SON DAKİKA
Hava Durumu
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

#Çalıştay

QHA - Kırım Haber Ajansı - Çalıştay haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, Çalıştay haber sayfasında canlı gelişmelerle ulaşabilirsiniz.

“Yerlilik ve Ulusötesilik: Kırım Tatarlarının Zorla Yerinden Edilmesi ve Ulusötesi Yaklaşımların Zorlukları” isimli çalıştay tertip edildi Haber

“Yerlilik ve Ulusötesilik: Kırım Tatarlarının Zorla Yerinden Edilmesi ve Ulusötesi Yaklaşımların Zorlukları” isimli çalıştay tertip edildi

Carleton Üniversitesi Avrupa, Rusya ve Avrasya Çalışmaları Enstitüsü (EURUS), 5 Mayıs 2025 tarihinde “Yerlilik ve Ulusötesilik: Kırım Tatarlarının Zorla Yerinden Edilmesi ve Ulusötesi Yaklaşımların Zorlukları” konulu çevrim içi bir çalıştay düzenledi. Ukrayna, Türkiye Cumhuriyeti, Kanada, Almanya, Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Avusturya ve Polonya'dan akademisyen ve uzmanları bir araya getiren çalıştayda; yerinden edilmenin Kırım Tatarlarının milli anlayışlarını, kimlik politikalarını ve benliklerini şekillendirmedeki etkisi ele alındı ve ulusötesiliğin etno-kültürel adalet, kimlik inşası, kurumsal oluşum ve küresel aktivizm süreçleri incelendi. Çalıştayın oturum başkanlıkları; Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi (ASBÜ) Dr. Öğretim Üyesi Filiz Tutku Aydın Bezikoğlu ve Carleton Üniversitesi Rusya ve Avrasya Çalışmaları Enstitüsü (EURUS) Öğr. Üyesi Prof. Dr.  Malina Nikolko tarafından yapıldı. “KIRIM TATARLARININ UKRAYNA’YA BAĞLILIĞI KENDİ TERCİHLERİDİR” Çalıştayın birinci paneli, “Sınırlar Yoluyla Yerlilik: Kırım Tatarlarının Yerinden Edilmesi, Hafızası ve Ulusötesi Aidiyeti” başlığıyla düzenlendi. Carleton Üniversitesi EURUS Başkanı Doç. Dr. Paul Goode’nin sunuculuğunu üstlendiği panelde; Viyana İnsan Bilimleri Enstitüsü (IWM) Avrupa Diyaloğunda Ukrayna programında görevli olan Araştırma Görevlisi Mariya Şınkarenko, “Yerli Benliği ve Sınırları: Kırım Tatarları ve Kimlik Politikası” konulu bir sunum yaptı. Şınkarenko, Kırım Tatarlarının yerli halk olarak tanınmasının sadece kimlik değil, aynı zamanda toprak üzerindeki meşruiyetle doğrudan ilişkili olduğunu vurguladı. Şınkarenko, Rusya’nın Kırım Tatarlarını yerli halk olarak tanımamasının, bu nedenle politik bir tercih olduğunu söyledi. Kırım Tatarlarının Ukrayna’ya olan bağlılığını da yerli kimliğin bir parçası olarak tanımlayan Şınkarenko, “Devlete duyulan güven yerli kimliğe zarar vermek yerine, onu destekleyen bir unsur olarak ortaya çıkıyor. Bu sadakat, yukarıdan dayatılmamış; Kırım Tatarlarının kendi tercihi olmuştur” ifadelerini kullandı.  Bireysel yerli kimliğin sınırlarına da dikkat çeken uzman isim, kolektif kimlik kadar bireysel siyasî aidiyetlerin de önemli olduğunu belirtti. Öte yandan; Kırım’da işgalci Rus yönetimini destekleyen bireylerin yerli Kırım Tatarı olarak tanımlanıp tanımlanamayacağının da toplum içinde tartışma konusu olduğunu kaydetti. “YASAKLAR TOPLUMSAL HAREKETLİLİĞİ SINIRLANDIRIYOR” Avrupa Azınlık Sorunları Merkezinden Doç. Dr. Elmira Muratova, “Tehlike Altındaki Yerli Kimlik: Yerinden Edilme ve İşgal Bağlamında Kırım Tatarları” konulu bir sunum yaptı. Muratova, Rusya'nın izlediği politikaların Kırım Tatarlarını siyaset alanından uzaklaştırdığını ve marjinalleştirmeyi amaçladığını ifade etti. Kırım Tatarlarının bu yoğunlaşan kimlik sorununu algılamalarında birkaç önemli faktör olduğunu vurgulayan Muratova, bunlardan ilkinin, Kırım Tatarlarının meclis ve temsilci organlarına getirilen yasaklar olduğunu söyledi. Muratova, “Bu yasaklar, Kırım Tatarlarının sesini duyurabileceği en önemli platformlardan birini ortadan kaldırdı” diyerek bu durumun, Kırım Tatarlarının toplumsal hareketliliğini sınırladığını vurguladı. Ayrıca, Covid-19 sonrası dönemde Kırım Tatarları üzerinde Kremlin güdümündeki müftülük ile iş birliği yapmaları yönünde baskıların arttığını söyleyen Muratova, “Bu tür baskılar, Kırım Tatarlarının kültürel ve dinî kimliklerinin korunması adına karşılaştıkları büyük bir engeli teşkil ediyor” dedi. Kırım Tatarlarının yerli statülerinin reddedilmesine de değinen Muratova, Rusya'nın resmî belgelerinde dahi Kırım Tatarlarının "Kırım'daki millî azınlıklardan biri" olarak tanımlandığını belirtti. Muratova, "Rus yetkililer, Kırım Tatarlarının yerli halk olarak tanınması gerektiğini kabul etmiyor ve bunun yerine farklı tarihsel ve kültürel argümanlarla Kırım'da yerli halk olmadığını savunuyorlar" şeklinde konuştu. Sovyet sonrası dönemde Kırım Tatarlarının kimlik sorunlarına vurgu yapan Muratova, 2014’teki işgalin, bu sorunu daha da derinleştirdiğini belirtti. Muratova, “Rusya yönetimi altındaki süreç, bu kimlik krizi ve kültürel erozyonu hızlandırdı” diyerek; Rusya’nın izlediği kültürel baskı politikalarının Kırım Tatarlarının kimliğini zayıflattığını vurguladı. PUTİN RUSYASI, TARİHİ NASIL ÇARPITIYOR? İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi, Siyasî Tarih Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Makbule Didem Buhari ve Dr. Hasan Işıklı “Vatanı Geri Kazanmak, Hafıza Yerlerini Yeniden İnşa Etmek: Kırım Tatar Yerli Topluluğunun Esneklik Stratejileri” konulu bir sunum gerçekleştirdi. Sunumda; 18 Mayıs 1944 Kırım Tatar Sürgünü ve Soykırımı sonrasında evlerine dönen Kırım Tatarlarının evlerini ve yaşamlarını yeniden inşa etme süreci ele alındı. Bununla birlikte Buhari, 2014’te Rusya’nın Kırım’ı işgal etmesiyle birlikte mekan ile aidiyet arasında ciddi bir kopuşun yaşandığını ifade etti. Putin rejiminin uygulamaları nedeniyle dilin ve kültürel ifadelerin ciddi şekilde kısıtlandığını belirten Dr. Işıklı ise, bu durumun Kırım Tatar kimliğini Rus-Kırım çatışmasında görünür ama kırılgan bir aktöre dönüştürdüğünü vurguladı. Kimlik inşasında Sovyet dönemi modernist yaklaşımının baskı, dışlanma ve kültürel silinme ile sonuçlandığı belirtilen sunumda, şu an ise geçmişin postmodern bir yaklaşımla “festivalleştirilerek” yeniden üretildiğini, tarihin Ruslar tarafından bilinçli bir şekilde çarpıtıldığını söyledi. Öte yandan Buhari, Kırım Tatarlarının kültürel miraslarını korumak ve yaşatmak için “görelileştirme, uyum, melezleşme ve dönüşüm” olmak üzere dört strateji izlediğini ifade etti. Buhari, bu stratejiler çerçevesinde Kırım Tatar diasporasının geleneksel müzik, sembol, ritüel ve kıyafet gibi unsurları koruyarak kimliğini yaşattığına dikkat çekti. “KIRIM TATARCA SİSTEMATİK OLARAK YOK SAYILIYOR” McMaster Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Alina Dochu, “Kırım'ın İlhakı ve Rusya'nın Ukrayna'ya Açtığı Savaş Sonrasında Sürgün Yerlerinde Yaşayan Yerli Kırım Tatarlarının Dil Hakları” başlıklı sunumunda Kırım Tatarlarının karşı karşıya olduğu hak ihlallerine dikkat çekti. 2014’te Kırım’ın Rusya tarafından işgal edilmesinden bu yana dil ve eğitim alanında yaşanan gelişmeleri değerlendiren Dochu, Kırım Tatarcanın Kırım’da yalnızca sembolik düzeyde tanındığını vurguladı. “Kırım’da okullarda Rus müfredatı kullanılmaya devam ediliyor. Bu da çocukları Rus askerî propagandasına açık hâle getiriyor” diyen Dochu, Kırım Tatarcanın da okul öncesi eğitimin de tamamen yok sayıldığını kaydetti.  Medya alanında da benzer bir tablo olduğunu belirten Dochu, Avrupa Konseyi verilerine göre; Kırım'da 2014'ten 2022’ye kadar Kırım Tatar medyasının yüzde 90’ının kapatıldığını ifade etti. “ATR televizyon kanalı, Maidan radyo istasyonu, çocuk TV kanalları, Kırım Haber Ajansı, Avdet ile Kerem gibi dergiler yasaklandı. Yerlerine, Rusya'nın sıkı kontrolü altındaki medya organları getirildi” dedi. Dochu; bir halkın kendi dilinde var olma hakkının sistematik biçimde yok sayıldığını vurgulayarak, uluslararası topluma dil hakları konusunda daha güçlü savunuculuk çağrısı yaptı. Bununla birlikte Dochu, Ukrayna’da, Türkiye’de ve Kanada’da Kırım Tatarcanın korunması adına yapılan çalışmalardan bahsetti. “BUGÜN KIRIM’DA YAŞANAN SÖMÜRGECİLİKLE ÖZDEŞTİR” Kıyiv-Mohıla Akademisi Milli Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Martin-Oleksandr Kislı, “Rus İmparatorluğundan Rus İşgaline: Kırım Tatarları ve Yerinden Edilmenin Kolonyal Politikası” başlıklı sunumunda; Kırım Tatarlarının tarihsel olarak sürekli bir tehdit altında yaşadığını ve şu anda da zulüm, baskı ve tutuklamaların devam ettiğini belirtti. Kislı, sosyal medyada sıkça 1944’teki sürgün ve soykırım ile 19. yüzyıldaki olayların paralellik gösterdiği yorumlarının yapıldığını, ancak bugün Kırım Tatarlarına yönelik zulümlerin kökenlerinin çok daha derinlere dayandığını vurguladı. Ukraynalı tarihçi, "2014’ten bu yana Rusya'nın işgali altındaki Kırım Tatarlarının karşılaştığı zulüm, 1783’te Rus İmparatorluğu'nun Kırım’ı işgal etmesiyle başlayan köklü sömürgeci uygulamalarla özdeştir" dedi. Bu tarihsel sürekliliğin, yerli Kırım Tatar topluluğunu marjinalleştirme, kültürel olarak silme ve demografik dönüşüm yaratma amacını taşıdığını ifade etti. 1783'te Kırım'ı işgal eden Çariçe Katerina ve Potemkin'in burayı bir "uygarlaştırma misyonu" olarak tasarladığını belirten tarihçi; bu misyonun, yerli halkın, yani Kırım Tatarlarının yok edilmesini gerektirdiğini söyledi. Uzman, "Bugün ise, çağdaş Rus yetkililer Kırım’ı Rus toprağı olarak tanımlayarak, Kırım Tatarlarını aşırılıkçı ve terörist olarak etiketleyerek onları marjinalleştiriyorlar. Böylece, zulümlerini meşrulaştırmaya çalışıyorlar" diye konuştu. RUS PROPAGANDASI DURMADAN DEVAM EDİYOR 2014 yılında Kırım Tatarlarının tarihi anma günlerinin yasaklandığını ve 18 Mayıs gibi önemli tarihlerde anma toplantılarının engellendiğini ifade eden Kislı, bu yasakların sürgün anılarını tazelediğini söyledi. Tarihçi, "Bugün, bu anılar, Kırım Tatarlarının kimliklerini koruma mücadelesinin bir parçası hâline gelmiştir" dedi. Kislı, Rusya'nın şu anki propagandasının; Kırım Tatarlarını "kendi kendini yönetemez" veya buna "layık olmayan" bir halk olarak tasvir ettiğini ve bu söylemin, Rus yönetiminin Kırım üzerindeki kontrolünü meşrulaştırmak için kullanıldığını belirtti. Çalıştayın ikinci paneli ise, “Mekân ve Zaman Boyunca Ulusötesi Bağlantılar: Ulusötesi Bir Çerçevede Kimlik, Sömürgecilik ve Adaletin Kuramsallaştırılması” başlığı altında gerçekleşti. Panelin moderatörlüğü, Carleton Üniversitesi Avrupa, Rusya ve Avrasya Çalışmaları Enstitüsü ve Rusya Çalışmaları Kürsüsü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Jeff Sahadeo tarafından yapıldı.  İKİNCİ PANEL ZAMAN VE MEKÂNA ODAKLANDI Panelde; Michigan Üniversitesi Kültürel Antropoloji Bölümü Öğretim Üyesi Greta Uehling, “Zaman ve Mekân Boyunca Ulusötesilik ve Yerlilik: Ulusal ve Sömürgeci Mirasları Somutlaştırmak ve Bunlar Üzerinde Yön Bulmak”, McMaster Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesi Öğr. Üyesi Prof. Dr. Vic Satzewich “Ulusötesiciliğin Anlamı ve Önemi Üzerine Düşünceler: 20 Yıl Sonra”, ASBÜ Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Şebnem Akçapar, “Mültecilerin Karar Alma Süreçlerindeki Faktörler: Kırım Tatarları ile Ukrayna'daki Ahıska Türklerinin Karşılaştırılması”, Kanada Ukrayna Araştırmaları Enstitüsü Doktora Öğrencisi Nara Narimanova “Kırım Tatarlarının Zorunlu Göçü, Kırım Tatar Toponimi ve Kolonizasyonu”, ASBÜ Dr. Öğretim Üyesi Filiz Tutku Aydın Bezikoğlu ise “Yerli Kırım Tatarlarının Etno-Kültürel Adalet Taleplerinin Ulusötesileştirilmesi” başlıklı sunumlarını gerçekleştirdi. PROF. DR. MAGOCSİ’DEN ÇOK YÖNLÜ FİKİR PAYLAŞIMLARI İkinci panelin sonunda Toronto Üniversitesi Ukrayna Araştırmaları Başkanı Prof. Dr. Paul Robert Magocsi, “Ukrayna Büyük Güney Savaşını Kazanıyor” konulu bir sunum gerçekleştirdi. Magocsi, Rusya ile Ukrayna arasında devam eden topyekun savaşı değerlendirerek; bölgede kalıcı barıştan ziyade en iyi ihtimalle geçici ateşkeslerin mümkün olduğunu söyledi. Magocsi, “Karada ve havada ölümcül askerî çatışmalar, soğuk savaş, karma savaş ve gizli gerilla savaşı. Bu koşullar altında Rusya ile Ukrayna arasında sadece ara sıra ateşkes dönemleri görülebilir” dedi. Barış ihtimalinin zayıf olduğunu vurgulayan Magocsi, “Bu nedenle aldatıcı bir barıştan ziyade, tüm tarafların umut edebileceği en iyi sonuç bir ateşkestir” ifadelerini kullandı. Magocsi, Ukrayna’nın dış politika yönelimine dair eleştirilerde de bulundu. “Ukrayna ve liderleri ABD'ye güvenmemeli” diyen Magocsi, bunun ABD’nin halkının kötü niyetli olmasından değil, büyük güçlerin doğası gereği sadece kendi çıkarları doğrultusunda hareket etmesinden kaynaklandığını belirtti. Magocsi, “19. ve 20. yüzyılın başlarında Fransa ve Britanya ne yaptıysa, şimdi ABD, Rusya ve Çin aynı şekilde davranıyor. Büyük güçler her zaman kendi çıkarlarıyla ilgilenmiştir.” dedi. “UKRAYNA DÜNYANIN EN DENEYİMLİ ORDULARINDAN BİRİ OLDU” ABD ve Ukrayna arasında imzalanan mineral anlaşmasına da değinen Magocsi, bazılarının bu anlaşmayı bir teslimiyet olarak değerlendirdiğini belirterek; bu fikre katılmadığını vurguladı. Ukrayna’nın hâlihazırda büyük bir zafer kazandığını söyleyen Magocsi, “Ukrayna yalnızca ayakta kalmadı; aynı zamanda etnik kökeni, dili ya da dini ne olursa olsun vatandaşlarını bir araya getiren sivil bir ulus devlet hâline geldi” ifadelerini kullandı. Ukrayna’nın askerî kapasitesine dikkat çeken Magocsi, “Ülke, dünyanın en deneyimli ordularından birine sahip hâle geldi. ABD’liler, İngilizler ya da Çinliler en son ne zaman konvansiyonel bir kara savaşına girdiler?” diyerek Ukrayna’nın savaş sahasında edindiği özgün deneyime işaret etti. Bu kazanımların ardından bir ateşkesin gerekli olduğunu dile getiren Magocsi, Ukrayna’nın bu nefes alma sürecini askerî sanayisini genişletmek ve nükleer cephaneliğini yeniden inşa etmek için kullanabileceğini savundu. “DÜNYA UKRAYNA’NIN AVRUPA’NIN BİR PARÇASI OLDUĞUNU KABUL ETTİ” Ateşkesin Ukrayna’nın topraklarından vazgeçmesi anlamına gelmediğini belirten Magocsi, “Doğu, Güney ve Kırım geçici olarak Rus işgali altında kalabilir. Ancak bu, nihai sonuç değil. Gelecekte başka bir gün, başka bir fırsat doğacaktır.” dedi.  Ukrayna’nın son on yılda kazandığı bir diğer zaferin de kimliksel farkındalık olduğunu dile getiren Magocsi, “2014 öncesinde dünya kamuoyu Ukrayna’yı ya tanımıyordu ya da onu Rusya’nın bir parçası gibi görüyordu. Artık durum böyle değil. Ukraynalılar Avrupa’nın bir parçası olduklarını tüm dünyaya kabul ettirdiler.” dedi. Magocsi, Ukrayna’nın geleceğinin Avrupa’da olduğuna dikkat çekerek, “Avrupa liderleri, bazı istisnalar dışında, Ukrayna’nın bir Avrupa ülkesi olarak savunulması gerektiğini artık biliyor.” dedi. Asıl odak noktasının Avrupa olması gerektiğini savunan Magocsi, ABD’yi “güvenilmez” olarak nitelendirdi. Prof. Dr. Paul Robert Magocsi, "Hem hükûmetlerin hem de dünya kamuoyunun Ukrayna’ya maddi, askerî ve manevi destek sağlamalıdır. Ukrayna zaten Avrupa’ya aittir. Ve AB’nin de parçası olmalıdır.” dedi. KIRIM TATARLARININ ZORUNLU GÖÇLERİ AKADEMİDE DİKKAT ÇEKİYOR Sonrasında “Yerinden Edilme, Aidiyet ve Ses: Kırım Tatar Transnasyonalizmi Üzerine Perspektifler” üzerine bir tartışma oturumu yapıldı. Oturumun sunuculuğu, Alberta Üniversitesi Sanat Fakültesi Modern Diller ve Kültürel Çalışmalar Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Natalya Hanenko-Friesen tarafından üstlenildi. Oturumda; Kırım Tatar Millî Meclisi (KTMM) Üyesi ve Şefika Gaspıralı Uluslararası Kadın Birliği Başkanı Prof. Dr. Gayana Yüksel “Rusya'nın Tam Kapsamlı İşgali Sonrasında Kırım Tatarlarının Zorla Yerinden Edilmesi: Göç Dinamiklerinin İncelenmesi” üzerine bir sunum gerçekleştirdi. Yüksel sunumunda, Kırım’ın 2014’teki işgali ve 2022’de başlayan Rusya’nın Ukrayna’ya karşı topyekûn savaşıyla hız kazanan Kırım Tatar göç dalgalarını mercek altına alan araştırmalarının ilk bulgularını paylaştı. Yüksel, çağdaş sosyoloji, demografi ve kültürel çalışmaların en güncel konularından birinin zorunlu göç meselesi olduğunu vurgulayarak, “Bugün medyada sıkça yer bulan bu konu, Kırım’ın işgali ve ardından gelen savaş ortamında Ukrayna vatandaşlarının, özellikle de yerli halk olan Kırım Tatarlarının zorunlu göçü bağlamında büyük önem taşıyor.” dedi. “ZORUNLU GÖÇ, ÇAĞDAŞ SOSYOLOJİNİN MERKEZİNDE” Yüksel, araştırmalarının odağında; Kırım Tatarlarının göç etme nedenleri, coğrafi dağılımları, yeni ülkelerdeki uyum zorlukları ve kimliklerini koruma yollarının bulunduğunu ifade etti. Bu kapsamda üç aşamalı bir alan araştırması yürütüldüğünü belirten Yüksel, çalışmanın ilk aşamasında Almanya, İrlanda, Türkiye, Kanada, ABD, Belçika ve Birleşik Krallık’tan 35 Kırım Tatarı ile elektronik anket gerçekleştirdiklerini bildirdi. Yüksel, “Görüşmelerimizde göçün başlıca nedenleri arasında çocukların geleceğiyle ilgili endişeler ve Rusya’nın işgaline yönelik reddetmeler öne çıkıyor. 2014’teki işgali kabul edemeyen katılımcılar, güvenlik tehdidi, siyasî baskı ve işgalci otoritelerin zulmü nedeniyle evlerini terk etmek zorunda kaldıklarını belirtiyor” şeklinde konuştu. Zorunlu göçün beraberinde önemli kültürel ve sosyal sorunlar da getirdiğine dikkat çeken Yüksel, “Katılımcıların büyük çoğunluğunun yeni bir dile uyum sağlamakta zorlandıklarını, iş bulmakta sıkıntı yaşadıklarını ve yaşadıkları toplumla kültürel farklılıklar nedeniyle uyum süreçlerinin yavaş ilerlediğini belirtti. Bununla birlikte millî kimliklerini koruma mücadelesi, özellikle diasporadaki genç nesiller açısından kritik bir mesele olarak öne çıkıyor.” değerlendirmesini yaptı.  ARAŞTIRMANIN ODAĞINDA KİMLİK, COĞRAFYA VE UYUM SORUNLARI VAR Yüksel; araştırmanın nihai hedefinin; Kırım dışında yaşayan Kırım Tatarlarının kültür, dil ve dini sürekliliği nasıl sağladığına odaklandığını vurguladı. Prof. Dr. Yüksel, araştırma bulgularının politika belirleyicilere iletileceğine dikkat çekti. Yüksel, “Bugün karşı karşıya olduğumuz durum, sadece fiziki bir göç değil aynı zamanda ulusal hafızanın, kimliğin ve kültürel aktarımın da yerinden edilmesidir. Bu yeni sürgün biçimini doğru analiz edemezsek; gelecekte Kırım Tatar halkının kültürel varlığı ciddi bir tehlike ile karşı karşıya kalabilir” diyerek sunumunu bitirdi. “SÜRGÜNLER, HALKIN ARASINDAKİ BAĞLARI PARÇALIYOR” Dünya Kırım Tatar Kongresi Üyesi (DQTK), KTMM ABD Temsilcisi Ayla Bakkallı, “Kırım Tatar Feminist Bakış Açısıyla Transnasyonalizm/Hareketlilik Üzerine Düşünmek” isimli sunumunda, Kırım Tatarlarının tarihsel ve güncel yerinden edilme süreçlerine dair bir değerlendirme yaptı. Bakkalı, Kırım Tatar halkının deneyiminin ancak ulusötesi feminist bir bakış açısıyla kavranabileceğini belirtti. Bu bakımdan “vaziyet” kelimesine vurgu yapan Bakkalı, “Kırım Tatarlarının durumu benzersiz bir vaziyet. Bu halkın hikâyesini tanımlarken kullanılan kavramlar; ulusötesilik, yerlilik, hareketlilik ve yerinden edilme, birbirinden ayrılmaz bir şekilde iç içe geçmiş durumda.” dedi. Aynı zamanda Bakkalı, sürecin yalnızca fiziksel zorunlu göçlerle sınırlı olmadığını, halkın arasındaki bağların parçalanması, yabancılaşma, ekonomik ve siyasal sistemlerdeki kırılmalarla birlikte düşünülmesi gerektiğini ifade etti. "SÜRGÜN KIRIM TATARLARI İÇİN BİR NORM HÂLİNE GELDİ" Bakkallı, “1944’te kitlesel sürgünle birlikte mülteci olduk, ama sürgün, sıradan yerinden edilmeden farklıdır. Sürgün, vatana ve dönüş umuduna sıkı sıkıya bağlıdır.” dedi. Kırım Tatarlarının 1991'de Sovyetler Birliği'nin çöküşünün ardından ana yurtlarına geri dönmesini, “umuda karşı bir dönüş” olarak nitelendirdi. Öte yandan bugün işgal altındaki Kırım Tatarlarının hareketten yoksun, izolasyon ve yabancılaşmayla çevrili bir gerçeklikte yaşadığını vurgulayan Bakkallı, “Bu mücadele ve belirsizlik hali artık ironik biçimde bir norm haline geldi. Sürekli krizle baş başa kalıyoruz.” ifadelerini kullandı. Kırım Tatarlarının vatanlarından sürülmelerini anlamlandırmak için mevcut siyasal analizlerin yetersiz kaldığını belirten Bakkallı, "Çatışma yer değiştirirken biz neden yerimizden ediliyoruz? Savaş, rejimlerin bir yönetim aracı hâline geldi. Bu noktada, ulus-devleti merkez almayan, Kırım Tatarlarının kendi içgörülerine dayanan bir kavramsal çerçeveye ihtiyaç var.” dedi. “KADINLAR SES TAŞIYOR, SINIRLI ULUS ANLATISINI ÇATLATIYOR” Konuşmasında ulusötesilik ve feminizm ilişkisine de değinen Bakkallı, kadınların deneyimlerinin, kapalı ulus tanımlarında çatlaklar yarattığını söyledi. Bakkallı, “Kadınlar, topluluklar arasında ses taşıyor. Bu hem özgürleştirici bir potansiyel hem de yerleşik ulus-toplum anlayışını analitik olarak sorgulatan bir zemin.” dedi. ÇALIŞTAYDA KIRIM AİLESİ DE YER ALDI Kırım Ailesi kurucusu Anife Kurtseitova “Sınır Tanımayan Sesler: Kırım Tatar Kültürel Direnişi ve Kamu Diplomasisi” başlıklı konuşmasına; kurumun Özbekistan’daki sürgün döneminden itibaren yaşadıklarını anlatarak başladı. Kendisinin Herson bölgesinde dünyaya geldiğini belirten Kurtseitova, ailesinin Sovyet yönetimi tarafından Kırım’a dönmesine izin verilmediğini, bu nedenle Kırım’a en yakın bölge olan Herson’da yaşamayı tercih ettiklerini söyledi. “Doğduğum günden beri sadece Ukrayna vatandaşlığımız vardı.” diyen Kurtseitova, 1987’de ailesiyle birlikte Kırım’a döndüklerini, ancak orada da baskıların devam ettiğini ifade etti. “MİLLÎ ÇIKARLAR ORTAK HEDEFTİ” Anife Kurtseitova, “Market alışverişi yapmak bile bir nefrete maruz kalmak demekti. Elektriğimiz yoktu. İnsanlar Kırım'da hayatta kalamayacağımızı, geri dönmek zorunda kalacağımızı düşünüyordu.” dedi. Ancak tüm bu baskılara rağmen halkın umudunu kaybetmediğini, kültür merkezleri kurduklarını, eğitim ve dayanışma faaliyetleri yürüttüklerini anlatan Kurtseitova, bu süreçte ailesinin de aktif biçimde mücadeleye katıldığını belirtti. Bu bağlamda Kurtseitova, “Meclisler halkın örgütlenmesine yardımcı oldu. Millî çıkarlar hepimizin ortak hedefiydi. Ben de bu gelenek doğrultusunda görev aldım.” dedi. Kurtseitova, yerel yönetime katılarak Kırım’a geri dönen Kırım Tatarlarına yardım ettiğini ve bu görevde kendini tatmin olmuş hissettiğini ifade etti. Ancak 2014’te başlayan Rusya’nın Kırım’ı işgaliyle her şeyin değiştiğini belirten Kurtseitova, “İlk kez işgal gücünü gördüğümüzde, Kıyiv’e gitmek zorunda kaldık. Aynı yıl Kırım Ailesini kurduk. Ardından bir çocuk merkezi organize ettik ve 120 çocuğa ulaştık.” dedi. “ÇALIŞMALARIMIZA TÜRKİYE’DE DEVAM EDİYORUZ” Kurtseitova, kültürel etkinlikler düzenlemeye, yayınlar yapmaya devam ettiklerini, ancak 2022’de başlayan topyekûn savaşla birlikte ikinci kez yurtlarını terk etmek zorunda kaldıklarını anlattı. Kırım Ailesi çocukları ile birlikte Eskişehir’e yerleştiklerini ifade eden Kurtseitova, “Türkiye’nin First Lady’sinin (Emine Erdoğan) desteğiyle Kültür Merkezi kurduk. Kıyiv’de başlattığımız çalışmalarımıza burada devam ediyoruz.” sözleriyle anlatımını tamamladı. “KIRIM SADECE BİR TOPRAK DEĞİL BİR YEŞİL ADA’DIR” DQTK İcra Komitesi Polonya Üyesi Nedim Useinov, “Sürgün ve Dönüş Arasında: Polonya'daki Kırım Tatar Yerinden Edilme Deneyimleri” başlıklı sunumunda transnasyonalizm kavramının Kırım Tatarlarının tarihsel ve çok katmanlı göç deneyimine eksiksiz olarak uymadığını söyledi. Useinov, özellikle 18. yüzyıldan bu yana yaşanan zorunlu göçlerin, tek bir diaspora tanımıyla açıklanamayacak kadar karmaşık olduğunu vurguladı. "Bugün diaspora dediğimizde aslında bu kavramı şartlı olarak kullanıyoruz." diyen Useinov, "Çünkü Kırım dışında yaşayan bazı Kırım Tatarları kendilerini diaspora üyesi olarak görmüyor. Kimileri ise bu sürecin Rus işgali sona erdiğinde son bulacağına inanıyor." ifadelerini kullandı. 2022’de başlayan topyekûn savaş ile birlikte Kırım Tatarlarının yeniden kitlesel göçe zorlandığını söyleyen Useinov, bu dalgada birçok kişinin Polonya üzerinden Almanya, Birleşik Krallık, ABD ve Kanada gibi ülkelere göç ettiğini anlattı. Ancak Useinov, bu göçmenlerin bir kısmının, tüm zorluklara rağmen Kırım’a dönmeyi tercih ettiğini belirtti ve “Çünkü Kırım onlar için sadece bir toprak değil, aynı zamanda kimliklerinin merkezinde yer alan Yeşil Ada’dır.” şeklinde konuştu.  “KIRIM’A BAĞLILIK KİMLİĞİN AYRILMAZ BİR PARÇASI” Kırım Tatarlarının Kırım’a olan bu güçlü bağlılığını “birinci sınıf merkezcilik” olarak tanımlayan Useinov, bu fenomenin akademik olarak daha derinlemesine incelenmesi gerektiğini söyledi. Useinov, Kırım’da kalanlarla diasporaya katılanlar arasında yavaş ama istikrarlı bir kopuşun yaşandığını belirtti. Türkiye’deki gibi nesiller boyunca Kırım dışında yaşayan toplulukların artık geri dönmeyi düşünmediklerini, ancak Kırım’daki Tatarlar için fiziksel bağlılık, sürgün anıları ve travmaların kimliğin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladı. Son olarak Useinov, "Bugün elimizdeki en büyük sınav; Kırım Tatar halkının gelecekte de bir ulus olarak varlığını sürdürebilmesi için, bu kopuşları anlamak, eksilerini ve artılarını bilimsel yöntemlerle değerlendirmek ve çözüm yolları geliştirmektir.” ifadelerini kullandı. Çalıştay, katılımcıların soruları cevaplamasıyla sona erdi.

Emel Kırım Vakfı, Milli Şehit Boğazlıyan Kaymakamı Mehmet Kemal Bey’i andı Haber

Emel Kırım Vakfı, Milli Şehit Boğazlıyan Kaymakamı Mehmet Kemal Bey’i andı

İngiliz hükumetinin dayatması ile İngiliz işgal kuvvetleri ve Ermeni lobisinin saraya yaptığı baskı ve dönemin işbirlikçi hainlerinin iftiraları ile 10 Nisan 1919 tarihinde idam edilen milli şehit Kaymakam Mehmet Kemal Bey, şehadetinin 106. yıl dönümünde Kadıköy'deki kabri başında anıldı.  Anadolu Aydınlar Ocağı Başkanı Prof. Dr. İbrahim Öztek'in konuşması ile başlayan anma töreninde; Kartal Belediye Başkanı Gökhan Yüksel, Kazım Karabekir Paşa'nın kızı Timsal Karabekir, Emekli Tümgeneral Cumhur Evcil, Aydınlar Ocağı İkinci Başkanı Erol Güler söz alarak, şehit Mehmet Kemal Bey'in aziz hatırasını yad etti ve tarihi gerçekleri dile getirdi. Anma törenine Emel Kırım Vakfı adına Başkan Yardımcısı Nurten Bay ve Emel Kırım Vakfı Üyesi, Emekli Mülkiye Başmüfettişi, Kaymakam Ekrem Bay da katılım gösterdi. Emel Kırım Vakfından yapılan açıklamada şu ifadeler kullanıldı: "Milli Şehit, Kaymakam Kemal Bey'in şehit edilişinin 106. yılında yapılan anma toplantısında Emel Kırım Vakfı adına Başkan Yardımcısı Nurten Bay ve Emel Kırım Vakfı üyesi, Emekli Mülkiye Başmüfettişi, Kaymakam Ekrem Bay katıldı. Toplantıda, şehidimiz Kaymakam Kemal Bey'in kabri başında, Kazım Karabekir Paşa’nın kızı Timsal Karabekir de konuşma yaptı. İstanbul Erkek Lisesinden öğrencilerin yanı sıra anma törenine yoğun bir katılım vardı. Suçsuz yere idam edilen Kaymakam Kemal Beye Atatürk’ün talimatıyla 14 Ekim 1922 tarihinde TBMM tarafından 'Milli Şehit' unvanı verilmiştir. Vatansever Kaymakam Kemal Bey; '..Vatandaşlarım ben bir Türk memuruyum. Sizlere yemin ederim ki ben masumum. Ecnebi devletlere yaranmak için beni asıyorlar. Eğer adalet buna diyorlarsa, kahrolsun adalet. Asil Türk milletine çocuklarımı emanet ediyorum. Borcum var, servetim yok. Üç çocuğumu millet uğruna yetim bırakıyorum. Yaşasın millet. Fertler ölür, Türk milleti yaşar. İnşallah Türk milleti ebediyete kadar yaşayacaktır' demiştir. Boğazlıyan Kaymakamı Şehit Kemal Bey’i şehadetinin yıl dönümünde saygı minnet ve rahmetle yad ediyoruz." MİLLÎ ŞEHİT MEHMET KEMAL BEY Mehmet Kemal Bey, 1 Mart 1884 tarihinde Beyrut'ta doğdu. Babası Arif Bey, Sirkeci Gümrük Müdürlüğü ve İstanbul Gümrükler Başkatipliği görevlerinde bulunmuş, annesi ise Rodoslu Şeyh Vasfi Efendi'nin kızı Nafıa Hanım'dır. İlk ve orta öğrenimini Rodos'ta tamamlayan Kemal Bey, lise eğitimini Antalya ve İzmir idadilerinde almış, ardından 1908 yılında Mekteb-i Mülkiye-i Şahane'den "pekiyi" dereceyle mezun oldu. 1909 yılında kaymakamlık görevine başlayan Mehmet Kemal Bey; Doyran, Gebze ve Karamürsel gibi çeşitli ilçelerde görev yaptı, 1915 yılında ise Yozgat'ın Boğazlıyan ilçesine kaymakam olarak atandı. Birinci Dünya Savaşı sırasında Tehcir Kanunu'nun uygulanması sürecinde görev alan Kemal Bey, Ermeni tehciri sırasında yaşanan olaylar nedeniyle suçlanarak 7 Ocak 1919'da tutuklandı ve 30 Ocak 1919'da İstanbul'a getirildi. Yargılandığı Divan-ı Harp'te suçsuz olmasına rağmen, 10 Nisan 1919 tarihinde İstanbul Beyazıt Meydanı'nda idam edildi. Mehmet Kemal Bey, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) tarafından 14 Ekim 1922'de "Millî Şehit" olarak ilan edildi.

Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
logo
QHA - Kırım Haber Ajansı En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.