Anadolu Türkçesi
1935 yılının 13 Kasım günü Bahçesaray şehrinin Eskiyurt mahallesinde doğdum. Akmescit’teki Öğretmenler Enstitüsünün Kırım Tatar Dili ve Edebiyatı Fakültesini bitiren babam İSmail Seyfullayev, Bahçesaray’da orta okulda Kırım Tatar dili gramatiği ve edebiyatında der verirdi. Ailede 3 kızdık, ben büyüktüm. En gencimiz sürgünde, 1949 ılında doğdu.
Savaş başlamasıyla belli ki Kırım’da ilk sırada hocaları, bu cümleden babamı da seferber ettiler. Annem bizi alıp babası, Seitcelil dedemin evine vardı. Savaş vaktinde onlarla birlikte yaşadık. Babam ise 1942 yılında ağır yaralanıp, kolsuz kaldı ve uzun zaman hastanede tedavi gördü. (Ama daha sonra) Savaşta yarasız diye teşhis konularak, eve gönderildi. 1944 yılının Nisan ayında Kırım’a döndüğünde Akmescit’te onun yolunu kesip, dövdüler ve elindeki çantasını çaldılar.
Bahçesaray’a eve, babam bir kolsuz, boğazından yaralı ve hiç bir şeyi olmadan döndü. Bundan bir kaç gün önce anneme, kim olduğunu bilmediğim birisi babamın helak olduğu (öldüğü) haberini verdi. Annem inanmayıp, bir kadına fal baktırdı. Kadın da, “Kocan sağ, yolda geliyor”, dedi. Gerçekten de babam sağ-selamet dönüp geldi. Sevincimiz tarifsizdi… Ama üç günden sonra sonra Sovyet askerleri tatlı uykumuzdan uyandırıp, “Çıkınız, çıkınız” diye çok kaba şekilde evimizden itekleyerek çıkardılar. Herkesi topladıkları yere geldiğimizde komşularımız, tanıdıklarımız, bildiklerimiz bir kaç bohça çuvallarla duruyorlardı. Adamları gözetleyen askerler babamı ve bizi görüp, biraz utandılar. Galiva, babama varıp, evinden bir şeyler alıp getirmeye müsade ettiler. Burada teyzem babama, “Enişte, bizim ev yakında, alacağınızı al da gelin!” dedi.
Bizi Semerkand şehrine getirip, istasyondaki arabalarda kolhozlara (Sovyet çalışma çiftliği) böldüler. Ailemiz “Kızıl Koşçu” kolhozuna düştü. Bizimle bir vagonda gelen Seitcelil dedem yolda çok ağır hastalandı. Menzilimize varıp, durduktan sonra dedemi bir arabaya koyup hastaneye götürdüler. Bir kaç günden sonra biraz kendine gelen babam, dedemi bakmaya gitti. Hastanede ona dediler ki getirilen yaşlı öldü ve umumi bir kabir içinde gömüldü. Sürgünlüğün ilk günlerinde vefat eden dedemin nasıl ve nerede defnedildiğini ne gördük, ne bildik. Bizi bir Özbeğin evine yerleştirdiler, sağ olsunlar, pek merhametli insanlardı, ellerinden geldiği kadar yardım etmeye çalıştılar.
Babamın vaziyetini görüp ona biraz kolay iş verdiler. Annem zaten hastaydı, çalışamıyordu. Çocuklardan en büyük olan ben, 9 yaşındaydım. Bahçesaray’da Tatar mektebine başlamıştım, evde de tek ana dilinde konuştuğumuzdan, ne Rusça, ne Özbekçe hiç bir söz bilmiyorum. Sürgünlüğün ikinci mi, üçüncü yılı mı babam kardeşimle ikimizi okula yazdırdı.
1956 yılındaki karardan sonra (Katil Stalin’in ölümüyle yerine gelen Kruşçev, Kırım Tatarlarına yöneltilen sözde hain suçlamasını kaldırdı) serbestlik rüzgarı başladığında babam gibi savaşta yer alanlar, eski devlet görevlileri olan Kırım Tatarlar halkın Kırım’a dönmesi hareketine başladılar. Evimizde daima halk vekilleri toplanıp, milli hareket meselelerini müzakere ettiler. Milli hareket saflarında hem sadece babam değil, biz, kızları da iştirak ettik. Bilgiler, halk müracaatları, mektupları basma makinasında basıp, çoğalttık ve halk arasında dağıttık. Bahçesaray’ın Arançı köyünden Şevket İbraimov ile ömrümü bağladım (evlendim). Kızım Zarema, mücadelemiz sırasında doğduğundan, bu işlere küçük yaşında başladı. Kırım’a döndükten sonra kardeşim Limara’nın hayat arkadaşı, milli hareketin temelini koyan, milli harekette iştirakından dolayı özgürlüğünden mahrum edilerek Stalin’in ceza kamplarına girip, çıkmış İdris Asan’ın en yakın yardımcısı oldu. Zarema dedesi İsmail Seyfullayev’in işini devam edip, öğretmenlik mesleğini benimsedi.
Kırım’a 1989 yılında ailemle döndüm. En büyük arzum, baş maksadım, güzel ve sevimli Bahçesaray’ımda yaşamaktı. Rabbime şükürler olsun, niyetim gerçekleşti. Her gün evimin penceresinden Hansaray’ı görüyorum.
Bütün sürgün hikayelerine buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz.