Ünlü Siyaset Bilimci, Japon asıllı akademisyen Francis Fukuyama, “Yine de ‘Tarihin Sonu” isimli son makalesinde ilgi uyandıran tezinde ısrar etti ve Ukrayna’daki savaşı ele aldı. Fukuyama, Ukrayna'nın Rus işgaline direnişi karşısında kaybetmeye devam eden Putin Rusyası'nın durumuna dikkat çekti. Ayrıca Fukuyama, totaliter Çin rejiminin ekonomik gerilemesini, otoritesini artırmak için baskı ve soykırım uygulamalarında sınır tanımayan soykırımcı Şi Cinping’in izlediği politikaları dile getirdi.
Ortaya attığı tarihin sonu teorisiyle dünya sistemi teorisyenleri ve siyaset bilimi çevrelerinde geniş yankı uyandıran Stanford Üniversitesi Uluslararası Çalışmalar Enstitüsü kıdemli araştırmacısı, Siyaset Bilimci Francis Fukuyama, 16 Ekim 2022 tarihinde kaleme aldığı makalesinde Ukrayna-Rusya Savaşı’na değindi. “Yine de Tarihin Sonu” başlıklı makalesinde Fukuyama, Rusya’nın hesap edemediği Ukrayna‘nın güçlü direnişine ve Putin’in tek adam rejimine dikkat çekti. Öte yandan soykırımcı Şi Cinping’in yönetime geldiği günden bu yana anayasada nasıl değişiklikler yaparak otoritesini sağlama aldığını anlattı. Fukuyama, totaliter Çin rejiminin 20’nci Parti Kongresi’nde alınacak kararlara, batmakta olan ekonomik çalkantılara ve Kovid-19 krizinde kazanılmış gibi görünen zaferin uzun süreli bir fiyaskoya dönüştüğünün altını çizdi.
Fukuyama makalesinde bahsi geçen hususları şöyle aktardı:
Güçlü devletlerin zayıflıkları Rusya’da apaçık ortadaydı. Devlet Başkanı Vladimir Putin tek karar verici; eski Sovyetler Birliği’nin bile, parti sekreterinin siyasi fikirleri incelemek zorunda olduğu bir Politbürosu vardı. Putin’in COVID korkusu nedeniyle savunma ve dışişleri bakanlarıyla uzunca bir masanın ucunda oturduğu fotoğraflarını hepimiz gördük. O kadar izole olmuştu ki, son yıllarda Ukrayna ulusal kimliğinin ne kadar güçlü hale geldiği veya işgalin ne kadar şiddetli bir direnişe yol açacağı hakkında hiçbir fikri yoktu. Aynı şekilde, kendi ordusunda yolsuzluk ve beceriksizliğin ne kadar derine kök saldığından, geliştirdiği modern silahların ne kadar berbat çalıştığından veya kendi subaylarının ne kadar kötü eğitildiğinden de haberdar değildi.
Rejiminin kendisine verdiği desteğin sığlığı, 21 Eylül’de “kısmi” seferberlik ilan ettiğinde genç Rus erkeklerin sınırlara akın etmesiyle ortaya çıktı. 700 bin kadar Rus; Gürcistan, Kazakistan, Finlandiya ve başka ülkelere göç etti. Bu sayı, seferberliğe katılanlardan çok daha fazlaydı. Zorunlu askerliğe alınanlar, yeterli eğitim veya ekipman olmadan doğrudan savaş meydanına atılıyor ve halihazırda cephede savaş esiri veya zayi oluyorlar. Putin’in meşruiyeti, vatandaşlara siyasi pasiflik karşılığında istikrar ve bir nebze de olsa refah vaat eden bir toplumsal sözleşmeye dayanıyordu, ancak rejim bu anlaşmayı bozdu ve sonuçlarını deneyimliyor.
UKRAYNA KIRIM’I KURTARMAK İÇİN GERÇEK BİR ŞANSA SAHİPPutin’in kötü kararları ve kendisine olan sığ destek, yaşayan hafızadaki en büyük stratejik gaflardan birini ortaya çıkardı. Rusya, büyüklüğünü ortaya koymak ve imparatorluğunu geri almaktan çok uzakta, küresel bir alay konusu haline geldi ve önümüzdeki haftalarda Ukrayna tarafından daha fazla aşağılanmaya maruz kalacak. Ukrayna’nın güneyindeki tüm Rus askeri mevziinin çökmesi muhtemel ve Ukraynalılar 2014’ten bu yana ilk kez Kırım Yarımadası’nı kurtarmak için gerçekten bir şansa sahipler. Bu geri gidişler Moskova’da büyük suçlamaları tetikledi. Kremlin muhalefete karşı daha da sertleşiyor. Putin’in kendisinin bir Rus askeri yenilgisinden sağ çıkıp çıkamayacağı cevaplanmamış bir soru olarak duruyor.
ÇİN: KOLEKTİF LİDERLİKTEN KİŞİSEL LİDERLİĞEBenzer bir şey, bu kadar dramatik olsa da, Çin’de yaşanıyor. Deng Xiaoping’in 1978’deki reformları ile Xi Jinping’in 2013’te iktidara gelişi arasındaki dönemde Çin otoriterizminin ayırt edici özelliklerinden biri, kurumsallaşma derecesiydi. Kurumlar, yöneticilerin kurallara uyması ve istediklerini yapamamaları anlamına gelir. Çin Komünist Partisi kendisine birçok kural koydu: Parti kadroları için zorunlu emeklilik yaşları, işe alma ve terfi için katı liyakat standartları ve hepsinden önemlisi partinin en üst düzey liderliği için 10 yıllık bir görev süresi sınırı. Deng Xiaoping, Mao Zedong gibi tek bir saplantılı liderin egemenliğini önlemek amacıyla tam anlamıyla kolektif bir liderlik sistemi tesis etti. Bunların çoğu, 20’nci Parti Kongresi’nde üçüncü beş yıllık dönemde baş lider olarak kalmak için partisinin onayını alacak olan Xi Jinping döneminde tasfiye edildi. Kolektif liderlik yerine Çin, başka hiçbir üst düzey yetkilinin Xi’ye meydan okuyamayacağı kişisel bir sisteme geçti.
Otoritenin tek bir kişide bu kadar yoğunlaşması, kötü kararlar alınmasına yol açtı. Parti, Alibaba ve Tencent gibi yıldızların peşine düşüp teknoloji sektörünü sekteye uğratarak ekonomiye müdahale etti; Çinli çiftçileri, tarımsal kendi kendine yeterlilik arayışında para kaybettiren mahsulleri ekmeye zorladı ve Çin’in önemli kesimlerini kapanmalar altında tutarak sıfır-COVID stratejisinde ısrar etti ve bu da ülkenin ekonomik büyüme rakamlarını düşürdü. Çin, etkili aşıları satın almadığı ve yaşlı nüfusunun büyük bir bölümünü hastalığa karşı savunmasız kaldığı için sıfır-COVID stratejisinden kolayca dönemez. İki yıl önce COVID’in kontrolünde kazanılmış gibi görünen zafer, uzun süreli bir fiyaskoya dönüştü.
Tüm bunlar, Çin’in ekonomiyi canlı tutmak için gayrimenkulde yoğun devlet yatırımına dayanan temel büyüme modelinin başarısızlığının üstüne geliyor. Temel iktisat, bunun, kaynakların büyük ölçüde yanlış tahsisine yol açacağını öne sürer ki bu fiilen gerçekleşiyor.