Mehmet Berk Yaltırık ile yeni romanı üzerine: "Karanlığın Şahidesi"
Mehmet Berk Yaltırık ile yeni romanı üzerine: "Karanlığın Şahidesi"
Mehmet Berk Yaltırık, İthaki Yayınları’ndan çıkan korku türündeki yeni romanı “Karanlığın Şahidesi” ile ilgili ilk röportajı Kırım Haber Ajansı’na (QHA) verdi. Kırım kökenli yazar Yaltırık ile yeni romanı ve son çalışmaları hakkında konuştuk.
Haber Giriş Tarihi: 30.08.2022 18:31
Haber Güncellenme Tarihi: 30.08.2022 18:31
Kaynak:
Haber Merkezi
https://www.qha.com.tr/
Mehmet Berk Yaltırık, İthaki Yayınları’ndan çıkan korku türündeki yeni romanı “Karanlığın Şahidesi” ile ilgili ilk röportajı Kırım Haber Ajansı’na (QHA) verdi. Kırım kökenli yazar Yaltırık ile yeni romanı ve son çalışmaları hakkında konuştuk.
Kırım Haber Ajansı (QHA) editörlerinden Kırım Tatarı yazar Mehmet Berk Yaltırık’ın İthaki Yayınları’nın “Pangea Kitaplığı” kapsamında çıkan yeni romanı “Karanlığın Şahidesi”, henüz raflara çıkmadan ikinci baskıyı gördü. Okurların yoğun ilgisini çeken ve 1800’lü yılların başında İstanbul’da geçen korku romanı “Karanlığın Şahidesi”, 31 Ağustos’ta raflarda yerini alacak.
Yayınevinin Türk edebiyatından spekülatif kurgu eserleri bir araya getidiği "Pangea Kitaplığı"nın 25'inci kitabı olan "Karanlığın Şahidesi"nin yayın yönetmenliğini Alican Saygı Ortanca, sanat yönetmenliğini Hamdi Akçay, editörlüğünü ise Ceyhan Usanmaz üstlendi. Kapak tasarımını Hamdi Akçay'ın, sayfa düzenlemesini B. Elif Balkın'ın yaptığı kitabın kapak resmi Ebrahel Lurci tarafından çizildi.
Kırım Haber Ajansı (QHA) editörlerinden Kırım Tatar yazar Mehmet Berk Yaltırık ile yeni romanı ve son çalışmaları üzerine röportaj gerçekleştirdik:
“KARANLIĞIN ŞAHİDESİ'NDE HALK İNANIŞLARININ KLASİKLEŞMİŞ 'CİNLERİNİ' KULLANSAM DA YAZARKEN EPEY SÜRPRİZLİ OLDU"
QHA: İlk romanınız "Yedikuleli Mansur" 2017'de, ikinci romanınız "Istrancalı Abdülharis Paşa" 2019'da yayınlanmıştı. Üçüncü romanınız "Karanlığın Şahidesi", önümüzdeki haftalarda raflarda okurla buluşacak. Çeşitli zamanlarda katıldığınız öykü seçkileri de oluyor. Belli bir yazı sisteminiz var mı yoksa tamamen doğaçlama mı yazıyorsunuz?
-Öykü ve romanın yapıları oldukça farklı, ikisinde de ayrı ayrı çalışıp tecrübe kazandıkça kalemim alıştı diyebilirim. Fantastik ve korku türünde yazarken, öyküde okuru bir anda şoke etmemiz beklenirken, romanda bu daha uzun soluklu. Fakat ikisinin de ortak bir yönü var. Fazlalıkları, doğru kısımları budayınca kıvamını yakaladığımı düşünüyorum. İlk romanım "Yedikuleli Mansur"u yazmam beş yılımı aldı. İkinci romanım "Istrancalı Abdülharis Paşa" iki yıl sürdü. "Karanlığın Şahidesi" ise bir buçuk yıl. Herhalde elim alıştıkça süre kısalıyor diye düşünüyordum ama galiba yazdıkça neleri çıkarmamız gerektiğini, daha incelikle dokumayı öğreniyoruz. Yazarken belli bir sistemim yok ama, disiplinle her gün belli bir vaktimi yazmaya, araştırmaya ayırmaya gayret ediyorum. Az da olsa düzenli yazmak önemli. Anlatmak, yazmak istediğim hikayenin bir taslağı, muhakkak yazılmadan önce oluşuyor. Bu bir cümle, bir kelime de olabilir, kısa notlar da olabilir, konu-olay akış temaları, şablonlar da olabilir. Yazarken sonunu, başını gerekli gördüğüm şekilde değiştirebilirim ama yola çıkarken heybe ne kadar doluysa, yolcu ne kadar hazırlıklıysa taban tepmeye o kadar iyi. Sadece "Karanlığın Şahidesi"nde halk inanışlarının klasikleşmiş "cinlerini" kullansam da yazarken epey sürprizli oldu.
QHA: Bir yandan yazı işleriyle meşgul olurken diğer yandan internet yayıncılığıyla ilgileniyorsunuz. Yazının dili ile anlatımın, görselliğin dili epey farklı. Bu sizi zorluyor mu?
-Aksine işimi kolaylaştırıyor. Sosyal medyayı sadece görünürlük, reklam olarak algılamamak lazım. Oradaki etkileşim, tepkiler, yorumlar size yeni bir dosya konusu hediye edebiliyor. Kendi kendime okuyup yazarken çıkardığım notlar yayın konusu olabiliyor. Yaptığım bir yayın esnasında aklıma yeni bir öykü fikri gelebiliyor. Bunun dışında moral boyutunu da belirtmeli. Gecenin bir vakti yeni çalışmamı beklediğini söyleyen okur yorumları almak, yeni bir çalışmanın heyecanını sosyal medyada okurlarla paylaşmak epey hoş.
"1800'LERİN BAŞINDAKİ TEKİNSİZ İSTANBUL ATMOSFERİNİ, ANLATACAĞIM 'CİN HİKAYESİ' İÇİN ÇOK UYGUN GÖRDÜM"
QHA: Arka kapakta yazıldığına göre "Karanlığın Şahidesi" romanı 1800'lü yılların başındaki İstanbul'da geçiyor. Bu dönemi seçmenizin özel bir sebebi var mı?
-İstanbul'un belki de en kaotik ve olaylı dönemi. Osmanlı bir yandan kırk türlü dönüşüm sancısı içerisinde, bir yanda kökleşmiş yeniçeri zorbaları, isyanlar, kimi sokakları çıkılmaz hale getiren bir dehşet söz konusu. Diğer yandan ahali de dönüşüyor, eski bildikleri, gelenek bildikleri değişiyor, bunu kimileri yozlaşma olarak görüyor. Avrupa'daki yeniliklerin takip ve tatbik edilmeye çalışılırken doğurduğu tepkiler, patlak veren olaylar, bunalımlar söz konusu. İkinci Mahmud'un 1826'da Yeniçeri Ocağı'nı kaldırmanın hemen öncesinde, klasik Osmanlı'nın son devri. Tanzimat dönemi ile yeni bir devrin başlangıcından bir adım ötesi. İstanbul sokakları, ahalinin geceleri sağda solda anlatmayı pek sevdiği "cinli" hikayelerdeki sahipli "uğraklı" köşkler, kuytu köşeler kadar netameliydi. Korku hikayesi oluştururken, asıl olayla, doğaüstü olanla birlikte insanlardan kaynaklanan belalı durumları, insani korkuları da kullanmayı seviyorum. Okuru bir sonraki aşamaya hazırlıyor. 1800'lerin başındaki tekinsiz İstanbul atmosferini, anlatacağım "cin hikayesi" için çok uygun gördüm. Bununla ilgili notlarımı ve araştırmalarımı zamanında QHA için de yazmıştım zaten, okurlarım ve takipçilerim aşinadır.
Bkz. Eski İstanbul'da Yeniçeri Zorbalarının Haraçları ve Raconları
QHA: Eski İstanbul'da cinlerle ilgili anlatılar günümüzde de biliniyor mu?
-Bir kısmı hatıratlar ve folklor derlemelerine geçmiş. Günümüzdekinden daha fazla sayıda cin anlatısı yani "memorat" dediğimiz doğaüstü olay ve varlık anlatıları vardı muhtemelen. Işıksız ve daha az insanın olduğu yerlerde hayal gücü biraz fazla çalışır. Bugün bildiğimiz, duyduğumuz çoğu motif, eskiden de biliniyordu ve daha çeşitli olmalıydı. Mehmet Halit Bayrı, 1947 tarihli "İstanbul Folkloru" adlı eserinde bunlara değinir. Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın "Gulyabani" ve "Mezarından Kalkan Şehit" gibi eserlerinde hep eski İstanbul ahalisinin evlerinde, kahvehanelerde anlattığı korkulu hikayelerin etkisi vardır. Ben de söyleşilerimde ve yazılarımda sık sık bu eski, kırsal bölgelerde varlıklarını sürdüren "cin" yahut halk ağzıyla "üç harfli" anlatılarını dinlemeyi, bazı hikayelerimde kullanmayı seviyorum. Nitekim bu romanımda da "cin" temasına yer verdim. Biraz klişe ve klasikleşmiş bir tema, ama klişeleri yeniden işleyince epey keyifli kurgulara dönüşüyorlar.
QHA: "Karanlığın Şahidesi"nin aklınızda ilk beliren hikayesi neydi? Nasıl ortaya çıktı?
-"Daha doğar doğmaz cinlerin musallattına uğrayan bir esire kızının, İstanbul hengamesinde yaşadığı dehşet" diye uzun uzadıya da, "cinlerin ve insanların olduğu bir intikam hikayesi" diyerek daha kısa şekilde de ifade edebilirim zannımca. Eskinin İstanbul'unda geçen bir cin hikayesi kaleme almak istiyordum, basit bir taslaktı. Bu musallat hikayesi için 1600'lerin sonundaki hala şaşaalı imparatorluk dönemi de olmak üzere birkaç farklı zaman ve mekan düşünmeye başlayana kadar kağıt üzerinde uykudaydı. "Istrancalı Abdülharis Paşa"daki "vampirler"den sonra, bu sefer bir cin hikayesi işlemek istiyordum çünkü. Attığım her adım beni 1800'lerin başındaki İstanbul'a sürüklüyordu, bir şekilde karşıma o dönem çıkıyordu. O yüzden, en başta 1600'lerin sonunda geçen hikayemi uzun uzadıya anlatmak yerine -karakterini yan karaktere dönüştürerek-, 18'inci yüzyıl sonlarındaki bu hikayeye dahil ettim. Elimde bambaşka bir hikaye vücut bulmuştu, ben de onun baş karakteri olarak Periveş adında Kafkasya'dan İstanbul'a getirilmiş bir kölenin kızını, dolayısıyla kendisi de köle olan bir konak esiresini seçtim.
QHA: Romanınızın baş karakterinin bir konak cariyesinin kızı olduğunu, "esire kızı" olarak çağrıldığını söylüyorsunuz. Bu temayı neden seçtiniz?
-Kölelik teması edebiyatımızda kendine epey yer bulmuş bir konu. Kölelik kurumu ve Osmanlı'daki köle hukuku, kaldırılma süreci, besleme ve yanaşma adı altında toplumda devam ettirilmesi, hatta sinema ve televizyondan aşinası olduğumuz "Bacı Kalfa", "Arap Bacı" gibi figürler az çok bilinir. Romanın taslağı üzerinde çalışırken bir yandan da Osmanlı'da kölelik ve edebiyatımıza etkisi üzerine okumalar yaptım. Yayın arkadaşlarımdan Ceren Sungur ve Ömer Faruk Yazıcı ile yaptığımız "Yar Bana Bir Eğlence Medet" yayınlarının kimi bölümü vesilesiyle belli notlar çıkardım. Belli bir hukuk olsa da bunun etrafından dolanmalar, kimi eziyetler ve edebiyatımızda çok açık bir şekilde işlenen köleliğin kederi gibi hususlar üzerinde durdum. Bu konuda Merve Köken’in tavsiyesiyle okuduğum, İsmail Parlatır’ın “Tanzimat Edebiyatında Kölelik” adlı çalışmasının çok yardımı oldu. Hangi kaynaklardan ne şekilde faydalandığımdan, romanın başında kısaca bahsettiğim için okuyanlar tafsilatıyla öğrenebilecekler.
QHA: Son olarak, üzerinde çalıştığınız ve çalışmayı düşündüğünüz dosyalarınız var mı yoksa bir süre dinlenecek misiniz?
-Ferhan Şensoy, "Soru-Cevap" podcast serisinde "Yazarın tatili olmaz" demişti bir seferinde. Dinleniyorum ama birkaç dosyayı hazırlayıp teslim etmenin rahatlığıyla. İthaki Yayınları'ndan iki novellam (uzun öykü) çıkacak. Bunlardan "Kan Sahibi", 18'inci yüzyılın sonlarında Tepedelenli Ali Paşa döneminde Arnavutluk tarafında geçen bir vampir hikayesi. Galiba bir seçki içerisinde yayımlanacak. Bir de müstakil, Ebrahel Lurci'nin çizimleriyle "resimli novella" olarak "Hunâşamzade" çıkacak. Bu da 1900'lerin başında Edirne'de geçen başka bir vampir hikayesi. Çıkış tarihlerini bilemiyorum. Yine Eylül gibi tahminimce Seçkin Sarpkaya ve Ömer Faruk Yazıcı ile kaleme aldığımız "Türk Kültüründe Gulyabani" adlı araştırma Ötüken Neşriyat'tan çıkacak. Yine çıkış sürelerini bilmediğim iki öykü seçkisi için "Peri Ayazması" ve "Fetbaz Neriman" adlı polisiye bir öykü yazdım. Tarihlerini ve isimlerini ilerleyen süreçte duyururum. Şimdi bir-iki aylığına dinleniyorum. Sadece YouTube kanalımda Dr. Şaban Bıyıklı ile başladığımız "Kabadayı Dosyaları" yayının yazıya geçirilip kitaplaştırılmasıyla ilgileniyorum şu an için. Vakit ve takat buldukça yazmayı sürdüreceğim. Nitekim QHA başta olmak üzere belli köşe yazıları kaleme almaya devam edeceğim.
OSMANLI’DA GEÇEN KORKU ROMANI
Mehmet Berk Yaltırık, yeni çıkan romanı "Karanlığın Şahidesi"ni sosyal medya hesabından şu ifadelerle duyurmuştu: “Yeni (3’üncü) romanım “Karanlığın Şahidesi”, 31 Ağutos’ta raflarda! “Yedikuleli Mansur” (2017) ve “Istrancalı Abdülharis Paşa” (2019) gibi yine İthaki’den.1800’lerin başlarındaki İstanbul’da geçen cini, perisi bol, korkulu bir mevzu sizleri bekliyor. Şimdiden iyi okumalar dilerim.”
Twitter is purging a lot of spam/scam accounts right now, so you may see your follower count drop
Yaltırık’ın yeni çıkan romanı “Karanlığın Şahidesi”nin arka kapak yazısı:
Mehmet Berk Yaltırık okurlarının aşina olduğu zenginlikte karakterleriyle, ürperten atmosferiyle, renkli diliyle kendine özgü bir roman Karanlığın Şahidesi.
1800’lü yılların başlarındaki İstanbul’un eğri büğrü sokakları ve türlü türlü ahşap evleri arasında, kâh insanların kâh cinlerin âleminde savrulup duran Periveş’in serüveni… Hayata gözlerini “esirenin kızı” olarak açan Periveş’in “kız harami”ye ve hatta “zorba azrail’i”ne dönüşmesinin, kaderinin hem fettan hem de cazgır Ecelyandı Ateş Behiye’ninki ile hemhal oluşunun hikâyesi…
“Kendisini göz açıp kapayıncaya kadar bir çukurda, Gülfem’le yan yana yatarken buldu. Kesik başı suratına doğru kaldıran başsız beden, yeniden çığlıkları boğazını yırtan Periveş’e doğru kahkahalarla karşılık verirken, tepelerinde toplanan cinlerin onları mezara gömmeye başladığını fark etti. Avuçlarca toprak boğazına dolmaya başlarken Periveş, bir anlığına kesik başın gözlerinde o Azim İfrit’in cehennemi gözlerini görür gibi oldu.”
KORKU HİKAYELERİ VE YEREL SÖYLENCELERİN PEŞİNDE
Türk Edebiyatının yeni nesil korku ve fantastik öykü yazarları arasında kendisine önemli yer edinen Mehmet Berk Yaltırık, “Anadolu Korku Öyküleri-2, Güçoburlar, Seyfettin Efendi ve Esrarengiz Hikâyeleri-1” gibi çalışmalarda yer aldı. İlk romanı “Yedikuleli Mansur”da (İthaki Yayınları) roman kahramanı Mansur aracılığıyla Kırım Tatarı bir genç olarak okuyuculara Kırım’ı hatırlatan Yaltırık, ikinci romanı “Istrancalı Abdülharis Paşa”yı da 2019’da okurun beğenisine sundu. Mehmet Berk Yaltırık’ın son öykü kitabı “Gölgeli Öyküler”, Yenisey Yayınları tarafından neşredilmişti. Akademisyen Seçkin Sarpkaya ile birlikte hazırladığı “Türk Kültüründe Vampirler-Oburlar, Yalmavuzlar ve Diğerleri” (Karakum Yayınevi) adlı araştırma kitabı da 2018 yazında okurlarla buluşmuştu. En son 2022 Ekim ayında “Uluslararası Gençlik Edebiyat Festivali-Tirana Gate 2021” festivaline katılmak üzere, Bölgesel Kültürel Çeşitlilik Ağı’nın (READ) “2021 READ Residency Programı” çerçevesinde ekim ayı boyunca Arnavutluk’un başkenti Tiran’da ağırlanmıştı. Şu sıralar YouTube üzerinden kendi yayınlarını sürdüren yazar, yeni kitap projeleri ve senaryo denemeleri üzerinde çalışıyor.
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Mehmet Berk Yaltırık ile yeni romanı üzerine: "Karanlığın Şahidesi"
Mehmet Berk Yaltırık, İthaki Yayınları’ndan çıkan korku türündeki yeni romanı “Karanlığın Şahidesi” ile ilgili ilk röportajı Kırım Haber Ajansı’na (QHA) verdi. Kırım kökenli yazar Yaltırık ile yeni romanı ve son çalışmaları hakkında konuştuk.
Mehmet Berk Yaltırık, İthaki Yayınları’ndan çıkan korku türündeki yeni romanı “Karanlığın Şahidesi” ile ilgili ilk röportajı Kırım Haber Ajansı’na (QHA) verdi. Kırım kökenli yazar Yaltırık ile yeni romanı ve son çalışmaları hakkında konuştuk.
Kırım Haber Ajansı (QHA) editörlerinden Kırım Tatarı yazar Mehmet Berk Yaltırık’ın İthaki Yayınları’nın “Pangea Kitaplığı” kapsamında çıkan yeni romanı “Karanlığın Şahidesi”, henüz raflara çıkmadan ikinci baskıyı gördü. Okurların yoğun ilgisini çeken ve 1800’lü yılların başında İstanbul’da geçen korku romanı “Karanlığın Şahidesi”, 31 Ağustos’ta raflarda yerini alacak.
Yayınevinin Türk edebiyatından spekülatif kurgu eserleri bir araya getidiği "Pangea Kitaplığı"nın 25'inci kitabı olan "Karanlığın Şahidesi"nin yayın yönetmenliğini Alican Saygı Ortanca, sanat yönetmenliğini Hamdi Akçay, editörlüğünü ise Ceyhan Usanmaz üstlendi. Kapak tasarımını Hamdi Akçay'ın, sayfa düzenlemesini B. Elif Balkın'ın yaptığı kitabın kapak resmi Ebrahel Lurci tarafından çizildi.
Kırım Haber Ajansı (QHA) editörlerinden Kırım Tatar yazar Mehmet Berk Yaltırık ile yeni romanı ve son çalışmaları üzerine röportaj gerçekleştirdik:
“KARANLIĞIN ŞAHİDESİ'NDE HALK İNANIŞLARININ KLASİKLEŞMİŞ 'CİNLERİNİ' KULLANSAM DA YAZARKEN EPEY SÜRPRİZLİ OLDU"
QHA: İlk romanınız "Yedikuleli Mansur" 2017'de, ikinci romanınız "Istrancalı Abdülharis Paşa" 2019'da yayınlanmıştı. Üçüncü romanınız "Karanlığın Şahidesi", önümüzdeki haftalarda raflarda okurla buluşacak. Çeşitli zamanlarda katıldığınız öykü seçkileri de oluyor. Belli bir yazı sisteminiz var mı yoksa tamamen doğaçlama mı yazıyorsunuz?
-Öykü ve romanın yapıları oldukça farklı, ikisinde de ayrı ayrı çalışıp tecrübe kazandıkça kalemim alıştı diyebilirim. Fantastik ve korku türünde yazarken, öyküde okuru bir anda şoke etmemiz beklenirken, romanda bu daha uzun soluklu. Fakat ikisinin de ortak bir yönü var. Fazlalıkları, doğru kısımları budayınca kıvamını yakaladığımı düşünüyorum. İlk romanım "Yedikuleli Mansur"u yazmam beş yılımı aldı. İkinci romanım "Istrancalı Abdülharis Paşa" iki yıl sürdü. "Karanlığın Şahidesi" ise bir buçuk yıl. Herhalde elim alıştıkça süre kısalıyor diye düşünüyordum ama galiba yazdıkça neleri çıkarmamız gerektiğini, daha incelikle dokumayı öğreniyoruz. Yazarken belli bir sistemim yok ama, disiplinle her gün belli bir vaktimi yazmaya, araştırmaya ayırmaya gayret ediyorum. Az da olsa düzenli yazmak önemli. Anlatmak, yazmak istediğim hikayenin bir taslağı, muhakkak yazılmadan önce oluşuyor. Bu bir cümle, bir kelime de olabilir, kısa notlar da olabilir, konu-olay akış temaları, şablonlar da olabilir. Yazarken sonunu, başını gerekli gördüğüm şekilde değiştirebilirim ama yola çıkarken heybe ne kadar doluysa, yolcu ne kadar hazırlıklıysa taban tepmeye o kadar iyi. Sadece "Karanlığın Şahidesi"nde halk inanışlarının klasikleşmiş "cinlerini" kullansam da yazarken epey sürprizli oldu.
QHA: Bir yandan yazı işleriyle meşgul olurken diğer yandan internet yayıncılığıyla ilgileniyorsunuz. Yazının dili ile anlatımın, görselliğin dili epey farklı. Bu sizi zorluyor mu?
-Aksine işimi kolaylaştırıyor. Sosyal medyayı sadece görünürlük, reklam olarak algılamamak lazım. Oradaki etkileşim, tepkiler, yorumlar size yeni bir dosya konusu hediye edebiliyor. Kendi kendime okuyup yazarken çıkardığım notlar yayın konusu olabiliyor. Yaptığım bir yayın esnasında aklıma yeni bir öykü fikri gelebiliyor. Bunun dışında moral boyutunu da belirtmeli. Gecenin bir vakti yeni çalışmamı beklediğini söyleyen okur yorumları almak, yeni bir çalışmanın heyecanını sosyal medyada okurlarla paylaşmak epey hoş.
"1800'LERİN BAŞINDAKİ TEKİNSİZ İSTANBUL ATMOSFERİNİ, ANLATACAĞIM 'CİN HİKAYESİ' İÇİN ÇOK UYGUN GÖRDÜM"
QHA: Arka kapakta yazıldığına göre "Karanlığın Şahidesi" romanı 1800'lü yılların başındaki İstanbul'da geçiyor. Bu dönemi seçmenizin özel bir sebebi var mı?
-İstanbul'un belki de en kaotik ve olaylı dönemi. Osmanlı bir yandan kırk türlü dönüşüm sancısı içerisinde, bir yanda kökleşmiş yeniçeri zorbaları, isyanlar, kimi sokakları çıkılmaz hale getiren bir dehşet söz konusu. Diğer yandan ahali de dönüşüyor, eski bildikleri, gelenek bildikleri değişiyor, bunu kimileri yozlaşma olarak görüyor. Avrupa'daki yeniliklerin takip ve tatbik edilmeye çalışılırken doğurduğu tepkiler, patlak veren olaylar, bunalımlar söz konusu. İkinci Mahmud'un 1826'da Yeniçeri Ocağı'nı kaldırmanın hemen öncesinde, klasik Osmanlı'nın son devri. Tanzimat dönemi ile yeni bir devrin başlangıcından bir adım ötesi. İstanbul sokakları, ahalinin geceleri sağda solda anlatmayı pek sevdiği "cinli" hikayelerdeki sahipli "uğraklı" köşkler, kuytu köşeler kadar netameliydi. Korku hikayesi oluştururken, asıl olayla, doğaüstü olanla birlikte insanlardan kaynaklanan belalı durumları, insani korkuları da kullanmayı seviyorum. Okuru bir sonraki aşamaya hazırlıyor. 1800'lerin başındaki tekinsiz İstanbul atmosferini, anlatacağım "cin hikayesi" için çok uygun gördüm. Bununla ilgili notlarımı ve araştırmalarımı zamanında QHA için de yazmıştım zaten, okurlarım ve takipçilerim aşinadır.
Bkz. Eski İstanbul'da Yeniçeri Zorbalarının Haraçları ve Raconları
QHA: Eski İstanbul'da cinlerle ilgili anlatılar günümüzde de biliniyor mu?
-Bir kısmı hatıratlar ve folklor derlemelerine geçmiş. Günümüzdekinden daha fazla sayıda cin anlatısı yani "memorat" dediğimiz doğaüstü olay ve varlık anlatıları vardı muhtemelen. Işıksız ve daha az insanın olduğu yerlerde hayal gücü biraz fazla çalışır. Bugün bildiğimiz, duyduğumuz çoğu motif, eskiden de biliniyordu ve daha çeşitli olmalıydı. Mehmet Halit Bayrı, 1947 tarihli "İstanbul Folkloru" adlı eserinde bunlara değinir. Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın "Gulyabani" ve "Mezarından Kalkan Şehit" gibi eserlerinde hep eski İstanbul ahalisinin evlerinde, kahvehanelerde anlattığı korkulu hikayelerin etkisi vardır. Ben de söyleşilerimde ve yazılarımda sık sık bu eski, kırsal bölgelerde varlıklarını sürdüren "cin" yahut halk ağzıyla "üç harfli" anlatılarını dinlemeyi, bazı hikayelerimde kullanmayı seviyorum. Nitekim bu romanımda da "cin" temasına yer verdim. Biraz klişe ve klasikleşmiş bir tema, ama klişeleri yeniden işleyince epey keyifli kurgulara dönüşüyorlar.
QHA: "Karanlığın Şahidesi"nin aklınızda ilk beliren hikayesi neydi? Nasıl ortaya çıktı?
-"Daha doğar doğmaz cinlerin musallattına uğrayan bir esire kızının, İstanbul hengamesinde yaşadığı dehşet" diye uzun uzadıya da, "cinlerin ve insanların olduğu bir intikam hikayesi" diyerek daha kısa şekilde de ifade edebilirim zannımca. Eskinin İstanbul'unda geçen bir cin hikayesi kaleme almak istiyordum, basit bir taslaktı. Bu musallat hikayesi için 1600'lerin sonundaki hala şaşaalı imparatorluk dönemi de olmak üzere birkaç farklı zaman ve mekan düşünmeye başlayana kadar kağıt üzerinde uykudaydı. "Istrancalı Abdülharis Paşa"daki "vampirler"den sonra, bu sefer bir cin hikayesi işlemek istiyordum çünkü. Attığım her adım beni 1800'lerin başındaki İstanbul'a sürüklüyordu, bir şekilde karşıma o dönem çıkıyordu. O yüzden, en başta 1600'lerin sonunda geçen hikayemi uzun uzadıya anlatmak yerine -karakterini yan karaktere dönüştürerek-, 18'inci yüzyıl sonlarındaki bu hikayeye dahil ettim. Elimde bambaşka bir hikaye vücut bulmuştu, ben de onun baş karakteri olarak Periveş adında Kafkasya'dan İstanbul'a getirilmiş bir kölenin kızını, dolayısıyla kendisi de köle olan bir konak esiresini seçtim.
QHA: Romanınızın baş karakterinin bir konak cariyesinin kızı olduğunu, "esire kızı" olarak çağrıldığını söylüyorsunuz. Bu temayı neden seçtiniz?
-Kölelik teması edebiyatımızda kendine epey yer bulmuş bir konu. Kölelik kurumu ve Osmanlı'daki köle hukuku, kaldırılma süreci, besleme ve yanaşma adı altında toplumda devam ettirilmesi, hatta sinema ve televizyondan aşinası olduğumuz "Bacı Kalfa", "Arap Bacı" gibi figürler az çok bilinir. Romanın taslağı üzerinde çalışırken bir yandan da Osmanlı'da kölelik ve edebiyatımıza etkisi üzerine okumalar yaptım. Yayın arkadaşlarımdan Ceren Sungur ve Ömer Faruk Yazıcı ile yaptığımız "Yar Bana Bir Eğlence Medet" yayınlarının kimi bölümü vesilesiyle belli notlar çıkardım. Belli bir hukuk olsa da bunun etrafından dolanmalar, kimi eziyetler ve edebiyatımızda çok açık bir şekilde işlenen köleliğin kederi gibi hususlar üzerinde durdum. Bu konuda Merve Köken’in tavsiyesiyle okuduğum, İsmail Parlatır’ın “Tanzimat Edebiyatında Kölelik” adlı çalışmasının çok yardımı oldu. Hangi kaynaklardan ne şekilde faydalandığımdan, romanın başında kısaca bahsettiğim için okuyanlar tafsilatıyla öğrenebilecekler.
QHA: Son olarak, üzerinde çalıştığınız ve çalışmayı düşündüğünüz dosyalarınız var mı yoksa bir süre dinlenecek misiniz?
-Ferhan Şensoy, "Soru-Cevap" podcast serisinde "Yazarın tatili olmaz" demişti bir seferinde. Dinleniyorum ama birkaç dosyayı hazırlayıp teslim etmenin rahatlığıyla. İthaki Yayınları'ndan iki novellam (uzun öykü) çıkacak. Bunlardan "Kan Sahibi", 18'inci yüzyılın sonlarında Tepedelenli Ali Paşa döneminde Arnavutluk tarafında geçen bir vampir hikayesi. Galiba bir seçki içerisinde yayımlanacak. Bir de müstakil, Ebrahel Lurci'nin çizimleriyle "resimli novella" olarak "Hunâşamzade" çıkacak. Bu da 1900'lerin başında Edirne'de geçen başka bir vampir hikayesi. Çıkış tarihlerini bilemiyorum. Yine Eylül gibi tahminimce Seçkin Sarpkaya ve Ömer Faruk Yazıcı ile kaleme aldığımız "Türk Kültüründe Gulyabani" adlı araştırma Ötüken Neşriyat'tan çıkacak. Yine çıkış sürelerini bilmediğim iki öykü seçkisi için "Peri Ayazması" ve "Fetbaz Neriman" adlı polisiye bir öykü yazdım. Tarihlerini ve isimlerini ilerleyen süreçte duyururum. Şimdi bir-iki aylığına dinleniyorum. Sadece YouTube kanalımda Dr. Şaban Bıyıklı ile başladığımız "Kabadayı Dosyaları" yayının yazıya geçirilip kitaplaştırılmasıyla ilgileniyorum şu an için. Vakit ve takat buldukça yazmayı sürdüreceğim. Nitekim QHA başta olmak üzere belli köşe yazıları kaleme almaya devam edeceğim.
OSMANLI’DA GEÇEN KORKU ROMANI
Mehmet Berk Yaltırık, yeni çıkan romanı "Karanlığın Şahidesi"ni sosyal medya hesabından şu ifadelerle duyurmuştu: “Yeni (3’üncü) romanım “Karanlığın Şahidesi”, 31 Ağutos’ta raflarda! “Yedikuleli Mansur” (2017) ve “Istrancalı Abdülharis Paşa” (2019) gibi yine İthaki’den.1800’lerin başlarındaki İstanbul’da geçen cini, perisi bol, korkulu bir mevzu sizleri bekliyor. Şimdiden iyi okumalar dilerim.”
Yaltırık’ın yeni çıkan romanı “Karanlığın Şahidesi”nin arka kapak yazısı:
Mehmet Berk Yaltırık okurlarının aşina olduğu zenginlikte karakterleriyle, ürperten atmosferiyle, renkli diliyle kendine özgü bir roman Karanlığın Şahidesi.
1800’lü yılların başlarındaki İstanbul’un eğri büğrü sokakları ve türlü türlü ahşap evleri arasında, kâh insanların kâh cinlerin âleminde savrulup duran Periveş’in serüveni… Hayata gözlerini “esirenin kızı” olarak açan Periveş’in “kız harami”ye ve hatta “zorba azrail’i”ne dönüşmesinin, kaderinin hem fettan hem de cazgır Ecelyandı Ateş Behiye’ninki ile hemhal oluşunun hikâyesi…
“Kendisini göz açıp kapayıncaya kadar bir çukurda, Gülfem’le yan yana yatarken buldu. Kesik başı suratına doğru kaldıran başsız beden, yeniden çığlıkları boğazını yırtan Periveş’e doğru kahkahalarla karşılık verirken, tepelerinde toplanan cinlerin onları mezara gömmeye başladığını fark etti. Avuçlarca toprak boğazına dolmaya başlarken Periveş, bir anlığına kesik başın gözlerinde o Azim İfrit’in cehennemi gözlerini görür gibi oldu.”
KORKU HİKAYELERİ VE YEREL SÖYLENCELERİN PEŞİNDE
Türk Edebiyatının yeni nesil korku ve fantastik öykü yazarları arasında kendisine önemli yer edinen Mehmet Berk Yaltırık, “Anadolu Korku Öyküleri-2, Güçoburlar, Seyfettin Efendi ve Esrarengiz Hikâyeleri-1” gibi çalışmalarda yer aldı. İlk romanı “Yedikuleli Mansur”da (İthaki Yayınları) roman kahramanı Mansur aracılığıyla Kırım Tatarı bir genç olarak okuyuculara Kırım’ı hatırlatan Yaltırık, ikinci romanı “Istrancalı Abdülharis Paşa”yı da 2019’da okurun beğenisine sundu. Mehmet Berk Yaltırık’ın son öykü kitabı “Gölgeli Öyküler”, Yenisey Yayınları tarafından neşredilmişti. Akademisyen Seçkin Sarpkaya ile birlikte hazırladığı “Türk Kültüründe Vampirler-Oburlar, Yalmavuzlar ve Diğerleri” (Karakum Yayınevi) adlı araştırma kitabı da 2018 yazında okurlarla buluşmuştu. En son 2022 Ekim ayında “Uluslararası Gençlik Edebiyat Festivali-Tirana Gate 2021” festivaline katılmak üzere, Bölgesel Kültürel Çeşitlilik Ağı’nın (READ) “2021 READ Residency Programı” çerçevesinde ekim ayı boyunca Arnavutluk’un başkenti Tiran’da ağırlanmıştı. Şu sıralar YouTube üzerinden kendi yayınlarını sürdüren yazar, yeni kitap projeleri ve senaryo denemeleri üzerinde çalışıyor.
Son Haberler