimize kavuşuruz, hayat sürprizlerle doludur. Kırım’ı muhakkak geri almamız lazım çünkü ana yurdumuzdur.  Yeri gelmişken, benim hoşuma gitmeyen bir husus da Türk halkları arasındaki etnik ayrımcılıktır. Biliyorsunuz Safevi ordusu da Osmanlı ordusu da Türk ordusuydu ama birbiriyle savaştı.Hepimiz tarihte hatalar yaptık. Kazan Hanlığı ile Kırım Hanlığı malesef birbirinin altını oydu ve Rusya bundan faydalandı.Dolayısıyla, bu hataları artık işlemeyelim. Üst kimlikte birleşelim, bu üst kimlik tabii ki, Türk kimliğidir. Gaspıralı örneği de ortadadır. Bu etnik asabiyeti bırakalım . Aksi takdirde, ne Kırım’ı kurtarabiliriz ne Kazan’ı kurtarabiliriz ne de Anadolu’yu elimizde tutarken daha rahat hareket edebiliriz. Büyük düşünmemiz gerekir. Doğu Türkistan örneği ortada. Türk birliği kurulmuş olsaydı Çin Doğu Türkistan’ı ezmeye cesaret edemezdi. Metin Savaş hakkında insanların en çok merak ettiği konu yazarlık serüvenine nasıl başladığı. Sıra dışı bir yazarsınız. Biraz klasik olacak ama bu yazarlık serüveniniz nasıl başladı? Benim yazar olmak gibi bir hayalim yoktu. Sanatçı yetiştiren bir ailenin çocuğu değilim. Kitap okumayı çok seven bir sülalem var, köydeki cahil dayım bile kitap okumayı sever. Ama hiç sanatçı-yazar yetiştirmemişiz. Çocukluğumdan beri kitap okumaya meraklıydım. Asla da, yazarlığı hayal etmedim öylede bir ufkum yoktu. Zaten Balıkesir’de mahalle bakkallığı yaptım nereden bunu hayal edeceğim… Metin Savaş'ın yıllarca mahalle bakkallığı yaptığı mekan Kendi kendime kitap alıyordum. Yaş 25’e gelince bir baktım odam kitapla dolmuş. Kendi kendime dedim bu kadar kitabı ben mi okudum diye. Herhalde ben de bir şeyler yazarım dedim ve ilk hikayemi yazdım. Türkiye’nin bir numaralı edebiyat dergisi, Türk Edebiyatı Dergisi o yıllarda çok okunurdu. Cahil cesaretiyle oraya ilk hikayemi gönderdim. Her sayısını takip ettiğim bir dergiydi. Bir gün bir baktım benim hikayem yayımlanmış. O zamanlar sevinçten havalara uçtuğumu hatırlıyorum. Sonra o dergide yazmaya devam ettim. Hikayeler, denemeler yazdım. Sonra Dergah dergisine de yazılar yazdım. Ve o bana hem özgüven verdi hem de tecrübe kazandım. Hatta Türk Edebiyatı Dergisinin Ömer Seyfettin Hikaye Yarışması’nda mansiyon ödülü kazandım, orada bazı meşhur hocalarla tanıştım. Bu şekilde kendimi yetiştirmeye çalıştım.  Önüm, Zemheri Kuyusu sayesinde açıldı diyebilirim. Romancı olmam biraz tesadüfidir çünkü böyle bir hayalim yoktu. Benim bir gözüm kördür, sağ gözüm hiç görmez. 3 yaşındayken sağ gözüm kaymış o zamanki teknolojiyle tedavi edilmemiş. Bu yüzden hep göz doktoru olmayı hayal ederdim ama tembel bir öğrenciydim. Mahalle bakkallığı yaparken de gizli gizli zaman buldukça kitap okuyordum. Geceleri az uyuyordum. Günün birinde işte ilk romanımı yazdım, ilk romanımı da İstanbul Tuzla Belediyesi bir roman yarışması düzenlemişti oraya gönderdim, birinci oldum. Jürisi çok sağlamdı. Üstatlar vardı. Jüri başkanı rahmetli Mustafa Miyasoğlu’ydu. Orhan Okay vardı jüride Tanpınar'ın öğrencisiydi, hocaların hocasıdır. Necmettin Tülünay vardı o da büyük bir hocadır. Böyle sağlam bir jüriden geçmeyi başarınca kendime güvenim daha da arttı. Ama ilk romanımda birinci olunca korkmuştum. Ödül töreninden sonra Balıkesir'e geri geldim. Jüri Başkanı Miyasoğlu bana demişti ki, ‘tamam sen bu ödülü aldın birinci oldun ama senden artık daha iyilerini bekliyoruz’ deyince ben korktum. Çünkü roman yazma tecrübem yok bir de Balıkesir’de, taşra da yaşıyorum bir de mahalle bakkalıyım daha iyi romanı nasıl yazacağım? Öyle okumakla olmuyor korktum iki sene hiçbir şey yazmadım. Sadece kendimi geliştirmeye çalıştım okumalar yaptım. İkinci romanımı yazdım başarısız oldu. Basıldı ama okunmadı ilk romanım da ödül almama rağmen okunmamıştı çünkü meşhur biri değilim moralimi de bozuyordu tabii bu durum. Üçüncü romanım Zemheri Kuyusu’nu yazdım Ötüken Neşriyat’a gönderdim. Ötüken bu romanı bastı aynı sene bu roman, Türkiye Yazarlar Birliği tarafından yılın en iyi romanı seçildi. Ondan sonra tabi bana kapılar açıldı. "ÖNÜM ZEMHERİ KUYUSU SAYESİNDE AÇILDI" Tabii Zemheri Kuyusu da yaklaşık beş sene fark edilmedi. Çünkü meşhur biri değilim televizyonlara çıkmıyorum. Buna rağmen yılmadım vazgeçmedim. Ondan sonra bu roman keşfedildi. İkinci, üçüncü baskıyı yaptı. Ondan sonra artık benim yolum açıldı. Diğer romanlarımı yazdım, başka ödüller aldım. Türk Ocakları Ayvaz Gökdemir Edebiyat Ödülü’nü aldım, muhit edindim. Bu süreçte, Balıkesir’de tanındım. STK’ların yönetim kurullarına girdim. Kırım Derneği Balıkesir Şubesi, Balıkesir Türk Ocağı, TÜRKAV... Önüm, Zemheri Kuyusu sayesinde açıldı diyebilirim. Romancı olmam biraz tesadüfidir çünkü böyle bir hayalim yoktu. Benim bir gözüm kördür, sağ gözüm hiç görmez. 3 yaşındayken sağ gözüm kaymış o zamanki teknolojiyle tedavi edilmemiş. Bu yüzden hep göz doktoru olmayı hayal ederdim ama tembel bir öğrenciydim.  Zaten ortaokul ikinci sınıfı iki kere okumuştum İstanbul Vefa Lisesinde liseye başladım birinci sınıfta 11 dersimiz vardı ben 9 dersten sınıfta kalmıştım, okumayı orada bıraktım tabii ki… Hatta hiç unutmuyorum müdür yardımcımız beni çağırdı.  Bana dedi ki, “Metin seni tebrik ediyorum 100 yıllık okulumuzun en tembel öğrencisi seçtim seni”. Ben üzülmemiştim, çünkü okul okumak gibi bir hevesim yoktu. Yazın hayatınızda İstanbul'da yaşamanın, İstanbul'da okumanın bir etkisi oldu mu? Ben vefa lisesinde sadece bir sene okudum yazar oldum. çünkü öğretmenlerim çok iyiydi. Ben o zaman bunu fark etmiyordum ama sonradan sonraya anladım. Bir gün kendisiyle şişmanlığı yüzünden dalga geçtiğimiz kimya öğretmenimiz bize bir şey söyledi. O laf bana hayat dersi oldu. Dedi ki, “bakın çocuklar siz benle dalga geçiyorsunuz ama benim yetiştirdiğim tüm öğrenciler şu anda TÜBİTAK’ta çalışıyor.”  Ama ben öğretmenlerimin değerini çocuk ruhlu olduğum için anlamadım. Edebiyat öğretmenimiz de çok iyiydi ben kompozisyondan hep 10 alırdım bir gün bana dedi ki, “Metin sen de bir şey var”. Ben onu yine anlamadım ama yıllar sonra o yetenek ben de patlak verdi... Tabii İstanbul’da yaşamanın verdiği bir hayat tecrübesi var. Bunlar hep bende birikmiş. Gözlem yeteneğim de var tabii ki. Yazarlığa  biraz da Allah vergisi demek gerekiyor ama sadece o Allah vergisi yetmiyor çok okumak ve kendinizi geliştirmeniz gerekiyor.  İbrahim Habib Sevük der ki “Sanatçılık yeteneğinin onda biri tanrı vergisidir onda dokuzu alın teridir.” Yetenek olsa bile çalışacaksın kendini geliştireceksin. Çünkü o yetenek köreliyor bir şeyler katmazsanız kendinize. İlk hikayelerimi yazarken bunu erken fark ettim ben. Hocalarım da bana biraz akıl verdiler ve çok ciddi okumalar yaparak kendimi geliştirdim. Balıkesir Zağanos Paşa Camii karşısı GENÇLERE TAVSİYEM: BENİM GİBİ OLMAK İSTİYORSANIZ BENİM YAŞADIKLARIMI YAŞAYACAKSINIZ" Ben Türk Ocaklıyım biliyorsunuz. Bugün Türk Ocakları camiasının yaşayan en büyük romancısı olarak kabul ediliyorum. Bunun en büyük nedeni çok fazla çalışmamdır. 25 yıl mahalle bakkallığı yaparken geceleri çok az uyudum. Bana soruyorlar sen nasıl başardın diye genç yazar arkadaşlar. Ben de diyorum ki, “benim gibi olmak istiyorsanız benim yaşadıklarımı yaşayacaksınız. Ne yapacaksınız 25 yıl boyunca geceleri çok az uyuyacaksınız. Buna cesaretiniz varsa buyurun yazar olun." Öyle oturduğunuz yerden yazar olamazsınız. Az önce ne demiştim Kırım’ı bize altın tepside sunmayacaklar yazarlık da öyle kimse yazarlığı size altın tepside sunmaz siz kendiniz gayret göstereceksiniz. Romanın içerisinde hayat var. Hayatın içerisinde de bütün bilimler var. Dolayısıyla, zamanınızın elverdiği ölçüde tüm bilim alanlarını çalışmak zorundasınız. Çok farklı disiplinlerde okumalar yapan bir yazarsınız. Bunun size iyi bir romancı olma konusunda nasıl bir yardımı dokundu? Bu yetkinliği nasıl kazandınız? Farklı okumalar yapmamın nedeni; bir merak, ikincisi de kaliteli romancı olabilmek için her alanda bilgi sahibi olmam gerektiğini erken fark ettim. O yüzden yıllardan beri farklı alanlarda okumalar yapıyorum hala Edebiyat Teorisi hakkında bilmediğim şeyler var, okudukça karşıma çıkıyor. Neden farklı alanlarda okumalar yapıyorum? Edebiyat derslerinde bunları öğrencilerime anlatırım. Roman ne anlatır? Toplumu anlatır, dolayısıyla sosyoloji çalışmak zorundasınız. Roman ne anlatır? Karakterlerin psikolojisini anlatır, o yüzden psikoloji çalışacaksınız. Hem bireysel hem toplum psikolojisi... Daha özetle anlatmak gerekirse romanın içerisinde hayat var. Hayatın içerisinde de bütün bilimler var. Dolayısıyla, zamanınızın elverdiği ölçüde tüm bilim alanlarını çalışmak zorundasınız. "HEDEFİM DÜNYA ÇAPINDA BİR ROMANCI OLMAK" Bir romancının her alanda çalışması, eserinin seviyesini yükseltir ben de zaten  herhangi bir romancı olmak istemiyorum. Dünya çapında bir romancı olmak istiyorum böyle bir hedef koydum önüme. Hedefim Nobel almak falan değil dünya romancılarıyla yarışabilmek neden böyle bir hedefim var? Çünkü benim hayalim, Türk Birliğini, Turan'ı kurmak. Turan da zaten dünya çapında bir devlet, bir ülke olacağına göre Turan'ın romancıları da dünya çapında romancılar olmalı. Entelektüel savaştır bu. Dostoyevski ile George Orwell ile yarışabilmeliyiz. Türk de adam yetiştirebilir, romancı, yazar, bilim adamı yetiştirebilir dedirtebilmek için onların seviyesine  ulaşmamız gerekir, dolayısıyla çok çalışmak gerekiyor. O yüzden her alanda okumalar yapıyorum. Türk romancısı kıyıda köşede kalmış alelade bir romancı olmamalı. Biz de Dostoyevski, G. Orwell yetiştirmeliyiz. METİN SAVAŞ'IN HAYATINDA YER EDİNEN TÜRK VE DÜNYA EDEBİYATINDAN İSİMLER Yine klasik olacak ama hem Türk edebiyatında hem de dünya edebiyatında hayatımda yer edindiği dediğiniz yazarlar kimler?  Pek çok yazarı okudum ama bir kaç tanesi öne çıkıyor. Dünya edebiyatında Dostoyevski. Onu, Tolstoy'dan daha çok severim, hatta üstadım derim beni çok fazla etkilemiştir. George Orwell'a özel bir ilgim var. Zaten Orwell’ın 1984 romanı hakkında bir çalışma da yaptım çözümleme kitabım var. Onun haricinde Victor Hugo'ya hayranımdır. Hugo, Türk düşmanıdır ama o kendi şartları içerisinde öyle olmak durumundaydı tabii ki. Türk Edebiyatında, Ahmet Hamdi Tanpınar’ı saymadan olmaz. Peyami Safa’nın ben de özel bir yeri vardır çünkü onun hayat hikayesiyle benim hayat hikayem arasında çok fazla benzerlikler var. Onu sonradan biyografisini çalışınca fark ettim. ben Fatih'te büyüdüm Peyami Safa'nın Fatih- Harbiye romanında anlattığı muhit benim oturduğum muhitti. Benim onunla duygusal bir bağım var anlatırsam uzun sürer. Oğuz Atay üstadlarım arasındadır. Ve tabii ki Nihal Atsız olmazsa olmazlarımızdandır. Kırım deyince aklınıza gelen ilk üç şey nedir? Travma aklıma geliyor. Sürgün travması. Kırım hakkında bir roman yazarsam bahsetmiştim bu travmayı anlatmak istiyorum o yüzden ilk aklıma gelen bu. Salgır Nehri'ni ve Bahçesaray'ı hiç görmedim ama çok görmek istediğim bunları sayabilirim. Bir hayalim de şu, espri mahiyetinde söylerim hep Kırım’a gidip bir Tatar kızıyla evlenmek isterdim.  Türk dünyası deyince... Tabii ki, ilk olarak Turan aklıma geliyor. Hedefim o çünkü, kişisel hedefim. Kimisi küçümseyebilir bunu. Aşırı hayalcilik olarak görebilir bunu ama olsun. Ne fark eder ki, nasıl olsa ölmeyecek miyiz?  Hayalci olmak kötü bir şey değildir. Tabii ki gerçekçi de olmak gerekir. Bir ayağımız gerçekçiliğe basacak, bir ayağımız da hayalci olmalı ki hedeflerimiz uğruna gidelim. Semerkand ikinci, orayı hep görmek isterim. Oradaki medreseleri … Hatta bir yönetmen arkadaşımız bana sordu; nasıl bir film çekilmesini arzu edersin? Uluğ Bey Rasathanesi demiştim. Mesela İngilizler bir film çektiler; filmin konusu Oxford sözlüğüydü. Onun nasıl hazırlandığı ile ilgili. Ne kadar enteresan? Ben de yönetmene dedim ki; Oxford sözlüğünün filmi bile çekiliyor, biz de Uluğ Bey rasathanesini çekmeliyiz. Biz de böyle enteresan şeyler yapmalıyız ki bunlar bize özgüven sağlıyor. Biz de mesela meşhur kitaplarımız hakkında, Kutadgu Bilig hakkında, Piri Reis haritası hakkında filmler çekebiliriz. Siz böyle bir roman yazsanız aslında… Evet böyle bir planım var. ABD ve ya Avrupa casusluk filmlerinde bir Berlin'e bir Prag'a oradan Roma’ya geçiyor. Biz de böyle bir kurgu planlayabiliriz.  Bir Türk casusu Kaşgar’dan yola çıkar Özbekistan’a uğrar oradan Kırım’a geçer. Kırım'dan Anadolu'ya oradan da Balkanlara geçer aynı filmin içerisinde Türk dünyası mekanları geçebilir… Anadolu'yu gezmek lazım. Ben Urfa'da bir Osman Beg'i tanıdım ama Anadolu'da belki ondan binlercesi var. "URFA'DA TANIŞTIĞIM 103 YAŞINDAKİ OSMAN BEG..." Son kitap çalışmalarınızdan bahsedersek Metin Savaş okurlarını yakın dönemde hangi kitaplar bekliyor? Bu röportajı yapmadan önce uzun bir yolculuğa çıkmıştım yedi gün sürdü. Urfa Türk Ocağının kurucu başkanı Mehmet Avcılar hocamızla beraber yola çıktık. Balıkesir'den Urfa'ya gittik. Hedefimiz, Urfa'daki Karakeçili köylerini ziyaret etmekti. Urfa Karacadağ’da bir dağ köyüne gittik. Karakeçili Türkan aşiretine mensup bir köydü. O köyde bir kaç saat geçirdik. İki dilliler, Türkçe ve Kürtçe konuşuyorlar. Karacadağ bölgesinde Türkan aşiretine bağlı 50’ye yakın köy varmış. Ben yoldaki anılarımı, Karakeçili aşiretiyle ilgili izlenimlerimi dergilerde yazacağım. İnşallah ileride bunu kitaplaştıracağım. Ben Urfa’daki o köye varır varmaz şöyle dedim: Ben Balıkesir’den geliyorum. Karakeçiliyim. 1500 km ötedeki akrabalarımı görmeye geldim. Bana Ertuğrul Gazi’yi sordular. PKK ile savaşan bir aşiret zaten 50 köyden 100 şehit verdik dedi. Yine bölgede başka bir aşiret tek başına 300 şehit vermiş. Batıdan o topraklara bakınca bazı önyargılar oluyor. Bu önyargıları kırmak için gidip görmek lazım. Güneydoğu Anadolu'nun Türkmen bölgesi olduğunu çok net bir şekilde gördüm. Tabii çok köklü bir kültür var. Orada çok yaşlı 103 yaşında bir "Osman Beg" ile tanıştım. Kendisine ısrarla Osman Beg dedirtiyor çünkü ben bir bey torunuyum diyordu. Bu 103 yaşındaki adam bana Türk tarihinin 1000 yıl öncesini anlatıyor. Bey soyundanmış zaten. Ne anlatıyor? Ağzından çıkan kavramların bir çoğunun anlamını bilmiyor ama ben onun sözlerini Oğuz Kağan Destanı'ndan biliyordum. O sözlü hafıza sayesinde unutulmamış. Bana bir kelime söyledi anlamı ne dedim bilmiyorum dedi. Ben ona dedim ki senin bu söylediğin kelime Oğuz Kağan Destanı'nda geçiyor. Köylüler de şaşırdı buna onlar zannediyorlarmış ki bu 103 yaşındaki Osman Beg'in anlattıkları masaldır. Ama halbuki gören bilen bir göz için bu sözler çok anlamlı, sözlü kültürle taşınmış çok kadim gerçekler. Tarih kitaplarının yazmadığı gerçekler. Anadolu'yu gezmek lazım. Ben Urfa'da bir Osman Beg'i tanıdım ama Anadolu'da belki ondan binlercesi var. Röportaj için çok teşekkür ederiz Metin Bey, okurlarınızın yeni dönemde dolu dolu kitaplar bekliyor o halde... Kırım Haber Ajansına çok teşekkür ediyorum. Keşke Kırımlı Elif Ninem hayatta olsaydı da bu röportajı onunla yapsaydınız. Eminim size çok güzel şeyler anlatırdı. METİN SAVAŞ KİMDİR? Balıkesir’de, kalabalık ve nispeten varlıklı, klasik bir taşra ailesinin içinde doğdu. Beş yaşındayken ailesiyle birlikte İstanbul’a yerleşti. Sırasıyla; Fatih İlkokulu, Muallim Yahya Efendi İlkokulu, Çavuşoğlu Özel Koleji ve Gelenbevi Ortaokulu gibi farklı okullarda eğitim gördü. Lise öğrenimini Vefa Lisesindeyken yarıda bırakarak çalışma hayatına atılmak zorunda kaldı. Çocukluk ve gençlik yıllarını hem Samiha Ayverdi’nin yaşadığı, hem de Peyami Safa’nın Fatih-Harbiye’sinin mekânlarından biri olan İstanbul’un Fatih ilçesinin Çarşamba semtinde geçirmiştir. Askerlik görevi öncesinde Lâleli semtindeki tek yıldızlı bir otelde komilik ve garsonluk yaptı. Vatani görevini Kütahya, İzmir ve Konya’da ifa etti. Babasının iş dünyasında karşılaştığı güçlükler nedeniyle doğduğu yer olan Balıkesir’e ailesiyle beraber askerlik sonrasında geri döndü. 1988-2012 tarihleri arasında Balıkesir çarşısında yirmi dört yıl boyunca aile mesleği olan mahalle bakkallığı yaparak geçimini sağladı. Metin Savaş’ın dedesi, dedesinin babası, büyük dayısı ve küçük amcası hep bakkaldır. Bu meslek Metin Savaş’ı yazarlık serüvenine içten içe hazırlayan unsurlardan biri olmuştur. Nitekim ileride yazacağı romanlarının kurgularına esnaflık sayesinde tanıdığı kendi müşterilerinin şahsiyetlerini veya hikâyelerini kırık dökük de olsa yansıtacaktır. Sanatçı, 2012 yılının son ayında bakkal dükkânını kapatarak kendisini bütünüyle kitap okumaya ve romancılık serüvenini sürdürmeye adadı. Kaleme aldığı eserlerle çeştili ödüller aldı. 1995 yılında Türk Edebiyatı Vakfı’nın düzenlediği Ömer Seyfettin Hikâye Yarışması’nda Ninemin Türküleri adlı kısa öyküsüyle mansiyon ödülüne lâyık görüldü. 1998 yılında Orkun dergisinin tertiplediği makale yarışmasında ikincilik aldı. 1999 yılında İstanbul Tuzla Belediyesi’nin açmış olduğu roman yarışmasında Efendi Dayının Kozalakları adlı ilk romanıyla birinciliği Ahmet Kekeç’le paylaştı. Zemheri Kuyusu adlı romanı Türkiye Yazarlar Birliği Roman Ödülüne değer bulundu. Erlik romanına ESKADER (Edebiyat, Sanat ve Kültür Araştırmaları Derneği) roman armağanı verildi. 2014 yılındaysa “Türk romanına yaptığı katkılar” gerekçesiyle Türk Ocakları Genel Merkezi tarafından Ayvaz Gökdemir Edebiyat Ödülüyle taltif edildi. Hiç evlenmemiş olan Metin Savaş hâlen memleketi Balıkesir’de ailesiyle birlikte yaşamakta ve edebiyat ile ilgili çalışmalarını sürdürmektedir. Metin Savaş'ın Ötüken Neşriyat'tan çıkan eserlerine ulaşmak için tıklayınız.

En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.