Manga Carta, tarihin ilk yazılı
anayasasıdır. Bu anayasa ile kral, sınırsız yetkilerinden feragat etmiş,
hukukun kendi arzularından daha üstün olduğunu kabul etmiştir. Kralın yetkileri
ile ilgili memnuniyetsizlikler, 1066’da Normanlar’ın İngiltere’yi kuşatmasıyla
başlamıştır. Bu kuşatmayla birlikte hem baronlar hem de diğer vatandaşlar ekonomik
açıdan olumsuz etkilenmeye başlamıştır. Zenginliklerini yavaş yavaş kaybeden
baronlar, Kral John döneminden önce de birçok kez ayaklandılarsa da en
etkilileri Kral John esnasında yapılan ayaklanmalardır. Bunun nedeni ise Kral
2.Henry’in oğlu olan Kral John’un kurnazlığı, aç gözlülüğü, egoistliği ve bir o
kadar da savaştaki beceriksizlikleridir. Kendi arzu ve isteklerini
sınırlayamayan bu kral, her ne kadar dünya için faydalı bir hata yapmış olsa da
kendi tahtının gücünü bir çırpıda silmiştir. Kral John’un getirmiş olduğu
toprak vergileri, gümrük vergileri, askerlik bedelleri gibi kendi zenginliğini
arttırmak için yaptığı bu gereksiz yaptırımlar, baronları ve halkı fazlasıyla
zor duruma sokmuştur. Papa II.Innocent ile arasında sorunlar çıkan yurtsuz Kral
John, hem papayı hem de baronları karşısına almıştır. Birlikte hareket etmeye
karar veren din adamları ve baronlar, ilk başlarda kralın gözünde pek de sorun
teşkil etmemiştir. Ancak durum, İngiltere’nin ayinlere alınmamasına karar
verilince değişmiştir. Kral John, Papaya yaptığı küstahlığın bedelini çok ağır
ödemiş ve pişman olmuştur. Yurtsuz Kral bunun üzerine papa ile arasındaki
sorunları gidermek için çıktığı yolculukta Fransa Kralı Philippe ve ordusuyla
karşılaşmıştır. 1214’te Fransa kralı Philippe ve ordusuyla karşılaşan Yurtsuz
Kral, acı ama şaşırtıcı olmayan yenilgiyle döndüğünde bu yenilgiyi fırsat bilen
baronlar, Kral John’a yüklenmeye başlamıştır. Din adamları ve baronlar, Kral’a
yaptırım uygulayacaklarına dair büyük bir yemin etmiş, her ne pahasına olursa
olsun kazanacaklarına dair ant içmişlerdir. 1215’te Stanford’da başlayan ilk
ayaklanma ile baronlar, 17 Mayıs’ta Londra’yı ele geçirmiştir. Yenilgiyi kabul
eden yurtsuz Kral, 1215’de Runny çayırlığında “Magna Carta’yı imzalamıştır.
Üzerinde değişiklik yapıldıktan sonra belli bir sayıda basılarak din adamları
ve soylu ailelere örnekleri emanet edilmiştir. İlk başlarda verilen bu haklardan
din adamları ve asiller faydalandıysa da zamanla tüm vatandaşlar bu hak ve
özgürlüklerden faydalanmaya başlamıştır. Her tahta çıkan kral bu anlaşmayı
onaylamak zorunda kalmış ve V.Henry’in ölümüne kadar toplamda 44 kez
onaylanmıştır. Demokrasiye uzanan bu anlaşma birçok ülke tarafından benimsenmiştir.
Başta Amerika olmak üzere birçok ülke bu antlaşmanın maddelerini uygulamıştır.
Magna Carta, sadece İngilizler için
değil, bütün dünya için oldukça önemli bir belgedir. Adalet ve eşitlik
konusunda önemli mesajlar veren bu belge, imzalandığı zaman için fazlasıyla
radikal maddeler içerdiğinden dolayı dünya genelinde ses getirmiştir. Magna
Carta sayesinde derebeylikler ve dolayısıyla halk, krala karşı daha güçlü ve
haklı konuma gelmiştir. İngiltere’nin de monarşi düzeninden parlamenter sisteme
geçmesine sebebiyet vermiştir. Parlamenter sistem, direkt olarak yönetimde bile
kralın yanında kraldan başka karar verme yetkisi olan insanların olmasına
olanak sağlamıştır. Kral John imzaladıktan sonra 1215 yılından sonraki yaklaşık
iki yüzyıl boyunca Magna Carta çeşitli alanlarda etkili olmuştur.
Magna Carta, günümüzde de içerdiği
fikirler doğrultusunda değerini taşımaktadır. Ancak bu belgenin çağdaş bir
değerlendirilmesi yapılırken bu fermanın yapıldığı zamanı da göz önünde
bulundurmalıdır. Günümüzde bu belge, bazı yönleriyle eski kalsa da kendi
güncelliğini üç farklı açıdan korumaktadır. Bunlar hukukun üstünlüğü, yargıda
bağımsızlık ve insan haklarıdır.
Günümüz hukukunun temellerini
oluşturan 39. Maddede hukukun üstünlüğü oldukça açık bir şekilde açıklanmıştır: “Özgür hiç kimse kendi benzerleri
tarafından ülke kanunlarına göre yasal bir şekilde muhakeme edilip hüküm
giymeden tutuklanmayacak, hapsedilmeyecek, mal ve mülkünden yoksun
bırakılmayacak, kanun dışı ilan edilmeyecek, sürgün edilmeyecek veya hangi
şekilde olursa olsun zarara uğratılmayacaktır.” Bu maddede özgür bireylerin
hüküm giyip ceza almadığı sürece herhangi bir yasadışı muameleye maruz
bırakılmayacağı söylenmiştir. Ayrıca bu yargılama yapılırken tarafsız
davranılacağının, yani bağımsız bir yargı organına sahip olunacağı da Magna
Carta’da belirtilmiştir.
Magna Carta, ayrıca “Hiç bir özgür
insan yürürlükteki yasalara başvurmaksızın, tutuklanamaz, hapsedilemez, mülkü
elinden alınamaz, sürülemez, ya da yok edilemez. “, “Adalet satılamaz,
geciktirilemez, hiçbir özgür yurttaş adaletten yoksun bırakılamaz.”, “Yasalar
dışında hiçbir vergi, yüksek rütbeli kilise adamları ile baronlardan oluşan bir
kurula danışmadan haiz yoluyla veya zor kullanarak toplanamaz.” Gibi hukuk
sisteminin temelini oluşturan birçok hükmü haizdir. İnsan Hakları yönünden de zamanına göre çok
yeni fikirler barındırmasının yanında, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin
oluşturulmasında da önemli rol oynamıştır. Her ne kadar günümüzde kabul edilen
İnsan haklarından çok ilkel olsa da geneline bakarsak anlatılan şeyler
benzerlik göstermektedir. Ayrıca İngiltere, bu anlaşma ile parlamenter sisteme
geçmiştir. Tarihin en önemli anlaşmalarından biridir, halka verilen özgürlükler,
kişisel hakları da beraberinde getirmiştir.
1808
Tarihli Sened- i İttifak
1807 yılında İstanbul’da Kabakçı
Mustafa’nın yönetiminde Üçüncü Selim’e karşı bir ayaklanma meydana gelmiştir.
Üçüncü Selim tahtan indirilmiş, yerine Dördüncü Mustafa geçirilmiştir. Üçüncü
Selim’i tekrar tahta oturtmak için Rusçuk âyanı Alemdar Mustafa Paşa,
İstanbul’a yürümüş, bunun üzerine Üçüncü Selim öldürülmüştür. Alemdar Mustafa
Paşa, tahta İkinci Mahmut’u geçirmiş, kendisi de Sadrazam olmuştur. Alemdar
Mustafa Paşa, devletin otoritesini İstanbul’da tekrar kurmuştur. Ancak bu
devirde, merkezî otorite taşrada tamamıyla etkisizdir. Rumeli ve Anadolu’da
âyanlar, âdeta bağımsız idareler kurmuşlar ve merkezin otoritesini tanımamaya
başlamışlardır. Alemdar Mustafa Paşa, merkezî otoriteyi taşrada hâkim kılmak
için Rumeli ve Anadolu âyanlarını İstanbul’a davet etmiştir. Âyanlar İstanbul’a
kendi askerleriyle birlikte gelmiş ve şehir dışında konaklamıştır. Sadrazam
Alemdar Mustafa Paşa başkanlığında bir
tarafta âyanlar, diğer tarafta devletin ileri gelenleri arasında 29 Eylül
1808’de Kağıthane’de “meşveret-i amme” denilen büyük bir toplantı yapılmıştır.
Toplantıda varılan kararlar “Sened-i
İttifak” adı verilen bir belgede tespit edilmiş ve bu belge Sadrazam,
Şeyhülislâm, Kaptanpaşa, Kadı Abdurrahman Paşa, Kadıaskerler, Sadrazam
Kethüdası, Yeniçeriocağı, Defterdar ve Reis Efendiler, eski Rikab-ı Hümayun
Kethüdası Mustafa Reşid Efendi, Bahriye Nazırı, Çavuşbaşı, Ruznamçe-i evvel,
Başmuhasebeci Ahmet Efendi, Sipahiler Ağası, Beylikçi ve Amedçi Efendiler,
Cebbarzade Süleyman Bey , Sirozlu İsmail Bey , Karaosmanoğlu Ömer Ağa ve Çirmen Mutasarrıfı tarafından imzalanıp
mühürlenmiş ve Padişaha sunulmuştur. Daha sonra Padişah İkinci Mahmut Sened-i İttifakı onaylamıştır. Senet bir
“giriş”, yedi “şart” ve bir “zeyl”den oluşmaktadır.
Sened-i İttifakın koyduğu şartlar,
hukuk normunun geçerliliği koşullarını taşımaktadır. Konusu beşerî
davranışlardır. Arkasında beşerî irade yatar. Osmanlı hukuk sistemi açısından
geçerli bir belgedir. Hangi etkilerle hazırlanmış olursa olsun, belgede kimin
imzası bulunursa bulunsun, Padişahın hattı hümayunu ile onaylanmıştır ve bu
nedenle hukuken bütün Osmanlı tebaasını bağlayan geçerli bir işlemdir. Kısa bir
zaman sonra uygulamadan kalkmış olması, daha doğrusu “metrukiyet (désuétude)”e
düşmüş olması onun “geçerliliği” ile ilgili değil, onun “etkililiği” ile
ilgilidir. Sened-i İttifak geçerli bir hukuk normu olarak yürürlüğe konulmuş,
ancak kısa bir zaman sonra etkililiğini yitirmiştir. Hukukun genel teorisinde
etkililikten uzun bir süre mahrum kalan normların zamanla geçerliliklerini de
yitirdikleri kabul edilmektedir.
Anayasa biri maddî, diğeri şeklî
olmak üzere iki değişik anlamda tanımlanmaktadır. Maddî anlamda anayasa, devlet
organlarının kuruluşunu, işleyişini ve bireylerin devlet karşısında sahip
oldukları temel hak ve özgürlükleri belirleyen, yazılı veya teamülî, kuralların
bütünüdür. Bu anlamda Sened-i İttifak anayasal niteliktedir. Zira yukarıda
görüldüğü gibi Sened-i İttifakta, devlet organları arasındaki ilişkiler ile “âyan”, “fukara ve reaya”nın bazı hakları düzenlenmektedir. Şeklî anlamda
anayasa ise, normlar hiyerarşisinde en üst sırayı işgal eden ve kanunlardan
farklı ve daha üstün bir usûlle konulan ve değiştirilebilen hukuk kurallarının
bütünü olarak tanımlanmaktadır. Şeklî anlamda Sened-i İttifakın anayasal
nitelikte olmadığı açıktır. Zira Sened-i İttifakta kendisinin kanunlardan üstün
olduğuna ilişkin bir ibare olmadığı gibi, değiştirilmesi için de özel bir usûl
öngörülmemiştir. O halde Sened-i İttifak maddî olarak anayasal niteliktedir;
ama şeklî olarak bir anayasa değildir. Buna göre Sened-i İttifakı bir “anayasa” olarak değil, “maddî anlamda anayasal nitelikte olan bir
belge” olarak görmek daha uygun olacaktır.
Sened-i İttifak şeklî kritere göre
bir anayasa olmasa da, maddî kriter açısından onun anayasal niteliğinin altını
özenle çizmek gerekir. Sened-i İttifak ile devlet iktidarı resmen
sınırlandırılıyor; âyanlar ile “fukara ve
reayaya” çok sınırlı da olsa birtakım haklar tanınmıştır. Türk tarihinde
ilk defa devlet iktidarının sınırlandırılabileceği, devlet iktidarının
dokunamayacağı sahaların olduğu bu belgeyle kabul edilmiştir. Devlet iktidarını
sınırlandırmayı amaçlayan bir girişim olarak Sened-i İttifak, Türk tarihinde
ilk “anayasal belge”dir. O halde Türkiye’deki “anayasacılık hareketleri”nin Sened-i İttifak ile başladığını
söylemek mümkündür.
Doktrinin çoğunluğuna göre, Sened-i
İttifak, “iki-taraflı” bir belge, bir “misak”, bir “sözleşme (mukavele, akit)”dir. Misak ise bilindiği gibi anayasa
hukukunda, hükümdar ile karşısındakiler (feodal beyler, halkın temsilcileri,
vs.) arasında yapılan bir anlaşma, bir sözleşme olarak tanımlanmaktadır.
Magna
Carta ile Sened-i İttifakın Karşılaştırması
Sened-i İttifak ve Magna Carta
imzalayan taraflar ve içeriğindeki bazı özellikler bakımından birbirine
benzemektedir. Ancak Magna Carta, İngiliz feodal beylerinin Kral’a kendi
şartlarını dayattıkları bir belge niteliğindeyken; Sened-i İttifak çevre
güçlere karşı merkezi devlet otoritesini güçlendirmeyi amaçlayan sadrazamın
girişimleriyle ortaya çıkmıştır.
Bu iki belge iki önemli noktada
birbirlerine benzemektedir. Birincisi vergilerin saptanması işinde bir yanda
hanedanların, öbür yanda büyük papaz ve soyluların ortak edilmesi. İkincisi ise
cezalarla ilgili olarak hükümdarın keyfiliğine karşı bir teminat arayışının bulunmasıdır.
Magna Carta’nın Senedi İttifaktan
ayrılan bir yönü yargı ve adalet sistemindedir. Senedi İttifak’ta adalet
sistemi geliştirilmeye çalışılmıştır. Ama Magna Carta’da durum daha
derinlemesine ve somut olarak işlenmiştir. Baronlar kendi aralarından yirmi beş
kişiyi seçecektir. Bu baronlar yasalara uyacak ve uyulmasını sağlayacaktır.
Kral ya da devlet memurları bir suç işlerse ve bu yirmi beş baronun dördü
tarafından öğrenilirse bunlar krala (kralın yurtdışında olması durumunda baş
yargıca) giderek durumu bildirecek ve adaletin uygulanmasını isteyeceklerdir.
Bu hatayı kral ya da baş yargıç düzeltmezse dört baron diğer yirmi birine olayı
taşıyıp adaleti uygulamak amacıyla kraliyet mülkleri, kaleleri ve topraklarına
el koyabilecektir. Bu adalet uygulanana kadar geçerli olacaktır. Her türlü
haciz hakkı böylece baronlara verilmektedir. Yalnız kral, kraliçe ve
çocuklarına zarar verilmeyecektir. Sened-i İttifak’ta ise asıl amaç yeniçeri ocağını
dize getirmek ve Ayanlığı resmileştirerek taşrada bir otorite kurmak olduğundan
böyle bir soylu denetiminden söz edilemez. Senedi İttifak’ta her şeyden önce
padişah putlaştırılmış ve devlet aleyhinde biri ağzını dahi açarsa el
birliğiyle ortadan kaldırılacağı belirtilerek bir düşünce suç sayılmıştır.
Ayrıca sadrazamın emirleri padişahtan gelmiş gibi değerlendirileceğinden
sadrazamın yetkileri artmıştır.
İki belge arasında farklardan biri
ise hükümdarın belgeler karşısındaki konumu olmuştur. Sened-i İttifak’ta
hükümdar suçsuz görülmüş ve hükümdara karşı son derece saygıyla yaklaşılmıştır.
Sened-i ittifak hükümlerinin işleyebilmesi günlük hayata yansıması için
padişaha üst düzey bir sorumluluk yüklenmemiştir. Magna Carta’da ise durum
farklıdır. Kralın ağzından yazılmış olup, kral yaptığı tüm yolsuzlukları itiraf
etmiş ve tekrarı halinde uygulanacak tüm yaptırımlara boyun eğeceğini
bildirmiştir.