“Daha yeni 12 yaşını dolduran ablam Ediye kolhoza çalışmaya gitti. Maaşı pideyle ödeniyordu. Gerekli işi yaparsa tam pide, yarısını yaparsa yarım pide veriliyordu. Bir günde ablam sadece küçük bir pidenin yarısını kazanabiliyordu. Kendisinin karnını doyurmak için de bu miktar yetmiyordu. Ancak, pideyi eve getirip, “Anne bugün yarım pide kazandım!” diyordu. O pide bizim günlük yemeğimizdi.
Ben ise tarlada düşen buğday başaklarını topluyordum. Yakalanınca atın üstüne yatırılıp sırtıma dayak atılıyordu. Sırtım siyah izler ve morluklarla doluydu.
Yemeğimiz ottu. Tarlada, ormanda yenebilir ve midemizin
sindirebileceği otları toplardık.
Serçeler! Serçeleri yakalayıp ateşte pişiriyorduk! O
zaman lezzeti o kadar güzel geliyordu ki!
Kolhozda açlıktan bir eşek öldüğü zaman sabaha karşı eşeğin sadece kemikleri kalıyordu. İnsanlar et kalıntılarını toplayıp çocuklarını ölümden kurtarmak için evlerine götürüyorlardı. Hayatta kalabilmek adına yemek için hiç uygun olmayan şeyleri yemek zorundaydık. Anlatmayacağım. Benimle beraber gitsin.”
Bazen Reşat açlıktan uyuyamıyordu. Uyuduğu zaman ise rüyasına ekmeğe yağ süren ve çantasından kokulu “sarı şeyleri” çıkaran Alman subayı geliyordu.
Dört yıl Reşat’ın ailesi cepheye giden babasını
bekledi. Reşat, babası yokken dışarı çıkıp çocuklarla bile oynamak istemediğini
hatırlıyor. Babası birkaç sene Urallar’da, Orta Asya’da ailesini aradı ve
sonunda buldu.
“Babam geldiğinde o kadar mutluyduk ki! Artık yetim olmadığımızı ve bizi koruyacak birinin olduğunu biliyorduk” diyor Reşat.

“Babam iki sene kolhozda çalıştıktan sonra ablamla beraber uranyum ocağında çalışmaya başladı.” Reşat, ailesine yardım etmek için çobanlık yaptı. 14 yaşını doldurduğunda o da ocağa gitti ancak 16 yaşından küçük olduğu için illegal çalıştı. İlk önce marangoz yardımcısı olarak çalıştı, daha sonra marangoz çırağı oldu, ardından kendisi de ocağa inmeye başladı.
60’lı yıllarda Reşat Kırım Tatar milli hareketine katılarak Kırım Tatar heyetini Moskova’ya göndermek için imza ve para topladı, toplantı yaptı.