Osmanlı Devleti’nin "soykırım" yaptığını iddia eden Ermenilerin on yıllardır devam eden asılsız propaganda faaliyetleri, ABD Başkanı Joe Biden’ın 24 Nisan’da bu ifadeyi kullanmasıyla yeniden alevlendi. 1921’de Ermeni terörist Soğomon Tehliryan tarafından şehit edilen devrin Dahiliye Nazırı Mehmet Talât Paşa’nın girişimiyle Osmanlı yönetiminin, 27 Mayıs 1915’te ortaya koyduğu Sevk ve İskan Kanunu, tarihin bilinmeyen sayfalarından birisi. 24 Nisan’ın yıl dönümünde yeniden gündeme tartışmaya ilişkin, Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Esma Özdaşlı, "Sevk ve iskan, Ermeni teröristlerin Ruslara yardım ve yataklık yapmasını engelleyen ve Osmanlı toprağının güvenliğine yönelik zaruri bir uygulamadır" ifadelerini kullandı.
Sözde Ermeni soykırımı iddiaları, her 24 Nisan'da dünya kamuoyunun gündemine gelen bir konu. Özellikle Ermeni diasporalarının on yıllardır Türkiye aleyhine propaganda yürütmesine sahne olan 24 Nisan tarihi, Osmanlı topraklarında isyan ve katliam fiilleri işleyen Ermeni komitacılarının hükumet tarafından tutuklandığı tarihin yıl dönümü. Ermenilerin zorunlu iskan ve göçe tabi tutulmasını öngören uygulama ise 27 Mayıs 1915'te kabul edilen Sevk ve İskan Kanunu olarak biliniyor. Asılsız Ermeni tezlerinin merkezindeki bu iki önemli tarihte yaşananlar ve "soykırım" yalanının perde arkasına ilişkin, Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Esma Saraç Özdaşlı, QHA'ya değerlendirmelerde bulundu.
"DÜNYADAKİ ERMENİ ÖRGÜTLERİ YOĞUN PROPAGANDA FAALİYETİ YÜRÜTÜYOR"ABD Başkanı Joe Biden'ın bir seçim vaadi olarak öne sürdüğü, 1915 olaylarını "soykırım" olarak nitelendirmesinin ardından Türkiye'de devam eden tartışmalar belirli boyutlarda yapılmaya devam ediyor. Doç. Dr. Esma Saraç Özdaşlı süreçte dünyadaki Ermeni diasporalarının ciddi propaganda faaliyeti yürüttüğünü vurgulayarak şöyle konuştu:
"Başkan Joe Biden’ın 24 Nisan açıklamasından sonra bu olay, Türkiye’nin gündemini işgal etmektedir. Türkiye açısından bu düşünülmesi gereken bir durumdur. Ne yazık ki biz her yıl, 24 Nisan yaklaşırken bu konu üzerine eğiliyoruz ve sorunu “Acaba ABD başkanı bu yıl ne diyecek” sorusu üzerinde sığ bir bakış açısı ile ele alıyoruz. Bu süreçte tüm gündem, “soykırım” denip denmeyeceğine kilitlenirken, daha önceki ABD başkanlarının Ermeniler tarafından “soykırım” anlamına gelen “meds yeghern” ifadesini kullanması, 1.5 milyon Ermeni’nin öldürüldüğünü veya Ermenilerin kitlesel katliama maruz bırakıldığını söylemesini ise neredeyse hiç önemsenmiyoruz. Nisan ayından sonra ise konu bütünüyle gündemden düşüyor ne yazık ki. Oysa ki, ben uluslararası alanda Ermeni yapılanmalarını yakından takip eden bir akademisyen olarak, Ermeni örgütlerinin bu konuda tüm yılı kapsayan yoğun bir çaba sarf ettiğini gözlemliyorum. Bir kısmı ASALA ve Taşnak yanlısı olan bu örgütler, tüm yıl boyunca Türkiye ve Azerbaycan aleyhinde, dünyanın birçok ülkesinde yoğun propaganda faaliyetleri yürütüyorlar. Bu asılsız iddiaların sanılanın aksine 1915’te başlamadığını, 1915 öncesi de Ermenilerin başta ABD olmak üzere Batılı ülkelerde sözde iddialarda bulunduklarını da kaydetmek gerekir. Elbette 1944 öncesi soykırım -soykırım kavramı Lemkin tarafından bu tarihte ortaya atıldı- sözcüğü kullanılmıyordu, ancak “katliam”, “kıyım” gibi ifadelerle sözde iddialar dillendiriliyordu. Bakın burada iki örnek vereceğim. 1896’da Osmanlı Devleti’nin ABD elçiliğini yapan Alexander Mavroyeni Bey, İstanbul’a gönderdiği belgede, New York’ta Ermenilerin toplandığını, ABD ve İngiltere’ye sözde Ermeni katliamları için müdahale yapması için baskı yaptıklarını, hatta Protestanlığı seçerek bu politikalarının ilgili ülkelerde daha etkili olmasını amaçladıklarını yazmaktadır. Mavroyeni Bey devamında, Ermenilerin Bulgarlar gibi bağımsız olabilmek için bunları yaptıklarını da kaydediyor. 1896’da merkeze gönderilen bu bilgiler, sözde Ermeni iddialarının çıkış nedeni. Bugün de bunları söylüyorsak ve 1896 gibi çok erken bir tarihte Osmanlı elçisi tarafından dile getirilenleri dikkate alarak hala bu asılsız iddialara karşı ciddi bir strateji geliştiremediysek, bu konuda kendimize de ciddi eleştiri getirmemiz gerek. Benzer şekilde 1914’te Osmanlı Devleti’nin ABD’de temsilciliğini yapan Ahmet Rüstem Bey de Ermeni yalanlarını dile getiren beyanları nedeniyle, Amerikan Başkanı Wilson’un tepkisini çekmiş ve istenmeyen adam (persona non grata) ilan edilerek ülkeden ayrılmak zorunda kalmıştır. Yani daha çok erken tarihlerde Osmanlı aydınları, diplomatları sorunun nedenleri doğru tahlil edebilmişler ve eleştirini dile getirilebilmişler.”
24 NİSAN KARARLARI VE SEVK VE İSKAN KANUNUDoç. Dr. Özdaşlı, 1915 olaylarını ve asılsız Ermeni iddialarını değerlendirirken; bir dizi tarihi yanılgı içine düşüldüğünü ifade etti. Özellikle, başta asılsız "soykırım" tanımlaması olmak üzere tehcir tanımının da hatalı olduğunu kaydeden Özdaşlı, 24 Nisan 1915 ile Sevk ve İskan Kanunu'nun ayrıntılarını ve tarihi süreci şu şekilde özetledi:
"24 Nisan tarihi gerçekte nedir ve neden bu kadar öne çıkarılmaktadır. Buna bakmak gerekir. Ermenilerin sözde soykırım günü olarak andıkları bu tarih, Osmanlı topraklarında teröre bulaşmış komitacıların tutuklandığı ve örgütlerinin kapandığı bir gündür. Bu kişiler, silahlı örgüte üye olan devlete mukavemet gösteren, katliamlara karışan isimlerdir. Ancak, Ermenilerin Osmanlı toprakları üzerinde yer değiştirilmesi, 24 Nisan’da yapılmamıştır. Olayların merkezindeki Sevk ve İskan Kanunu, 27 mayıs 1915 çıkarılmış ve 1 Haziran’da yürürlüğe girmiştir.
1915’teki Ermenilerin çıkardığı isyanlarda, Osmanlı Devleti toprak kaybı yaşadı. Devam eden I. Cihan Harbi esnasında Doğu cephesinde, Ermenilerin yardım ve yataklık ettiği Ruslar, birçok şehri işgale hazırlanıyordu.
"OSMANLI TOPRAKLARININ GÜVENLİĞİ İÇİN, RUSLARLA İŞBİRLİĞİ YAPAN ERMENİLERİN GEÇİCİ İSKANA TABİ TUTULMASI ŞARTTI"Peki Ermeniler, neden 24 nisan tarihini kabul ediyorlar? 24 Nisan tarihine gelene kadar, Osmanlı coğrafyasında çok yoğun Ermeni isyanları baş gösterdi. Ermeni patırtısı adı verilen bu süreç, 1890’dan 1915’e kadar devam etti. Bu isyanlarda binlerce müslüman hayatını kaybetti. Bunu sadece biz söylemiyoruz. Bu alanda uzman olan uluslararası akademisyenler de dile getiriyor. Bu isyanlar bir şekilde bastırılmış ama 1915’te yaşanan isyanların farklı bir anlamı var. 1915’teki Ermenilerin çıkardığı isyanlarda, Osmanlı Devleti toprak kaybı yaşadı. Devam eden I. Cihan Harbi esnasında Doğu cephesinde, Ermenilerin yardım ve yataklık ettiği Ruslar, birçok şehri işgale hazırlanıyordu.
İkinci Van isyanı bu durumun en bariz örneğidir. Bence bu olay, Osmanlı ve Türk tarihinin en büyük vahşetlerinden birisidir. 24 Nisan’a gelene kadar Ermeniler, örgütlenerek binlerce insanı katletmiştir. Sadece ikinci Van isyanında yaşananlar bile bu kanunun çıkarılması için gereklidir. Ne yazık ki, Van’da o tarihte şehrin Müslüman nüfusunun yarısı katledilmiştir. Şehir Ruslara teslim edilmiştir bunu unutmayalım. Zaten bu Sevk ve İskan Kanunun en önemli sebeplerinden birisi de , Ermeniler tarafından işlenen katliamlardır. Van’da yaşanan vahşet çok büyüktür. Bununla birlikte Sarıkamış faciasını da gözden kaçırmayalım. Sarıkamış’ta yaşanan facianın ve binlerce insanımızı kaybetmemizin nedeni o bölgede Ruslara yardım yataklık yapan bizzat Ruslarla beraber çalışan Ermeni komitacılarıdır. Dolayısıyla 24 Nisan kararları ve devamındaki Sevk ve İskan Kanunu süreci incelenirken öncesi eğer değerlendirilmezse sağlıklı bir sonuca varılamaz. Bu kanunu çıkarmak zorunda bırakan süreç ermeni komitacıların önü alınamayacak derece büyüyen terör eylemleridir. Eğer 24 Nisan kararları ve Sevk ve iskan Kanunu hayata geçirilmese idi, Balkanlarda yaşanan travmanın bir benzeri de Anadolu’da yaşanacak ve Anadolu’nun bir çok şehri işgal edilecekti. İşte II. Van İsyanında şehir işgal edilince Osmanlı yönetimi bir karar verdi. Eğer Ermeniler, yardım yataklığa devam ederse Anadolu’nun birçok şehri işgal edilebilecekti.
Ermenilerin sevk ve iskan edilmesi, Osmanlı toprağının güvenliği için yapılmış bir uygulamadır. Özellikle Kafkas cephesinde, Ruslara karşı mücadelenin güvenliği için bu kanun uygulanmıştır. Sevk ve İskan Kanunu, dört maddeden ibarettir ve devletlerin güvenliği için geçerli bir hukuki normu ifade eder.
SEVK VE İSKAN KANUNU'NDA NELERİ İÇERİYOR?Öte yandan, Sevk ve İskan Kanunu’na tabi tutulan Ermeniler, yabancı bir devletin topraklarına gönderilmedi yine Osmanlı topraklarına gönderildi. Ruslara yardım yataklık eden Ermenilerin, yine bir Osmanlı toprağı olan Lübnan ve Suriye civarına nakledildi. Yani bir sınır dışı ve sürgün söz konusu değildir. Ayrıca, Sevk ve İskan Kanunu, geçici bir kanundur. Ermenilerin sevk ve iskan edilmesi, Osmanlı toprağının güvenliği için yapılmış bir uygulamadır. Özellikle Kafkas cephesinde, Ruslara karşı mücadelenin güvenliği için bu kanun uygulanmıştır. Bu kanun topu topu 4 maddedir. Üzerinde fırtınalar koparıldığı kadar, büyük ve detaylı değildir. Bu maddeler de bugün bile modern hukukta devletlerin güvenliği için geçerli olan bir hukuk normu kaydedilmiştir. Bu kanunun birinci maddesinde der ki, “düşmana yardım yataklık yapan işbirliği yapanların geçici olarak başka bir bölgeye sevk edilecektir”. Devlete karşı mukavemet gösteren ve silahlananlara karşı önlem almaktan ibaret, her devletin yapacağı bir uygulamadır. Dikkat ederseniz kanunda bırakın Ermenileri hiçbir etnik grubun adının geçmediği görülür. Ayrıca tüm Ermeniler, bu kanun kapsamında sevk edilmemiştir. Bazı şehirler kapsam dışında bırakılmıştır. Yani asıl amaç doğudaki Ermeni komitacıların Ruslarla işbirliğini engellemektir.
Polonya Yahudisi hukukçu Raphael Lemkin, dünyada "soykırım" teriminin mucidi olan isim. Yunancada ırk anlamına gelen "genos" ve Latince'de katletmek anlamına gelen "cide" kelimelerini birleştirerek "genocide" kavramını ortaya attı.
"ERMENİLER, TARİHİ BİR OLAYI SİYASİ BİR MECRAYA SÜRÜKLEMEKTEDİR"Uluslararası İlişkiler Uzmanı, Sevk ve İskan Kanunu kapsamında 1915 döneminde yaşanan olayların uluslararası hukuk boyutu ve Ermenilerin propaganda faaliyetleri hakkında ise şunları söyledi:
"Uluslararası hukukta soykırım kavramı, 1948 tarihli Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’ne göre düzenlenmektedir. Soykırım kavramını ortaya atan ilk kişi Yahudi asıllı bir Polonyalı olan Lemkin’dir. Adı geçen Sözleşmede, soykırımın tanımı,”bir halkın sırf o halka mensup olmasından dolayı kasıtlı bir yok etme” şeklinde tarif edilir. Dikkat ederseniz, Osmanlı Devleti, cephe güvenliğinin sağlanması ve Ruslarla iş birliğinin önlenmesi için Ermenileri, bir Osmanlı toprağından bir başka Osmanlı toprağına geçici olarak göç ettirmiştir. Bu sevk ve iskan uygulamasında, yaşlılar, hastalar, özürlüler, dul ve yetimler gibi göç edemeyecek olanlar kanun kapsamın dışında bırakılmıştır. Dolayısıyla, Sevk ve İskan Kanunu’nu hiçbir şekilde tüm Ermenileri değil, teröre bulaşmış ve düşmanla iş birliği yapan Ermenileri kapsamaktadır. Bunların hepsi arşivlerde geçmektedir. Ayrıca, herhangi bir olayın soykırım olarak nitelendirilmesi için ya ilgili ülkenin yetkili mahkemelerinde veya yetkili Uluslararası Ceza Mahkemelerinde yargılanmanın yapılması gerekmektedir. Bu Soykırım Sözleşmesi’nin 6. maddesinde açıkça yer almaktadır. Benzer şekilde II. Dünya Savaşı öncesi herhangi bir olay için soykırım tanımlaması da yapmak mümkün değildir. Dolayısıyla, Ermeniler, herhangi bir şekilde kanıt sunamamaktadır. Uluslararası mahkemelere başvurmamalarının nedeni budur, çünkü ellerinde somut bir delil oluşturacak, soykırımla uzaktan yakından bağı olan hiçbir şey yoktur. Başvurulduğu taktirde, Osmanlı Arşivlerinde, bu Sevk ve İskan Kanunu’nun devletin güvenliği için yapıldığı apaçık ortaya çıkacak.Bunu ABD başkanları arasında ilk defa 1981’de “soykırım” ifadesini kullanan Ronald Regan’ın hukuk danışmanı Bruce Fein de açıkça dile getirmiştir. Ermeniler, tarihi bir olayı siyasi bir mecraya sürüklemektedir.”
Justin McCarthy, tarih kitaplarının bu boyutlarda bir katliamı nasıl görmezden geldiği konusunda hayretini gizleyememiştir.
Ermenilerin, 1915 olayları hakkında on yıllardır devam eden propaganda faaliyetleri ve tarihi çarpıtma girişimleri, hakkında önemli kanıtlar sunan Özdaşlı, sözde Ermeni soykırımına yönelik Ermenilerin ortaya attığı tezlerin tamamının sahte olduğunun ciddi tarihçiler ve uzmanlar tarafından ortaya konduğunu belirtti:
"Kanıt olarak sunulan belgelerin hepsi sahtedir. Sözde soykırım iftiracılarının en önemli kanıt olarak sundukları kitaplardan biri, Osmanlı Ermenisi olan Aram Andonian'ın 1920 tarihli kitabıdır. 'Naim Bey'in Anıları' adındaki eser, Talat Paşa'ya ait olduğu ileri sürülen telgrafların tamamı sahtedir. Tarihçiler Süreyya Yüca ve Şinasi Orel, Ermenilerce Talat Paşa’ya Atfedilen Telgrafların Gerçek Yüzü eserinde, bu telgrafların sahte olduğunu ispatlayarak asılsız Ermeni tezlerini çürümüşledir. . ABD’li tarihçi Guenter Lewy de Yuca ve Orel’in eserlerini dikkate alarak, Andonian’ın sahtekarlığını tek tek ortaya çıkarmıştır. Öncelikle, dokuz belgede yer alan Halep valisi Mustafa Abdulhalik Bey'in imzası, valinin gerçek imzasından farklıdır. İkinci olarak, Andonian, Osmanlı ve Avrupa takvimleri arasındaki farklılıkları dikkate almaktan habersizdi ya da dikkatsizce ihmal etmişti. Üçüncü olarak, İçişleri Bakanlığı’ndan giden şifreli telgraf kayıtlarında bulunan tarih ve referans numaraları ile Andonian'ın belgelerindeki referans numaralarının, söz konusu dönemde İstanbul’dan Halep'e gönderilen şifreli telgraflarda kullanılan gerçek referans numaralarıyla hiçbir ilişkisi bulunmamaktadır. Dördüncüsü, dokümanların ikisi hariç hepsi, I. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı hükümetinin resmi belgelerde kullandığı her zamanki işaretlerin hiçbirinin bulunmadığı düz kağıt üzerine yazılmıştır. Son olarak ise, belgeler, sadece Türkçe bilmeyen bir yazarın yapacağı dilbilgisi ve hatalar içermektedir. Bunlara ek olarak Andonian’ın resmi olduğunu söylediği belgelerin hiçbirini saklama gereği duymaması, dolayısıyla gerçek olduğu iddia edilen bu belgelerin hiçbirinin asıllarının mevcut olmaması da kitabın inandırıcı olmasını engellemektedir. Tüm bu kanıtlara rağmen, sözde soykırımı savunan çalışmalarda Andonian’ın yalanlarına hale yer verilmektedir. Aslında Ermeniler de bunu biliyor ama işlerine geldiği için bu kitabı kanıt olarak hala sunuyorlar. Örneğin, Zoryan Enstitüsü Başkanı Gerard J. Libaridian, araştırmacı-yazar Erich Feigl ile yaptığı bir söyleşide, Andonian’ın kitabında yer alan belgelerin sahte olduğunu açıkça dile getirmiştir. Feigl bunu Ermeni Mitomanyası isimli kitabında yazar. Tüm bu kanıtlara rağmen, Taner Akçam “Naim Efendi’nin Hatıratı ve Talat Paşa Telgraflar” isimli kitabında Andonian’ın kitabının gerçek olduğunu hala iddia edebilmektedir. Tabi bu kanıtlar, ne Akçam de de daha önce farklı çalışmalarda vurguladığım gibi Soykırım Endüstrisi’nden faydalanan diğer yazarlar için bir şey ifade etmemektedir.
Yine, İngiliz tarihçi Arnold J. Toynbee, Mavi Kitap isimli eserinin uydurma olduğunu kendisi itiraf etmiştir. Sözde soykırım iddialarının asıl kaynağı devrin ABD Büyükelçisi Henry Morgenthau'dur. İddiaları çökerten önemli bir isim olan Justin McCarthy, bu kitapların "aynı kaynaktan çıkmış gibi" diyerek asılsız ve uydurma olduğunu ortaya koymuştur.
ABD'li ünlü tarihçi Justin McCarthy, "Ölüm ve Sürgün" isimli eserinde, arşiv belgelerinde dayanarak asılsız Ermeni iddialarını çürüten önemli saptamalar ortaya koymaktadır. Birinci Dünya Savaşı esnasında, Ermeni komitacılar ve işbirlikçileri tarafından Müslüman nüfusunun dörtte birinin öldürüldüğünü ortaya çıkarmıştır. McCarthy, tarih kitaplarının bu boyutlarda bir katliamı nasıl görmezden geldiği konusunda hayretini gizleyememiştir.
TBMM, ABD BAŞKANI BIDEN'IN "SOYKIRIM" İFADESİNİ KINADITürkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Genel Kurulu’nda, ABD Başkanı Joe Biden’ın 24 Nisan 1915'in yıl dönümünde asılsız Ermeni iddialarına sığınması ve olayları “soykırım” olarak nitelemesini kınayan bildiriyi 27 Nisan 2021 tarihinde kabul etti. Bildiriye AK Parti, CHP, İYİ Parti ve MHP grupları kabul oyu verirken, HDP Grubu ret oyu verdi. TBMM’nin Biden’ı esefle ve şiddetle kınadığını belirtilen bildiride, “ABD Başkanı Joe Biden’ın 24 Nisan 2021 tarihli açıklamasıyla 1915 olaylarına ilişkin Ermeni lobilerinin iddialarını içeren tezleri sahiplenmesini, TBMM olarak esefle ve şiddetle kınıyor, tarihin siyasi saiklerle tahrifinden başka anlam taşımayan bu temelsiz iftiraları en güçlü şekilde reddediyoruz. Tarihi konularda hüküm vermeye hukuken ve ahlaken yetkisi bulunmayan ABD Başkanı’nın yaptığı bu açıklama, nezdimizde yok hükmündedir.” ifadeleri kullanıldı.İlgili haber: TBMM, ABD Başkanı Biden’ın “soykırım” açıklamasını kınadı
24 NİSAN 1915'İN KISA TARİHÇESİOsmanlı yönetimini, tehcir yahut sevk ve iskan kararını almaya iten sebepler büyük oranda 19. yüzyıl sonları ile 20. yüzyıl başlarında görülen, Balkanlar başta olmak üzere imparatorluk dahilindeki çeşitli ulusların kendi siyasi ajandalarını oluşturması neticesinde patlak veren kanlı tedhiş (terör) olaylarıyla bağlantılıdır. Ermenilere yönelik tedbirlerin alınma sebebi 1912’de Balkanlarda yaşanan büyük nüfus kaybının Anadolu’da da yaşanmasını önleme gayretiydi. Nitekim önce 1877’te İsveç’te Ermeni milliyetçisi Hınçak örgütü, 1890’da ise Tiflis’te Taşnak Sütyun Ermeni İhtilal Cemiyetleri Birliği kurulmuş, 1876-77 Osmanlı-Rus Harbi sonrasında gündeme gelen Osmanlı İmparatorluğu topraklarının paylaşımı çerçevesinde bu örgütler de belirli kazanımların peşine düşmüştü.
Osmanlı-Rus Harbi sonucunda imzalanan 1878 Yeşilköy ve Berlin Antlaşmalarıyla Rusların, Ermeniler üzerinde etkinlik kazanması nedeniyle güneye inmek isteyen Rusların önünü kesmek amacıyla İngilizlerin dikkati Kafkasya üzerinde yoğunlaşmıştı. Büyük devletlerin Osmanlı toprakları üzerindeki nüfuz mücadelesinde Berlin Antlaşmasında Ermenistan olarak adlandırılan bölgeden ıslahat, güvenlik ve müdahale edebilme hakkı gibi şartlar yer almıştı. Bu antlaşma Rus yanlısı ile batı yanlısı Ermeniler üzerinde ayrılıkçı etkiler meydana getirmiş, 1890’da Tiflis’te kurulan Rus güdümlü “Taşnak Sutyun Ermeni İhtilal Cemiyetleri Birliği”, Rus Çarlığı için Osmanlı sınırları içerisinde gönüllü olarak bir nevi “beşinci kol faaliyeti” yürütmeye başlamıştı.
Taşnak cemiyeti siyasi ajandası doğrultusunda terör odaklı etki eylemlerine başvurarak Rus hakimiyetinin önünü açmak adına hareket ederek resmen kurulmasından önce 1888’de Van’da, 1890’da Erzurum’da ve 1894’te Sason’da isyanlar tertip ederek Müslüman halkı katliama tabi tutmuşlardı. 1896 Osmanlı Bankası baskını ise bu olayların pik noktası olmuştu. Osmanlı’nın bu hareketler karşısında sert tedbirler alması ise dünya basınında sözde “Türk zulmü” olarak lanse ettirilmişti. İleride de Balkan Savaşları döneminde asıl katliama uğrayan Türklerken, gerçekleşen katliamlar yine çeşitli basın organlarında “Türk barbarlığı” şeklinde yansıtılarak gerçeklerin çarpıtıldığı görülecektir. Önleyici tedbirleri bahane eden diğer ülkeler bu şekilde Osmanlı Devletine bölgesel ıslahatlar adı altında kendi siyasi çıkarlarını dayatırlarken, belirli çeteler de kendi hesaplarına bölgedeki nüfus yoğunluğunu silah zoruyla değiştirmeye çalışıyorlardı. İmparatorluk sınırları içerisinde kanlı bir nüfuz ve nüfus mücadelesi söz konusuydu. 1912’de yaşanan Balkan Harbi ve gerçekleştirilen büyük Türk soykırımı, bunu açıkça ortaya koymuştu. Nitekim Balkan Harbi sırasında da bölgede bazı Ermeni çeteleri Bulgar ordusu saflarında Türk köylerini hedef almıştır.
Ermeni terör örgütleri, Harb-i Umumi (Birinci Dünya Savaşı) başlangıcında Rus Çarlığı’nın güdümünde Ermeni alaylarının oluşuma katılıp Doğu Anadolu’daki “Ermeni olmayan” unsurlar üzerinde terör estirmeye başlayınca devrin Osmanlı yönetimi 24 Nisan 1915’te Ermeni komitelerinin hepsini kapatma kararı alarak 235 önderini tutukladı. İstanbul’daki 610 komitecinin çoğu yakalanamamıştı. Tutuklananların bir kısmı Ayaş ve Çankırı’ya sevk edilmiş, yabancı ülke vatandaşı olduğu anlaşılan Ermeniler ise sınır dışı edilmişti. Bu tarih 27 Mayıs 1915’te alınan tehcir kararının ön adımı sayılarak belirli siyasi çevrelerin ve Ermeni diasporasının sözde soykırımın başlangıcı ve sembolü olarak kabul görmektedir.