Ömer Cihad KAYA QHA Ankara
Vatan Kırım’dan zorunlu göç ve sürgünle Türkiye'ye gelen Kırım Tatarları, geçen asırlar boyunca "Ak topraklar" dedikleri Anadolu'da yaşamaya devam ediyorlar. Muhacirliğin bir kader olageldiği Anadolu'da yaşayan birçok Kırım Tatarı, bu topraklarla, bu toprağın kimliğiyle adeta özdeşleşmiş durumda. Türkiye'de bugün artık sayıları milyonlarla ifade edilen Kırım kökenli isim bulunuyor. Bu isimlerden, belki de değeri yeni fark edilenlerden birisi de Kırım kökenli yazar, ödüllü romancı Metin Savaş.
Metin Savaş, kelimenin tam anlamıyla sıra dışı bir yazar. Bir yanı Yörük bir yanı Tatar olan usta kalem, her iki kimliği de üzerinde gayet iyi taşıyor ve eserlerinde bu kimliğe ait değerlere yer veriyor. Kırım'dan gelen Elif Nine'sini hiç görmese de, Kırım ve Kırım Tatarları deyince adeta burnunun direkleri sızlıyor. Uzun yıllar hayatını mahalle bakkallığı yaparak kazanan Savaş'ı, edebiyat çevreleri post-modern bir romancı olarak tarif ediyor.
Hakkında yüksek lisans tezleri yazılan ve araştırmalar yapılan Kırım kökenli yazar Metin Savaş, Prof. Dr. Mustafa Özsarı'ya göre Türk edebiyatının yaşayan en büyük romancısı. Eserleri ve çalışmaları ile adeta parmakla gösterilen Savaş, hiç şüphesiz farklı bir sosyal tabakaya mensup olsaydı çoktan popüler olacak ve adından daha çok söz ettirecekti. Ancak o; bilimin, sanatın ve edebiyatın ışığında Türkiye'nin Kuvayı Milliye şehri Balıkesir'de münzevi hayatına devam ediyor. Eserleri, fikirleri ve dikkat çeken yaşam öyküsüyle genç beyinlere ışık oluyor.
Kırım Haber Ajansı olarak, Kırımlı Elif Ninesinin yadigârı olarak gördüğü Kırım rozetini hiç çıkarmayan sıra dışı yazar Metin Savaş ile, Vatan Kırım'ı, Türk dünyasını, yazarlık serüvenini, edebiyata dair görüşlerini ve hazırlamakta olduğu yeni eserlerini konuştuk.
Metin Bey bize kendinizden bahseder misiniz, insanlar Metin Savaş'ı nasıl tanımalı?
Ben Metin Savaş. 1965 Balıkesir doğumluyum. Balıkesir’de yaşıyorum roman yazarıyım. Romanlarım Ötüken Neşriyat’tan çıkıyor, şimdilik 14 kitabım var. Roman dışında da bir takım çalışmalarım oluyor. Balıkesir’deki sivil toplum kuruluşlarında görevlerim var. Kırım Derneği Balıkesir Şubesi üyesiyim. STK'larda çalışıyoruz, hizmet vermeye gayret ediyoruz.
Balıkesir’de bir yörük ailesinin çocuğuyum. Karakeçili aşiretine mensubum fakat bizim bir ninemiz var. Elif ninemiz. Elif Ninem Kırım’dan gelmiş. Ninem ben doğduğum sene vefat etmiş o yüzden onunla tanışmak hatıralarını dinlemek imkanım olmadı. Kendisi annemin ninesi oluyor. Annemden duyduğum malumatlara göre, Elif Ninemizin ailesi, Kırım’dan göç yoluna çıktığında o, kendi annesinin karnındaymış. Dobruca'ya vardıklarında, göç yolunda doğmuş. Oradan Bulgaristan’a, Bulgaristan’dan da Selanik’e göç etmişler.
Bir düğün günü Metin Savaş ve ailesi
SELANİK'TE ZÜBEYDE HANIMLARIN KOMŞUSU KIRIMLI ELİF NİNE
Bir müddet Selanik’te yaşamışlar. Hatta bir rivayete göre, Elif ninemiz genç kızlık döneminde Zübeyde Hanımların komşusuymuş Selanik’te. Ve yine bir rivayete göre, ne kadar doğrudur bilmiyoruz, o zamanlar çakı gibi bir delikanlı olan Mustafa Kemal’e de aşıkmış komşu oldukları için. Komşu oldukları için birbirlerine gidip gelirlermiş. Muhtemelen doğrudur çünkü komşular birbirine aşık olur. Herhalde Elif ninemiz de o yakışıklı delikanlıya aşık olmuştur. Yine bir rivayete göre, annemin dayısı anlatmıştı... Mustafa Kemal, Elif Nineme yüz vermemiş. Elif ninemiz de ona hep kızgınmış. Ailemiz arasında hep böyle bir espri vardır. Cumhuriyet kurulduğunda, Elif Ninem, Cumhuriyet hakkında olumsuz şeyler söylemiş… (Gülüyor) Ama, muhtemelen gerçek sebebi başkaydı, Elif Ninem Atatürk’e kendisine yüz vermediği için kızıyordu…Yani sağ olsaydı ona "Sen Cumhuriyete kızmıyorsun, asıl Mustafa Kemal’e kızıyorsun" derdim… (Gülüyor)
Böyle kırık dökük hatıralarımız var. Bizim Balıkesir’deki sülalemizde bir çekik gözlülük var. Bu Elif Nine’nin genlerinden kaynaklanıyor olsa gerek. Tabii ki, Balıkesir Yörüklerinin bir kısmının da çekik gözlü oluyor. Dışarıdan bakanlar bana da senin gözlerin hafiften çekik diyorlar.
Bundan 3-5 sene evvel Eskişehir’e bir imza gününe gitmiştim. Kaldığım otelde kahvaltı salonunda tek başıma kahvaltı ediyordu. Arkamdaki masada kalabalık bir kadın grubu oturuyordu. Romence bir şeyler konuşuyorlardı ama aralarında bir takım Türkçe kelimeler seçmiştim. Ben bu yaşlı kadınların, kim olduklarını merak ettim biraz da tahmin ederek onların bulunduğu masaya gittim. O sırada da ceketimde bir Kırım Tatar bayrağı rozeti vardı. O yaşlı kadınlardan biri o rozeti görünce bana sarıldı ağladı. (Ağlıyor) Sonra onlarla konuştuk, oturduk sohbet ettik. Turist olarak Romanya’dan Eskişehir’e gelmişler. Ayrılırken de tabii ağlaştık.
Balıkesir dernek başkanına söz verdim. Bir Kırım romanı yazacağım.
Balıkesir’de Tatar çoktur. Eskişehir, Türkiye’deki Tatarların başkenti olsa da belki de ikinci kalabalık nüfus buradadır. Balıkesir’de Kırımlılar mahallesi de var. Tabii Balıkesir’de kaynaşma çok fazla olmuş. Burada Yörük-Tatar ayrımı yapmayız. İşte benim ailemin, bir tarafı Tatardır bir tarafı Yörüktür. Balıkesir Tatarları şehirde yaşadıkları için burada bir Tatar köyü yok. O yüzden bazı gelenekleri, hatıraları ne yazık ki unutmuşlar. Burada dernek vasıtasıyla birtakım çalışmalar yapılıyor. Bu unutulmuş hatıraları tekrar keşfetmeye canlandırmaya çalışıyoruz. Hatta Balıkesir dernek başkanımıza da söz verdim. Bir Kırım romanı yazacağım. Bu hatıralar üzerinden yola çıkarak sıra geldiğinde onu da yazmak istiyorum. Ancak Cengiz Dağcı’yı taklit etmek de istemiyorum. Acele etmiyorum bu konuda psikolojik bir roman olsun istiyorum. Tatarların yaşadığı o göç travmasını, psikolojisini bu romana yansıtmak istiyorum. Bu nedenle yazmakta acele etmiyorum.
Onun haricinde ben Kırım’a hiç gitmedim görmedim. Hakkında sadece kitabi bilgiye sahibim, Hakan Kırımlı’nın veya diğer yazarların eserlerinde okuduğum kadarıyla bilgiye sahibim. Tabi, oralara gidip gözümle görmeyi çok istedim. Salgır Nehri’ni görmeyi çok istiyorum. Bahçesaray’ı görmeyi isterim. Bununla birlikte kan çeker diyoruz biliyorsunuz Türkçe’deki ifadesiyle. Kırım’a, Kırım Tatarlarına daima bir yatkınlığım vardır. Tatar Türkçesini bilmiyorum ama kan çekiyor demekki ne zaman bir Kırımlı, bir Tatar görsem duygulanırım.
Her romanımda Kırım’a muhakkak yer veririm. Zaten Balıkesir'de Tatar çok. Mesela bir romanımdaki esas oğlan Balıkesirli bir karakter. İstanbul’da bazı maceralar yaşıyor onun adı Tatar Adnan. Yeğenimin adını verdim. Her romanımda bir Tatarlık izi, her romanımda bir yörüklük izi bulursunuz. Ya karakter Tatardır veya Balıkesirlidir. İlla bir Tatarlık sokuyorum romanlarıma.
Eserlerinizde Kırım'a, Kırım Tatarlarına özel bir yer ayırıyorsunuz. Kırım sevginiz herkesin malumu. Ancak bugün Kırım Rus işgali altında. Kültürel, dini, siyasi baskılar var. Bu konuda bir edebiyatçı ve yazar gözüyle neler söylemek istersiniz?
Her romanımda Kırım’a muhakkak yer veririm. Zaten Balıkesir'de Tatar çok. Mesela bir romanımdaki esas oğlan Balıkesirli bir karakter. İstanbul’da bazı maceralar yaşıyor onun adı Tatar Adnan. Yeğenimin adını verdim. Her romanımda bir Tatarlık izi, her romanımda bir yörüklük izi bulursunuz. Ya karakter Tatardır veya Balıkesirlidir. İlla bir Tatarlık sokuyorum romanlarıma.
Tabii Kırım'a gitmek işgal şartları yüzünden şu anda zor. Daha geçen günlerde, bir Kırım Tatar arkadaşımla sohbet ediyorduk .Ona şöyle dedim, “hiç üzülme ben yüzde yüz eminim Kırım'ı geri alacağız”. Yani ben böyle inanıyorum.
Kırım’ı ne zaman özgürlüğüne kavuştururuz, 50 yıl sonra mı, 100 yıl sonra mı, yoksa 500 yıl sonra mı? Önümüzde bir ufuk olmalı on yıllık da plan yapmalıyız, 1000 yıllık da plan yapmalıyız. Deli Petro'nun 500 yıllık plan yaptığı gibi her yönden hazır olmalıyız. A planı, B planı, C planı yapmalıyız.
Kırım’da birinci problem nüfus azlığı. Nüfus çoğalmadığı sürece siyasi ve kültürel kontrolü ele geçirmemiz mümkün değil. Türk-Tatar nüfusunun muhakkak çoğalması gerekiyor. Bu nasıl olabilir? Hem Rusya’ya, hem Türk Cumhuriyetlerine, Türkiye’ye dağılan tatarların bir kısmının geri dönmesi lazım. Ama tabii hadi biz dönüyoruz demekle olmuyor. Rusya faktörü var, Ukrayna faktörü var ve Türkiye devletinin tutumuna da bakıyor iş tabiii. Bir de orada yaşayan insanlar geri dönmek isterler mi? onların iradesi önemli. İnsanoğlu hayatını rahat yaşamak ister. Orada her türlü zorluk var sokakta kalabilirler, işgalci yönetim cinayet işliyorlar, baskılar zaten malumunuz.
Dolayısıyla, Türkiye ve Türk cumhuriyeti devletlerinin sıkı işbirliğiyle bu konu başarılabilir, bu mümkün olabilir. Rusya’ya baskı uygulanabilir. Korkmamak gerekir, cesur olmak gerekir hep söylerim ne ABD ne de Rusya ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar, Tanrı değildir. Türk tarihi de biliyorsunuz muazzam bir tarih. Kendimize güvenmemiz gerekir.
"KIRIM'I KİMSE BİZE ALTIN TEPSİDE SUNMAYACAK, MÜCADELE ETMELİYİZ"
Rusya, gerçekçi olmak gerekirse Kırım’ı bırakmak istemeyecektir çünkü Karadeniz’e açılma yoludur ama biz de irademizi ortaya koymak zorundayız. Kırım’ı ne zaman özgürlüğüne kavuştururuz, 50 yıl sonra mı, 100 yıl sonra mı, yoksa 500 yıl sonra mı? Önümüzde bir ufuk olmalı on yıllık da plan yapmalıyız, 1000 yıllık da plan yapmalıyız. Deli Petro'nun 500 yıllık plan yaptığı gibi her yönden hazır olmalıyız. A planı, B planı, C planı yapmalıyız.
Kırım’ı kimse bize altın tepside ikram etmeyeceğine göre bizim kendi irademizi ortaya koymamız gerekir, yılmamak gerekir. Aradan 500 yıl geçmiştir başarısız olmuşuzdur yılmak yok… Gerekirse 1000 yıl daha mücadele ederiz. Belki işler, şartlar değişir. 50 yıl sonra isteğimize kavuşuruz, hayat sürprizlerle doludur. Kırım’ı muhakkak geri almamız lazım çünkü ana yurdumuzdur.
Yeri gelmişken, benim hoşuma gitmeyen bir husus da Türk halkları arasındaki etnik ayrımcılıktır. Biliyorsunuz Safevi ordusu da Osmanlı ordusu da Türk ordusuydu ama birbiriyle savaştı.Hepimiz tarihte hatalar yaptık. Kazan Hanlığı ile Kırım Hanlığı malesef birbirinin altını oydu ve Rusya bundan faydalandı.Dolayısıyla, bu hataları artık işlemeyelim. Üst kimlikte birleşelim, bu üst kimlik tabii ki, Türk kimliğidir. Gaspıralı örneği de ortadadır. Bu etnik asabiyeti bırakalım . Aksi takdirde, ne Kırım’ı kurtarabiliriz ne Kazan’ı kurtarabiliriz ne de Anadolu’yu elimizde tutarken daha rahat hareket edebiliriz. Büyük düşünmemiz gerekir. Doğu Türkistan örneği ortada. Türk birliği kurulmuş olsaydı Çin Doğu Türkistan’ı ezmeye cesaret edemezdi.
Metin Savaş hakkında insanların en çok merak ettiği konu yazarlık serüvenine nasıl başladığı. Sıra dışı bir yazarsınız. Biraz klasik olacak ama bu yazarlık serüveniniz nasıl başladı?
Benim yazar olmak gibi bir hayalim yoktu. Sanatçı yetiştiren bir ailenin çocuğu değilim. Kitap okumayı çok seven bir sülalem var, köydeki cahil dayım bile kitap okumayı sever. Ama hiç sanatçı-yazar yetiştirmemişiz. Çocukluğumdan beri kitap okumaya meraklıydım. Asla da, yazarlığı hayal etmedim öylede bir ufkum yoktu. Zaten Balıkesir’de mahalle bakkallığı yaptım nereden bunu hayal edeceğim…
Kendi kendime kitap alıyordum. Yaş 25’e gelince bir baktım odam kitapla dolmuş. Kendi kendime dedim bu kadar kitabı ben mi okudum diye. Herhalde ben de bir şeyler yazarım dedim ve ilk hikayemi yazdım. Türkiye’nin bir numaralı edebiyat dergisi, Türk Edebiyatı Dergisi o yıllarda çok okunurdu. Cahil cesaretiyle oraya ilk hikayemi gönderdim. Her sayısını takip ettiğim bir dergiydi. Bir gün bir baktım benim hikayem yayımlanmış. O zamanlar sevinçten havalara uçtuğumu hatırlıyorum. Sonra o dergide yazmaya devam ettim. Hikayeler, denemeler yazdım. Sonra Dergah dergisine de yazılar yazdım. Ve o bana hem özgüven verdi hem de tecrübe kazandım. Hatta Türk Edebiyatı Dergisinin Ömer Seyfettin Hikaye Yarışması’nda mansiyon ödülü kazandım, orada bazı meşhur hocalarla tanıştım. Bu şekilde kendimi yetiştirmeye çalıştım.
Önüm, Zemheri Kuyusu sayesinde açıldı diyebilirim. Romancı olmam biraz tesadüfidir çünkü böyle bir hayalim yoktu. Benim bir gözüm kördür, sağ gözüm hiç görmez. 3 yaşındayken sağ gözüm kaymış o zamanki teknolojiyle tedavi edilmemiş. Bu yüzden hep göz doktoru olmayı hayal ederdim ama tembel bir öğrenciydim.
Mahalle bakkallığı yaparken de gizli gizli zaman buldukça kitap okuyordum. Geceleri az uyuyordum. Günün birinde işte ilk romanımı yazdım, ilk romanımı da İstanbul Tuzla Belediyesi bir roman yarışması düzenlemişti oraya gönderdim, birinci oldum. Jürisi çok sağlamdı. Üstatlar vardı. Jüri başkanı rahmetli Mustafa Miyasoğlu’ydu. Orhan Okay vardı jüride Tanpınar'ın öğrencisiydi, hocaların hocasıdır. Necmettin Tülünay vardı o da büyük bir hocadır. Böyle sağlam bir jüriden geçmeyi başarınca kendime güvenim daha da arttı. Ama ilk romanımda birinci olunca korkmuştum. Ödül töreninden sonra Balıkesir'e geri geldim. Jüri Başkanı Miyasoğlu bana demişti ki, ‘tamam sen bu ödülü aldın birinci oldun ama senden artık daha iyilerini bekliyoruz’ deyince ben korktum. Çünkü roman yazma tecrübem yok bir de Balıkesir’de, taşra da yaşıyorum bir de mahalle bakkalıyım daha iyi romanı nasıl yazacağım? Öyle okumakla olmuyor korktum iki sene hiçbir şey yazmadım. Sadece kendimi geliştirmeye çalıştım okumalar yaptım. İkinci romanımı yazdım başarısız oldu. Basıldı ama okunmadı ilk romanım da ödül almama rağmen okunmamıştı çünkü meşhur biri değilim moralimi de bozuyordu tabii bu durum. Üçüncü romanım Zemheri Kuyusu’nu yazdım Ötüken Neşriyat’a gönderdim. Ötüken bu romanı bastı aynı sene bu roman, Türkiye Yazarlar Birliği tarafından yılın en iyi romanı seçildi. Ondan sonra tabi bana kapılar açıldı.
"ÖNÜM ZEMHERİ KUYUSU SAYESİNDE AÇILDI"
Tabii Zemheri Kuyusu da yaklaşık beş sene fark edilmedi. Çünkü meşhur biri değilim televizyonlara çıkmıyorum. Buna rağmen yılmadım vazgeçmedim. Ondan sonra bu roman keşfedildi. İkinci, üçüncü baskıyı yaptı. Ondan sonra artık benim yolum açıldı. Diğer romanlarımı yazdım, başka ödüller aldım. Türk Ocakları Ayvaz Gökdemir Edebiyat Ödülü’nü aldım, muhit edindim. Bu süreçte, Balıkesir’de tanındım. STK’ların yönetim kurullarına girdim. Kırım Derneği Balıkesir Şubesi, Balıkesir Türk Ocağı, TÜRKAV...
Önüm, Zemheri Kuyusu sayesinde açıldı diyebilirim. Romancı olmam biraz tesadüfidir çünkü böyle bir hayalim yoktu. Benim bir gözüm kördür, sağ gözüm hiç görmez. 3 yaşındayken sağ gözüm kaymış o zamanki teknolojiyle tedavi edilmemiş. Bu yüzden hep göz doktoru olmayı hayal ederdim ama tembel bir öğrenciydim. Zaten ortaokul ikinci sınıfı iki kere okumuştum İstanbul Vefa Lisesinde liseye başladım birinci sınıfta 11 dersimiz vardı ben 9 dersten sınıfta kalmıştım, okumayı orada bıraktım tabii ki… Hatta hiç unutmuyorum müdür yardımcımız beni çağırdı. Bana dedi ki, “Metin seni tebrik ediyorum 100 yıllık okulumuzun en tembel öğrencisi seçtim seni”. Ben üzülmemiştim, çünkü okul okumak gibi bir hevesim yoktu.
Yazın hayatınızda İstanbul'da yaşamanın, İstanbul'da okumanın bir etkisi oldu mu?
Ben vefa lisesinde sadece bir sene okudum yazar oldum. çünkü öğretmenlerim çok iyiydi. Ben o zaman bunu fark etmiyordum ama sonradan sonraya anladım. Bir gün kendisiyle şişmanlığı yüzünden dalga geçtiğimiz kimya öğretmenimiz bize bir şey söyledi. O laf bana hayat dersi oldu. Dedi ki, “bakın çocuklar siz benle dalga geçiyorsunuz ama benim yetiştirdiğim tüm öğrenciler şu anda TÜBİTAK’ta çalışıyor.” Ama ben öğretmenlerimin değerini çocuk ruhlu olduğum için anlamadım. Edebiyat öğretmenimiz de çok iyiydi ben kompozisyondan hep 10 alırdım bir gün bana dedi ki, “Metin sen de bir şey var”. Ben onu yine anlamadım ama yıllar sonra o yetenek ben de patlak verdi...
Tabii İstanbul’da yaşamanın verdiği bir hayat tecrübesi var. Bunlar hep bende birikmiş. Gözlem yeteneğim de var tabii ki. Yazarlığa biraz da Allah vergisi demek gerekiyor ama sadece o Allah vergisi yetmiyor çok okumak ve kendinizi geliştirmeniz gerekiyor.
İbrahim Habib Sevük der ki “Sanatçılık yeteneğinin onda biri tanrı vergisidir onda dokuzu alın teridir.” Yetenek olsa bile çalışacaksın kendini geliştireceksin. Çünkü o yetenek köreliyor bir şeyler katmazsanız kendinize. İlk hikayelerimi yazarken bunu erken fark ettim ben. Hocalarım da bana biraz akıl verdiler ve çok ciddi okumalar yaparak kendimi geliştirdim.
Ben Türk Ocaklıyım biliyorsunuz. Bugün Türk Ocakları camiasının yaşayan en büyük romancısı olarak kabul ediliyorum. Bunun en büyük nedeni çok fazla çalışmamdır. 25 yıl mahalle bakkallığı yaparken geceleri çok az uyudum. Bana soruyorlar sen nasıl başardın diye genç yazar arkadaşlar. Ben de diyorum ki, “benim gibi olmak istiyorsanız benim yaşadıklarımı yaşayacaksınız. Ne yapacaksınız 25 yıl boyunca geceleri çok az uyuyacaksınız. Buna cesaretiniz varsa buyurun yazar olun."
Öyle oturduğunuz yerden yazar olamazsınız. Az önce ne demiştim Kırım’ı bize altın tepside sunmayacaklar yazarlık da öyle kimse yazarlığı size altın tepside sunmaz siz kendiniz gayret göstereceksiniz.
Romanın içerisinde hayat var. Hayatın içerisinde de bütün bilimler var. Dolayısıyla, zamanınızın elverdiği ölçüde tüm bilim alanlarını çalışmak zorundasınız.
Çok farklı disiplinlerde okumalar yapan bir yazarsınız. Bunun size iyi bir romancı olma konusunda nasıl bir yardımı dokundu? Bu yetkinliği nasıl kazandınız?
Farklı okumalar yapmamın nedeni; bir merak, ikincisi de kaliteli romancı olabilmek için her alanda bilgi sahibi olmam gerektiğini erken fark ettim. O yüzden yıllardan beri farklı alanlarda okumalar yapıyorum hala Edebiyat Teorisi hakkında bilmediğim şeyler var, okudukça karşıma çıkıyor.
Neden farklı alanlarda okumalar yapıyorum? Edebiyat derslerinde bunları öğrencilerime anlatırım. Roman ne anlatır? Toplumu anlatır, dolayısıyla sosyoloji çalışmak zorundasınız. Roman ne anlatır? Karakterlerin psikolojisini anlatır, o yüzden psikoloji çalışacaksınız. Hem bireysel hem toplum psikolojisi... Daha özetle anlatmak gerekirse romanın içerisinde hayat var. Hayatın içerisinde de bütün bilimler var. Dolayısıyla, zamanınızın elverdiği ölçüde tüm bilim alanlarını çalışmak zorundasınız.
"HEDEFİM DÜNYA ÇAPINDA BİR ROMANCI OLMAK"
Bir romancının her alanda çalışması, eserinin seviyesini yükseltir ben de zaten herhangi bir romancı olmak istemiyorum. Dünya çapında bir romancı olmak istiyorum böyle bir hedef koydum önüme. Hedefim Nobel almak falan değil dünya romancılarıyla yarışabilmek neden böyle bir hedefim var? Çünkü benim hayalim, Türk Birliğini, Turan'ı kurmak. Turan da zaten dünya çapında bir devlet, bir ülke olacağına göre Turan'ın romancıları da dünya çapında romancılar olmalı. Entelektüel savaştır bu. Dostoyevski ile George Orwell ile yarışabilmeliyiz. Türk de adam yetiştirebilir, romancı, yazar, bilim adamı yetiştirebilir dedirtebilmek için onların seviyesine ulaşmamız gerekir, dolayısıyla çok çalışmak gerekiyor. O yüzden her alanda okumalar yapıyorum. Türk romancısı kıyıda köşede kalmış alelade bir romancı olmamalı. Biz de Dostoyevski, G. Orwell yetiştirmeliyiz.
METİN SAVAŞ'IN HAYATINDA YER EDİNEN TÜRK VE DÜNYA EDEBİYATINDAN İSİMLER
Yine klasik olacak ama hem Türk edebiyatında hem de dünya edebiyatında hayatımda yer edindiği dediğiniz yazarlar kimler?
Pek çok yazarı okudum ama bir kaç tanesi öne çıkıyor. Dünya edebiyatında Dostoyevski. Onu, Tolstoy'dan daha çok severim, hatta üstadım derim beni çok fazla etkilemiştir. George Orwell'a özel bir ilgim var. Zaten Orwell’ın 1984 romanı hakkında bir çalışma da yaptım çözümleme kitabım var. Onun haricinde Victor Hugo'ya hayranımdır. Hugo, Türk düşmanıdır ama o kendi şartları içerisinde öyle olmak durumundaydı tabii ki.
Türk Edebiyatında, Ahmet Hamdi Tanpınar’ı saymadan olmaz. Peyami Safa’nın ben de özel bir yeri vardır çünkü onun hayat hikayesiyle benim hayat hikayem arasında çok fazla benzerlikler var. Onu sonradan biyografisini çalışınca fark ettim. ben Fatih'te büyüdüm Peyami Safa'nın Fatih- Harbiye romanında anlattığı muhit benim oturduğum muhitti. Benim onunla duygusal bir bağım var anlatırsam uzun sürer. Oğuz Atay üstadlarım arasındadır. Ve tabii ki Nihal Atsız olmazsa olmazlarımızdandır.
Kırım deyince aklınıza gelen ilk üç şey nedir?
Travma aklıma geliyor. Sürgün travması. Kırım hakkında bir roman yazarsam bahsetmiştim bu travmayı anlatmak istiyorum o yüzden ilk aklıma gelen bu. Salgır Nehri'ni ve Bahçesaray'ı hiç görmedim ama çok görmek istediğim bunları sayabilirim. Bir hayalim de şu, espri mahiyetinde söylerim hep Kırım’a gidip bir Tatar kızıyla evlenmek isterdim.
Türk dünyası deyince...
Tabii ki, ilk olarak Turan aklıma geliyor. Hedefim o çünkü, kişisel hedefim. Kimisi küçümseyebilir bunu. Aşırı hayalcilik olarak görebilir bunu ama olsun. Ne fark eder ki, nasıl olsa ölmeyecek miyiz? Hayalci olmak kötü bir şey değildir. Tabii ki gerçekçi de olmak gerekir. Bir ayağımız gerçekçiliğe basacak, bir ayağımız da hayalci olmalı ki hedeflerimiz uğruna gidelim.
Semerkand ikinci, orayı hep görmek isterim. Oradaki medreseleri … Hatta bir yönetmen arkadaşımız bana sordu; nasıl bir film çekilmesini arzu edersin? Uluğ Bey Rasathanesi demiştim. Mesela İngilizler bir film çektiler; filmin konusu Oxford sözlüğüydü. Onun nasıl hazırlandığı ile ilgili. Ne kadar enteresan? Ben de yönetmene dedim ki; Oxford sözlüğünün filmi bile çekiliyor, biz de Uluğ Bey rasathanesini çekmeliyiz. Biz de böyle enteresan şeyler yapmalıyız ki bunlar bize özgüven sağlıyor. Biz de mesela meşhur kitaplarımız hakkında, Kutadgu Bilig hakkında, Piri Reis haritası hakkında filmler çekebiliriz.
Siz böyle bir roman yazsanız aslında…
Evet böyle bir planım var. ABD ve ya Avrupa casusluk filmlerinde bir Berlin'e bir Prag'a oradan Roma’ya geçiyor. Biz de böyle bir kurgu planlayabiliriz. Bir Türk casusu Kaşgar’dan yola çıkar Özbekistan’a uğrar oradan Kırım’a geçer. Kırım'dan Anadolu'ya oradan da Balkanlara geçer aynı filmin içerisinde Türk dünyası mekanları geçebilir…
Anadolu'yu gezmek lazım. Ben Urfa'da bir Osman Beg'i tanıdım ama Anadolu'da belki ondan binlercesi var.
"URFA'DA TANIŞTIĞIM 103 YAŞINDAKİ OSMAN BEG..."
Son kitap çalışmalarınızdan bahsedersek Metin Savaş okurlarını yakın dönemde hangi kitaplar bekliyor?
Bu röportajı yapmadan önce uzun bir yolculuğa çıkmıştım yedi gün sürdü. Urfa Türk Ocağının kurucu başkanı Mehmet Avcılar hocamızla beraber yola çıktık. Balıkesir'den Urfa'ya gittik. Hedefimiz, Urfa'daki Karakeçili köylerini ziyaret etmekti. Urfa Karacadağ’da bir dağ köyüne gittik. Karakeçili Türkan aşiretine mensup bir köydü. O köyde bir kaç saat geçirdik. İki dilliler, Türkçe ve Kürtçe konuşuyorlar. Karacadağ bölgesinde Türkan aşiretine bağlı 50’ye yakın köy varmış. Ben yoldaki anılarımı, Karakeçili aşiretiyle ilgili izlenimlerimi dergilerde yazacağım. İnşallah ileride bunu kitaplaştıracağım.
Ben Urfa’daki o köye varır varmaz şöyle dedim: Ben Balıkesir’den geliyorum. Karakeçiliyim. 1500 km ötedeki akrabalarımı görmeye geldim. Bana Ertuğrul Gazi’yi sordular. PKK ile savaşan bir aşiret zaten 50 köyden 100 şehit verdik dedi. Yine bölgede başka bir aşiret tek başına 300 şehit vermiş. Batıdan o topraklara bakınca bazı önyargılar oluyor. Bu önyargıları kırmak için gidip görmek lazım.
Güneydoğu Anadolu'nun Türkmen bölgesi olduğunu çok net bir şekilde gördüm. Tabii çok köklü bir kültür var. Orada çok yaşlı 103 yaşında bir "Osman Beg" ile tanıştım. Kendisine ısrarla Osman Beg dedirtiyor çünkü ben bir bey torunuyum diyordu. Bu 103 yaşındaki adam bana Türk tarihinin 1000 yıl öncesini anlatıyor. Bey soyundanmış zaten. Ne anlatıyor? Ağzından çıkan kavramların bir çoğunun anlamını bilmiyor ama ben onun sözlerini Oğuz Kağan Destanı'ndan biliyordum. O sözlü hafıza sayesinde unutulmamış. Bana bir kelime söyledi anlamı ne dedim bilmiyorum dedi. Ben ona dedim ki senin bu söylediğin kelime Oğuz Kağan Destanı'nda geçiyor. Köylüler de şaşırdı buna onlar zannediyorlarmış ki bu 103 yaşındaki Osman Beg'in anlattıkları masaldır. Ama halbuki gören bilen bir göz için bu sözler çok anlamlı, sözlü kültürle taşınmış çok kadim gerçekler. Tarih kitaplarının yazmadığı gerçekler. Anadolu'yu gezmek lazım. Ben Urfa'da bir Osman Beg'i tanıdım ama Anadolu'da belki ondan binlercesi var.
Röportaj için çok teşekkür ederiz Metin Bey, okurlarınızın yeni dönemde dolu dolu kitaplar bekliyor o halde...
Kırım Haber Ajansına çok teşekkür ediyorum. Keşke Kırımlı Elif Ninem hayatta olsaydı da bu röportajı onunla yapsaydınız. Eminim size çok güzel şeyler anlatırdı.
METİN SAVAŞ KİMDİR?
Balıkesir’de, kalabalık ve nispeten varlıklı, klasik bir taşra ailesinin içinde doğdu. Beş yaşındayken ailesiyle birlikte İstanbul’a yerleşti. Sırasıyla; Fatih İlkokulu, Muallim Yahya Efendi İlkokulu, Çavuşoğlu Özel Koleji ve Gelenbevi Ortaokulu gibi farklı okullarda eğitim gördü. Lise öğrenimini Vefa Lisesindeyken yarıda bırakarak çalışma hayatına atılmak zorunda kaldı. Çocukluk ve gençlik yıllarını hem Samiha Ayverdi’nin yaşadığı, hem de Peyami Safa’nın Fatih-Harbiye’sinin mekânlarından biri olan İstanbul’un Fatih ilçesinin Çarşamba semtinde geçirmiştir. Askerlik görevi öncesinde Lâleli semtindeki tek yıldızlı bir otelde komilik ve garsonluk yaptı. Vatani görevini Kütahya, İzmir ve Konya’da ifa etti. Babasının iş dünyasında karşılaştığı güçlükler nedeniyle doğduğu yer olan Balıkesir’e ailesiyle beraber askerlik sonrasında geri döndü. 1988-2012 tarihleri arasında Balıkesir çarşısında yirmi dört yıl boyunca aile mesleği olan mahalle bakkallığı yaparak geçimini sağladı. Metin Savaş’ın dedesi, dedesinin babası, büyük dayısı ve küçük amcası hep bakkaldır. Bu meslek Metin Savaş’ı yazarlık serüvenine içten içe hazırlayan unsurlardan biri olmuştur. Nitekim ileride yazacağı romanlarının kurgularına esnaflık sayesinde tanıdığı kendi müşterilerinin şahsiyetlerini veya hikâyelerini kırık dökük de olsa yansıtacaktır. Sanatçı, 2012 yılının son ayında bakkal dükkânını kapatarak kendisini bütünüyle kitap okumaya ve romancılık serüvenini sürdürmeye adadı. Kaleme aldığı eserlerle çeştili ödüller aldı. 1995 yılında Türk Edebiyatı Vakfı’nın düzenlediği Ömer Seyfettin Hikâye Yarışması’nda Ninemin Türküleri adlı kısa öyküsüyle mansiyon ödülüne lâyık görüldü. 1998 yılında Orkun dergisinin tertiplediği makale yarışmasında ikincilik aldı. 1999 yılında İstanbul Tuzla Belediyesi’nin açmış olduğu roman yarışmasında Efendi Dayının Kozalakları adlı ilk romanıyla birinciliği Ahmet Kekeç’le paylaştı. Zemheri Kuyusu adlı romanı Türkiye Yazarlar Birliği Roman Ödülüne değer bulundu. Erlik romanına ESKADER (Edebiyat, Sanat ve Kültür Araştırmaları Derneği) roman armağanı verildi. 2014 yılındaysa “Türk romanına yaptığı katkılar” gerekçesiyle Türk Ocakları Genel Merkezi tarafından Ayvaz Gökdemir Edebiyat Ödülüyle taltif edildi. Hiç evlenmemiş olan Metin Savaş hâlen memleketi Balıkesir’de ailesiyle birlikte yaşamakta ve edebiyat ile ilgili çalışmalarını sürdürmektedir.
Metin Savaş'ın Ötüken Neşriyat'tan çıkan eserlerine ulaşmak için tıklayınız.